Davutoğlu: Barış sürecinin engellenmesinde 2013 kritik bir yıldır

Davutoğlu: Barış sürecinin engellenmesinde 2013 kritik bir yıldır
Tek adam siyasetine 'kişilere bağlı partiler kişilerle gider' eleştirisi yapan Ahmet Davutoğlu, çözüm sürecinin çatışmalı sürece dönüştürüldüğü döneme ilişkin tartışılacak açıklamalar yaptı.

AKP'den ayrılarak Gelecek Partisi'ni kuran Ahmet Davutoğlu, Karar gazetesi yazarları Ahmet Taşgetiren, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur'a konuştu. Açıklamalarında siyasi iktidara eleştiriler yönelten Davutoğlu, AKP'de siyaset ve başbakanlık yaptığı dönemleri ve yeni partisinin politikalarını anlattı.

Selahattin Demirtaş'ın yazdığı kitabın tiyatro uyarlamasını izleyenlere yönelik eleştiriler üzerinden gelen Demirtaş sorusunu da yanıtlayan Davutoğlu, "Demirtaş'ın tutuklu olmasına ne ben ne partim hukuki çerçevede onay vermez" dedi.

'DEĞERLERE SAYGILI ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR PARTİYİZ'

Elif Çakır'ın 'Gelecek Partisi siyaseten kendisini nerede konumlandırıyor? Türkiye'de neyi temsil edeceksiniz? Hangi kesimleri hedefliyorsunuz?, Ak Parti'yle hesaplaşmak için mi kuruldu bu parti yoksa Türkiye'de merkez sağ siyaset tıkandı bunun yolunu açmak için mi?' sorularını yanıtlayan Ahmet Davutoğlu, "Değerlere saygılı özgürlükçü bir partiyiz" diyerek açıklmasına tek cümlelik yanıtla başladı:

"Yani özellikle özgürlükçü bir parti olduğumuzu vurguladık. Ve değerlere saygılı olduğumuzu buna bir sıfat olarak ekledik. Özgürlükçü bir muhafazakar partiyiz demedik. Özgürlüklere saygılı bir muhafazakar parti demedik. Özgürlükçü bir partiyiz. Değerlere saygılıyız. Bu değerleri de programda tanımladık. Bu değerler hem bu toplumun asırların tecrübesinden gelen birikimine dayalı toplumsal değerleridir. Hem cumhuriyetle birlikte gelen kazanımlar, Tanzimat’tan bu yana gelen hukuk ve demokrasi kazanımlarının oluşturduğu değerlerdir. Bütün bunları harmanlayan bir değerler zemini üzerinde bir özgürlükçü parti.

Tabii sorunlara hitap ayrı, kendinizi nasıl tanımladığınız ayrı bir şey. Bizim kurduğumuz partinin şu anda en temel meselesi herkese hitap edebilen, herkesi içine alan bir demokrasi kültürünü ortaya çıkarmak. Bu olmadan başka bir şey yapmak mümkün değil. Türkiye'de hukuk problemi var ama hukuk ancak herkesin eşit olarak katılabildiği bir süreçle hayata geçirilebilir. Türkiye’de özgürlük meselesi var. O da herkesin kendisini içinde hissettiği bir süreçle sağlanabilir.

Türkiye'de her ideolojik kesim kendi limitlerini gördü. İktidarı tanıdı ve gördü. İslami kesim geldi teorik olarak söylediği şeyleri sınadı. Ve limitlerini gördü. Ben gördüm limitleri. İnsanları böyle iyi yetiştirelim, olmuyor. Sol kesim gördü limitlerini. Kürtler gördü limitlerini. Samimi bir milliyetçi salt Kürt karşıtlığıyla Türkiye’nin birliğinin sağlanamayacağını gördü. Kendisine aşırı güvenen ve diğer kesimlere mütekebbir bir şekilde tepeden bakan ve bir tek kendi doğrusunu dikte etmeye çalışan insanların Türkiye'ye yapabileceği  hiçbir katkı yok artık. Dolayısıyla biz öyle bir siyasi hareket inşa edelim ki limitlerini, sınırlarını görebilecek erdeme sahip insanlardan bir topluluk oluşturalım."

