Candan Yıldız
Muhbirlerin “vatanında” insan olmak…
MGK ve Bakanlar Kurulu toplantılarının ardından 20 Temmuz 2016’da alınan OHAL kararının ardından çıkarılan KHK’ların yarattığı yıkımın sonuçları bireysel değil toplumsaldır. Tıpkı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Hastanesi’nde doktor olan Orhan Çetin’in intiharı gibi.
Candan YILDIZ
Şafaktan önceki karanlıkta mıyız bilinmez ama, bilgi ve birikimin aşağılandığı, erdemlerin vicdanlardan kazındığı, çoğalan nefretin iklimindeyiz.
Nazizmin iktidara geldiği dönemde "ruhsal anavatanı" olarak tariflediği Avrupa’yı terk etmek zorunda kalan barış savunucusu edebiyatçı Stefan Zweig, intihar mektubunda "benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi" demişti.
Cizre, Sur yanarken "Bu suça ortak olmayacağız" diyen yüzlerce bilgi üreticisi, nesillerin imzacısı hocalardan bazıları da baskılar, varoluş tehditleri nedeniyle ruhlarının anavatanlarından ayrılmak zorunda kaldılar. Bazıları cezaevine girdi, bazıları hala yargılanıyor, bazıları işsiz kaldı, ihbar edildi.
OHAL kılıcı KHK’lar hayatları öyle bir tırpanladı ki, üniversiteler boşalıyor, öğrenciler hocasız kalıyor, hayatlar gidiyor, çoraklaşıyoruz hızlıca.
Çukurova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışırken, muhbir bir hocanın fakülte yönetimine "MİT’teki irtibatlarım" referansıyla yaptığı uyarı sonucu işten atılan barış bildirisi imzacısı Mehmet Fatih Traş’ın intiharı devletin, hükümetin, üniversitenin, toplumun üzerinde bir lekedir artık.
Yurtdışı burs başvurusu için yazdığı 1 Şubat tarihli mektubunda"…Hükümet Kürt nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki gerilimi artırmaya, özellikle de akademik camiayı kasıtlı olarak ayrıştırmaya devam ettiğinden, kişiliğimle bütünleşik insani değerlerden feragat etmediğim sürece olağan (öğretim ve araştırma başarım gibi nesnel ölçülere dayanan) bir akademik gelecek öngöremiyorum" ifadelerini kullanan Mehmet Fatih Traş, anlıyoruz ki değerlerinden feragat etmemeyi seçiyor.
MGK ve Bakanlar Kurulu toplantılarının ardından 20 Temmuz 2016’da alınan OHAL kararının ardından çıkarılan KHK’ların yarattığı yıkımın sonuçları bireysel değil toplumsaldır. Tıpkı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Hastanesi’nde doktor olan Orhan Çetin’in intiharı gibi.
Sonrasında konuştuğum İzmir SES Şube yöneticilerinin aktardığı bilgilere göre Çetin olaydan iki gün önce cuma mesai bitiminde görevden alındığını öğreniyor. Türk Sağlık Sen Üyesi Çetin’in çalışma arkadaşlarıyla vedalaşmasına hastane yönetimi izin vermiyor. Yani cenazesi hastaneye getirilemiyor. Bunu hastane yönetimi bizzat aileyi arayarak dikte ediyor. Buna rağmen Sağlık Emekçileri Sendikası üyeleri açıklama yapıyor. Yine çalışma arkadaşlarından aldığım bilgiye göre, hastane yönetiminin emriyle özel güvenlikçiler açıklamayı kaydediyor. Orhan Çetin’in arkadaşları kameralar nedeniyle konuşamıyor, bunun ağırlığını yaşıyor.
Antalya’daki cenazeye katılan TTB Genel Merkezi üyesi Funda Obuz, annenin kırgın olduğunu, çocuğunun son bir kez arkadaşlarıyla vedaşlaşmasını istediğini aktarıyor.
"Haksızlık" duygusu yaşayan yakınları güçlü bir kişilik olarak tanımlıyor Çetin’i ve " Bunalım değildi. Buralara gelmek için çok çabalamış bir insandı. Bir kağıtla bütün çabasının elinden alınacağını hissetti. O dört harf (FETÖ demek isteniyor) adını kirletti, gururu incitildi" diyor.
Suç duyurusu yapılacağını da öğreniyorum. Yakınları da dava sürecini yakından takip edecek. "Tutunacak tek şeyimiz" diye tanımlıyorlar adalet arayışını.
Muhbirlikle, korkuyla, sinmeyle, gücün kibriyle taşlanan hayatlar giderken, geriye bıraktığı utanç ise topluma atılan taştır.