'TEK ADAMIN YÖNETTİĞİ BİR PARTİNİN NASIL TÜKENDİĞİNİ BİZZAT YAŞAYARAK GÖRDÜM' 

Ahmet Taşgetiren'in "Partide çeşitlilik var ama partide lidere de ihtiyaç var" açıklamasının ardından yönelttiği "O dengeyi nasıl tutturacaksınız? Çünkü sizin baskın bir lider olduğunuz, partinin de kadro değil lider partisi olacağı hakkında kanaatler var" sorusuna, "Bu tür durumlarda uygulamalara bakılmalı" yanıtı veren Davutoğlu, tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüğünü söyledi:

"Parti kurulduktan bu yana takriben geçen bir aylık sürede en az 30 arkadaşımız parti adına ya da şahsi görüşlerini ifade etmişler. Ben hatalardan veya olumlu tecrübelerden ders almayı bilen biriyim. Ben tek adamın yönettiği bir partinin nasıl tükendiğini bizzat yaşayarak gördüm. Ve bunu engellemek için çok çaba sarf ettim. O zaman Sayın Cumhurbaşkanı’na şunu ifade ettim. "Efendim benim bir liderlik meselem yok, siz bu partiyi kurdunuz müsaade ederseniz bu partiyi kurumsallaştırırız. Ve bu parti öyle sağlam temele dayanıyor ki yüzlerce yıl da yaşayabilir. Ama kurumsallaştırmazsak yaşayamaz. Kişilere bağlı partiler kişilerle birlikte gider." Bunu hem cumhurbaşkanına hem de partide birçok kez söyledim. Herkes de biliyordu benim en temel hedefim Ak Parti’yi kurumsallaştırmaktı. Şimdi bütün bunları yaşamış birisi olarak yeni kuracağım bir partide varlığı liderine bağlı bir yapıya izin verir miyim? Şimdi bütün o birikim üzerinde iddiam ve tezim şu; ifrat ve tefritten kaçmak lazım. Şimdi biri şöyle derse hiç lider olmadan parti kurulsun bu bürokraside de iş hayatında da entelektüel hayatta da insan doğasına aykırı bir şeydir."

'HUKUK DIŞI ŞEYLERE YELTENENLER BUNUN HESABININ SORULACAĞINI BİLSİNLER'

Bir ay önce kurulan Gelecek Partisi'nden Kürt sorununa yönelik çok farklı sesler yükseldiğini hatırlatan Elif Çakır'ın, "Örneğin bir genel başkan yardımcınız 'gerekirse devri sabık yaratırız' diyor. Kürt sorunuyla ilgili parti yöneticilerinden farklı sesler çıkıyor. Sanki net bir iskelet oluşmamış gibi görünüyor" ekleştirisini yanıtlayan Ahmet Davutoğlu, 'Devri sabık' denirken, 'Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler' demek istediklerini belirtti:

"Çok net bir tanım konsaydı bu sefer de Davutoğlu’nun ideolojisi belli denirdi. Herkes aynı şeyi tekrar etseydi zaten demiştik tek adam var, hepsi aynı şeyi söylüyor denirdi. Ben arkadaşlara  şunu söyledim program artık belli, hepiniz bu programa imza attınız, artık konuşabilirsiniz. Her sayfasına imza atılıyor bu programın. Devri sabık tabirini benimsemediğimi ilgili arkadaşımıza da söyledim. Doğru bir tabir değil. Kastetmek istediğinizin bu olmadığını da biliyorum. Biz rövanşist bir parti değiliz, intikam peşinde olan bir parti değiliz. Orada kastedilen şey şu. Hukuk dışı şeylere bu dönemde yeltenenler bunun hesabının sorulacağını bilsinler. Neden bunu söylemek ihtiyacı hissediliyor? Bize kurucu olan arkadaşlar işadamıysa maliye müfettişleri gidiyorsa, başka görevlerdeyse birtakım tehditler alıyorlarsa hatta bazı illerde bürokratlar birtakım işlemlerde bulunuyorsa."

'DEMİRTAŞ'IN TUTUKLU OLMASINA NE BEN NE PARTİM HUKUKİ ÇERÇEVEDE ONAY VERMEZ'

Elif Çakır'ın, HDP'nin Eş Genel Başkanı iken cezaevine konulan Selahattin Demirtaş'ın tutukluluk durumunu ve tiyatro oyununa karşı gelen saldırı boyutundaki tepkileri değerlendiren Ahmet Davutoğlu, Demirtaş'ın hakkında nihai hükmün verilmediği bir süreç olduğunu belirterek, "Tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur" dedi:

"Selahattin Demirtaş ve başka hususlarda benim tutumum da partinin tutumu da açık olarak programa yansımıştır. Nedir bu aşikar olan şey önce onu belirtelim. Daha tamamlanmamış hukuki süreçler söz konusuysa hukuka müdahale konusunda hiçbir açıklama yapmadım. İkincisi tutuklu yargılanmaya esastan karşı çıktım. Bunun muhatabı kim olursa olsun Başbakanlığım döneminde de tutuklu yargılanmalar geri dönülemez insan hakkı ihlallerine yol açıyor diye açıklamalar yaptım. Tutuklu yargılama hangi durumlarda olur;  kaçma riski varsa, delilleri tahrif etme riski varsa, çok istisnai hallerde uygulanır. İlkeleri koyarsak, Demirtaş veya başkası hangi vatandaş içine giriyorsa onun için de geçerlidir. Dolayısıyla kim olursa olsun hukuka intikal eden bir konuda kesin hüküm ifade eden cümleler kurmam. Kim olursa olsun bu tutuklu yargılanmaya müsamaha göstermem, tutuklamayı kabul etmem. Kim olursa olsun, kimsenin siyasi görüşleri dolayısıyla muhasara altına alınmasını kabul etmem. Şimdi Demirtaş’ın meselesine baktığım zamanda da nihai hükmün verilmediği bir süreç var. Ve tutuksuz yargılanma tutuklu yargılanma konusunda da benim dediğim gibi benimsemediğim bir uygulamaya muhatap olmuştur. AİHM kararı da var.

Siyasi meseleye geldiğimizde, siyasi rakiplerimle siyasal alanda mücadele etmeyi hep tercih etmişimdir. Demirtaş’la ilgili çok şey söyleriz, siyasi olarak eleştiririz. Ki bende geçmişte çok eleştirdim. 6-8 ekim olayları hakkında da eleştirdim. 7 haziran sonrasında PKK "çatışmasızlık dönemi bitti" dediği zaman, PKK silahlı direnişe çağrı yaptığında buna karşı HDP'nin tutum almamasını eleştirdim.

Ama buna rağmen 7 hazirandan sonra HDP' ye giderek, ilk defa bütün parti liderleriyle görüşürken HDP lideri olarak eş başkan ve heyetiyle yerinde görüştüm. Bizim siyasi tarihte bir ilktir. Bütün bu çerçevede bakarım bu olaya. Dokunulmazlıkların kalkması sürecinde ise Nisan Mayıs aylarında çünkü kamu düzenini yok eden 6-8 Ekim de olduğu gibi ve en çok da bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın haklarını ihlal eden çukur barikatlara karşı bir terörle mücadele yürütüyorduk. O zaman çıkıp açık şekilde kendim için kaldırmadığım dokunulmazlığı başka siyasiler için kaldırmam dedim ve dokunulmazlıkların bütün siyasilere teşmil edilebilecek şekilde genişletilmesini sağladım. Yani kendi dokunulmazlığımı kaldırmadan Başbakan olarak Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılmasına izin vermedim. Benim de kalktı dokunulmazlığım o anda. O anda gerek Ak Parti içerisindeki genel hava, gerek toplumdaki genel hava sadece HDP'li siyasilerin dokunulmazlığının kaldırılması yönünde olduğundan bunu yapmadım. Bunu şunun için söylüyorum siyasi mücadele siyasi alandan yürür. Siyasi alandaki aktörlere saygıysa o aktörlerle görüş ayrılığı içinde olsam bile o aktörlere oy veren kim olursa olsun onlara o vatandaşlara saygı duyarım. Bu HDP için de geçerlidir, bu Vatan Partisi için de geçerlidir. Son dönemde bana en ağır hakaretlerle saldıran iki üç kesim var. Doğu Perinçek’in partisinden sert eleştiriler geliyor, HDP’den geliyor. MHP ile de ihtilaflarımız oldu. Onların siyasal haklarını savunmak da benim görevim. Ve bu onlarla ihtilaf etsem bile onlara oy veren vatandaşlara saygımın bir gereği olarak haklarını savunurum. Bütün bunları şunun için söylüyorum ister Demirtaş olsun, ister kim olursa olsun bu ilkeler onlar için geçerlidir. Bu bağlamda tutuklu yargılamaya zaten esastan karşı olduğum için ve siyasi mücadelenin siyasal alanda olması gerektiğini düşündüğüm için Demirtaş’ın tutuklu olmasına ne ben ne partim bu çerçevede onay vermez yani olumlu görmez.

'HDP'NİN DE DEMİRTAŞ'IN DA O ÇİZGİYİ NET BİR ŞEKİLDE ORTAYA KOYMASI LAZIM'

Ama bunları kabul etmek Demirtaş’ın yanlış yaptığı işleri de mazur göstermeyi gerektirmez. Bütün o hendekler çukurlar kazılıp bölgedeki vatandaşlarımızın en temel hakları ihlal edilirken bunlara karşı tutum alamayan HDP yöneticilerinin de özeleştiri yapması lazım. Siyasetin hukuk tarafından ipotek altına alınmasını haklı olarak eleştiriyorsak, siyasetin örgüt tarafından ipotek altına alınmasını da eleştirmemiz lazım. Biz zaten eleştiririz de asıl HDP’nin bunu sorunsallaştırması lazım.

Siyaseti özgürleştirmemiz lazım, hukuki baskılardan da özgürleştirmemiz lazım siyaset dışı örgütlerin baskılarından da özgürleştirmemiz lazım. Bu noktadaki tutumumuz açık; hukuki zemini içinde tutumumuz açıktır. Sayın Temurci’nin açıklamasına geldiğimizde, orada bütünü  inceledim vatandaşlarımızın hukuku çerçevesi çizildikten sonra böyle bir özeleştiri çağrısı var. Bu çerçevede kendi aramızda değerlendirdik, değerlendirmeye devam edeceğiz. Bizim tutumumuz da son derece açıktır ve gerektiğinde bu konuda partimiz veya ilgili parti temsilcileri gerekli açıklamaları yapar. Özetle hukuk siyaset üzerinde baskı aracı olarak kullanılmamalı, siyasi aktörler siyasi çerçevede düşüncelerini ifade edebilmeli ama siyasi aktörler aynı zamanda kendileriyle terör örgütleri arasında net bir çizgi ortaya koymalıdır. Selim bey de zaten bunları vurguluyor. HDP’nin de, Demirtaş’ın da o çizgiyi net bir şekilde ortaya koyması lazım artık."

'7 HAZİRAN 1 KASIM ARASINDA YAŞANANLARI KONUŞURSAK BAZILARI İNSAN YÜZÜNE BAKAMAZ' DERKEN NE DEMEK İSTEDİM

Ahmet Davutoğlu'nun Demirtaş üzerinden yaptığı bölge illerindeki çatışmalı süreç değerlendirmesine yönelik açıklamasının ardından Yıldıray Oğur, müzakere sürecinin çatışmalı sürece dönüştüğü hendek çatışmaları hakkında yönelttiği soruda,  devletin hendeklerle mücadele ederken insan hakları ihlalleri yaptığı, sivil ölümlere sebep olduğu ve şehirleri bombaladığı haberlerini ve eleştirileri hatırlattı. Ahmet Davutoğlu'nun da bu dönemle ilgili eleştirildiğini belirten Yıldıray Oğur, "Bildiklerinizi tam olarak açıklamadığınız söyleniyor. Bugünden geçmişe baktığınızda hendek olayları sırasında devlet şurada yanlış yaptı dediğiniz bir şey var mı? O dönemle ilgili bilip açıklamadığınız bir şey var mı?" diye sordu. Oğur'un ardından Ahmet Taşgetiren de soruya, "En sonra Sırrı Süreyya Önder, o dönemde HDP’lilerle telefonla görüşmeler yaptığınızı, o telefonlar açıklanırsa gerçeklerin gün yüzüne çıkacağını söyledi" eklemesi yaptı:

'BENİ ENGELEMEK İÇİN HER TÜRLÜ ÇABAYI GÖSTEREN MHP'Yİ KASTTETİĞİMİ SÖYLEDİM'  

"Benim Sakarya konuşmam üzerine başlayan bir tartışmaydı. Orada açıklığa kavuşturmuştum ama bir daha açıklığa kavuşturayım. Sakarya konuşmasında söylediğim 7 Haziran 1 Kasım arasında yaşananlar konuşursak bazıları insan yüzüne bakamaz. Hangi bağlamda söyledim bunu. Kayyum atamaları oldu seçimden hemen sonra, ben de bu kayyum atamalarını eleştirdim. Ve dedim ki eğer bu insanlar suçlu idilerse seçime sokulmamalıydılar. Eğer seçime sokuldularsa ve yeni bir suç işlemişlerse önce hukuka gönderilmeliler. Yok hukuka gönderilmiş ve ceza almışlarsa belediye içerisinden bir seçim olmalı. Yoksa Türkiye’de seçimin bir mantığı kalmaz. Bunun üzerine MHP'den Ak Parti’den benim aleyhime açıklamalar geldi. Teröre destek olduğum yönünde. Benim o konuşmada cevabım onlaraydı ve orada söyledim terörle mücadele yürütülürken, 30'a yakın şehidimizin defin merasimleri sürerken benim arkamdan kongre oyunları yapanlar dedim Ak Parti yetkililerini ve tam bu terörle mücadele yürütülürken hükümet kurmamı engellemek için her türlü çabayı gösteren MHP'lileri kastettiğimi söyledim. Bir kere o parantezi orada kapatmak lazım.

'HDP BİRİLERİNİ ELEŞTİRMEK İSTEDİĞİNDE ERDOĞAN YERİNE BANA SALDIRIYOR'

Başka gizli saklı bir şeyi ifşa etmek diye bir ifade de kullanmadım. Tehdit nazarıyla hiç kullanmadım. Gelecek Partisi’nin programında özgürlük ve güvenlik dengesi var. Bu benim akademik hayatımda da kullandığım bir kavram. Demokrasi özgürlükler ile güvenliğin denge içinde yaşandığı bir rejimdir. Otoriter rejimler şunu söyler. Özgürlükleri güvenlik adına erteleyebilirsiniz, yok edebilirsiniz. Terör örgütleri de her türlü güvenlik tedbirini özgürlükleri kısıtlayan bir şey olarak göstererek kamu düzenini değiştirmek isterler. Kaosla otoriter rejimler arasındaki dengeyi ve demokratik düzeni bu yolla sağlarsınız. 28 Ağustos’ta  Başbakan olduğumda 1 ay sonra 6-8 ekim olayları patlak verdi. Sanki çözüm sürecini ben gerçekleştirdim de terörle mücadeleyi sayın Cumhurbaşkanı yürüttü gibi bir hava üretiliyor. Ak Parti çözüm sürecini kötülemek istediğinde Davutoğlu onu yapmış oluyor, HDP terörle mücadelede  birilerini eleştirmek istediğinde Erdoğan yerine bana saldırıyor. Oysa çözüm süreci nasıl bir gereklilik idiyse, terörle mücadele de bir gereklilikti. Ben çözüm sürecini de terörle mücadeleyi de gerekli ve yararlı safhalar olarak yürüttüm, bundan da gocunmam.

Üç senedir ben siyasi iklimde yokum ama HDP’nin açıklamalarına bakın Demirtaş’ın duruşmalarda yaptığı açıklamalara bakın ilk sırada saldırdığı kişi benim. Temurci’nin açıklama yaptığı günden bir gün önce Sırrı Süreyya Önder’in benimle ilgili yaptığı açılamaya bakın. Bu açıklamalar, nezaketsiz olduğu kadar, yanlış olgu ve algılara da dayanıyor. Yakışıksız, çirkin kişisel ithamlar siyasilere yakışmaz.

'DEMİRTAŞ'IN TUTUKSUZ YARGILANMASINI SAVUNURUZ FAKAT...'

Şimdi onlar bu bütün açıklamaları yapmakta serbest, birisi onlara eleştiri yönettiğinde ise dokunulmazlıkları var, bu olmaz. Demirtaş’ın tutuksuz yargılanmasını savunuruz fakat Demirtaş dokunulmazlık sahibi değil eleştirilir. HDP de eleştirilir. Bizi en ağır şekilde eleştirenlerin eleştiriye de açık olmaları lazım. Sayın Cumhurbaşkanı bana başbakanlığı devrederken yani kongrede iki emanetim var dedi. Emanetlerinden birisi FETÖ ile mücadeleydi. İkincisi çözüm süreciydi. Ne olursa olsun çözüm sürecini terk etmeyin dedi. Ve emanetçi başbakan istemiyorum dedi. Şimdi bu parametreler açısından bakıldığında 1 Ekim’de başbakanlığı devralmışsınız çözüm sürecini devam ettireceksiniz. FETÖ ile mücadele zaten devam edecek. Ve düzeni de koruyacaksınız. 1 Ekim’de Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim. Bu ilk defa olan bir şeydi. Ve aynı gün Tayyip bey döneminde çözüm sürecini yasalaştıran paketi Meclis’te kabul ettik. Çözüm sürecinin bir legal zemini vardı ve yürüyordu. Bu Cumhurbaşkanı’ndan bana intikal eden bir şeydi yeni bir durum değildi. 1 ekimde görüşme yaptık. Çözüm sürecinin gereği olarak PKK’nın silahları bırakması ve sizin de terörle aranıza  bir mesafe koymanız gerekir diye olumlu  bir görüşmeydi. Demirtaş’ı Başbakanlık’ta kabul ettim diye eleştirildim. Legal bir partiyi Başbakanlık’ta kabul ederim dedim. Bu kadar da açık şekilde iyi niyetimi gösterdim. Bunu konuştuktan ve çözüm süreci yasalaştıktan sonra 6 ekimde Suriye’deki olaylar bahane edilerek Türkiye’nin şehirleri kana, ateşe boğuldu, insanlar hayatını kaybetti. O telefon görüşmesi o zaman yapıldı. Sayın Demirtaş’a telefonda bu konuda insanları tahrik eden konuşmalardan kaçının dedim. Öyle bir zaaf ortaya çıktı ki sanki Türkiye’nin belli bir bölgesinde kamu otoritesi devletin elinde değilmiş gibi gösterildi. Bunun sorumlusu ben miyim tabii ki hükümet üyesi olarak başkasının üstüne atmam. Ama çözüm sürecinin kamu düzeni aleyhine bozulduğu bir dönemi devralmıştık. Onun üstüne ilgili kamu güvenlik birimlerini topladık söyledim de çözüm sürecine şans vereceğiz. Sonuna kadar şans vereceğiz."

'GEREKENİ YAPACAKSINIZ VE HAZIR OLACAKSINIZ' TALİMATI VERDİM'

Ahmet Taşgetiren'in "Ne dedi sizin uyarınız karşısında Demirtaş?" sorusuna yanıt veren Davutoğlu, "Efendim şimdi operasyonu durdurun. Öyle bir talep olur mu? Orada Batman alevler içerinde, kameralardan ben görüyorum. Ve kurban bayramında yapılıyor bu. Şimdi onların bu eylemleri yapma hakkı var, şehirleri kana ateşe boğma hakkı var, devletin kamu düzenini korumak için tedbir almak için hakkı yok öyle mi? Bu gelişmelerden sonra bütün güvenlik birimleri ve çözüm sürecini yürüten arkadaşlarla oturduk dedim ki 2015 Martına kadar çözüm sürecine sahip çıkacağız. Ne yapılması gerekiyorsa yapacağız ama mart ayında silahları bırakmaları şartıyla. Artık bu silahsızlanma yani ta 2013’de verilen bir sözdü eğer çözüm süreci başarıya ulaşmaz ve bu terör eylemlerine benzer 6-8 Ekim olaylarına benzer olaylar yaşanır ve vatanımızın bir köşesinde şehirler ateşe kana bulanırsa bir daha böyle bir kamu düzeni zaafı görmek istemiyorum. Gerekeni yapacaksınız ve hazır olacaksınız. Bu talimatı verdim" dedi.

'BARIŞ SÜRECİNİN ENGELLENMESİNDE 2013 KRİTİK BİR YILDIR' 

Ahmet Taşgetiren'in Dolmabahçe'de bir mutabakat zeminin oluştuğunu hatırlatması üzerine IŞİD, Mısır darbesi, Gezi olayları ve 17-25 Aralık olaylarının ardından bölgenin ve Türkiye'nin bütün denkleminin değiştiğini söyleyen Davutoğlu, barış sürecinin engellenmesinde 2013 yılının kritik bir yıl olduğunu belirtti:

"Orada silahların bırakılacağına dair bir taahhüt var. Çünkü 2013’de Cumhurbaşkanı, Başbakan olarak süreci başlattığında Martta biliyorsunuz Öcalan’ın bir mektubu okunmuştu Diyarbakır’da. Ve haziran ayında silahları bırakacaklardı. Türkiye’yi terk edeceklerdi. Bunu yapmadılar. Bunun yapılmasını engelleyen 2013'tür. O anlamda kritik bir yıldır. DEAŞ'in ortaya çıkışı, Mısır darbesi, Türkiye’de gezi olayları, arkasında da 17-25 Aralık olaylarıyla bölgenin ve Türkiye’nin bütün denklemi değişti.

7 Haziran’da seçime giderken seçimin demokratik şartlarda yapılabilmesi için çok mücadele verdik. Gittiğim bütün şehirlerde ortaya çıkan kamu zaaflarını da gördüm ve gerekli talimatları verdim. Bir takım illegal mahkemeler kurulacak, bu illegal mahkemelere insanlar götürülecek hesaba çekilecek, devletin mahkemeleri devre dışı bırakılacak. Bunlara dünyanın hiçbir yerinde müsamaha gösterilmez. 7 Haziran sonrasında ise açık söyleyeyim HDP kanadında tam bir küstahlık hâkim oldu. Nasıl olsa Ak Parti’nin Meclis’te çoğunluğu yok. Kırılgan bir yapıdalar diye. Arka arkaya gelenlere bakın. 11 Temmuz’da PKK açıklaması var, çatışmasızlık dönemi bitmiştir diye. 13 Temmuz’da halkı direnişe çağıran açıklamaları var. Ve HDP bunlara karşı birşey söylemiyor, bu terör çağrılarıyla arasına mesafe koymuyor. Yine de 15 Temmuz’da ben HDP’yi ziyaret ettim. CHP ve MHP’yi ziyaret ettiğim gibi. Ve orada da kendilerine söyledim bakın bu gidiş gidiş değil. Eğer bu hükümetin çoğunluğu yok dolayısıyla biz istediğimizi yaparız diye düşünüyorsanız 6-8 Ekim olayları gibi şeyler yaşatmayı düşünüyorsanız bakın ben bir dakika bile bu ülkede başbakanlık yaparsam onun hakkını veririm ve bir daha bu ülkede kamu düzeninin bozulmasına izin vermem dedim kendilerine. Baktım ki HDP’de  istediğimizi yaparız havası var. 15 Temmuz’da bunu konuştuk. 20 Temmuz’da Suruç saldırısı oldu, 21 Temmuz’da Adıyaman’da bir askerimiz şehit edildi PKK tarafından. 22 Temmuz’da DEAŞ bir askerimizi şehit etti sınırda. 22 Temmuz’da Ceylanpınar’da iki polisimizin şehit edilmesi sonrasında o tarihte terörle mücadele talimatı verdik. Ve o mücadeleye katılan herkes bilir ki talimatım açıktı: Demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim."

'KÜRT ÇOCUKLARININ HENDEKLER ÜZERİNDEN GÖZ GÖRE GÖRE ÖLÜME GÖNDERİLMESİNE KARŞI ÇIKTILAR MI'

Davutoğlu'nun 'demokratik hukuk devleti içinde mücadele verilecek ve hiçbir sivile zarar verilemeyecek dedim' yanıtının üzerine Yıldıray Oğur'un "Peki bu tam olarak gerçekleşti mi sizce?" sorusuna Davutoğlu, o dönem yaşananlardan örnek vererek yanıt verdi:

"Bunu sağlamak için elimizden geleni yaptık. Bir yanda karşınızda hiçbir kural tanımayan bir terör örgütü var, ne yazık ki diğer yanda her şeyi istismar etmeye çalışan bir FETÖ var. Örneğin Cizre’de bir ceset yerde  sürükleniyor bunu videoya çekiyorsunuz ve terörle mücadeleye zarar vermesi için bunu yayıyorsunuz. Derhal soruşturma talimatı verdim ve bunu yapanlar anında açığa alındı.

Burada bir noktayı daha vurgulamam lazım. Bugün o dönemdeki mücadele, büyük oranda HDP’nin gözü ve perspektifi üzerinden söylemselleştiriliyor. Sürekli devletin yürüttüğü mücadeleye mercek tutularak eleştiriye maruz bırakılıyor. Demirtaş ve Önder bugün rahatça beni eleştiriyorlar da, o dönemdeki sorumsuzluklarını bir masaya yatıralım. Ortaya çıkan bilançonun sorumluluğunu üstleniyorlar mı? Kürt çocuklarının Hendek saçmalığı üzerinden göz göre göre ölüme gönderilmesine karşı mı çıktılar, göz mü yumdular? PKK’ya dönüp bu sürreel saçmalıktan vazgeçin diyebildiler mi? Bugün Kürt halkına dönüp, sizi mağdur ettik, görevimizi hakkıyla yerine getiremedik diye özür dilediklerine şahit oldunuz mu? PKK çözüm sürecini bozmaya yönelik peş peşe açıklamalar yaptığında, çözüm sürecini anlamsızlaştıracak terör saldırılarına hız verdiğinde Demirtaş, bunu eleştirebildi mi? HDP yüksek bir oy aldı, siyasetle bu işi çözebiliriz, terör bunu gölgelemesin dedi mi? Siz buna benzer bir açıklama duydunuz mu?"

(HABER MERKEZİ)

 

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar