'Dev-Genç'i kuranlar, Kurtuluş Savaşı'ndaki kuşaklar kadar değerlidir'

'Dev-Genç'i kuranlar, Kurtuluş Savaşı'ndaki kuşaklar kadar değerlidir'
68 kuşağı devrimcilerinden, Dev-Genç’in kurucularından Sarp Kuray’dan, 50’li yıllardan başlayarak günümüze uzanan yol hikayesinin ikinci bölümü…

Seran VERESKALA


ARTI GERÇEK – Sarp Kuray’la sohbetimizin bu ikinci bölümünde yine kendi dönemiyle ve günümüzle ilgili çarpıcı açıklamalar okuyacaksınız. Merak edenler için ilk bölüm, 1 Aralık Pazar günü yayımlandı.

Kimse devrimci doğmaz anasının karnından, ille bir unsur vardır sizi devrimci olmaya iten… Şahit olunan haksızlıklar, eşitsizlik, ezilen halklar, sömürgeci anlayış gibi olgulara duyulan tepki insanı devrimci olmaya sürükler. Sarp Kuray’ın hikayesi de biraz böyle aslında… Kendisi ve yoldaşları aydın ve imtiyazlı ailelerden gelmelerine rağmen, kendi konforlarını ve geleceklerini hiçe sayarak, hayatlarını insanı yok sayan bu düzeni alt etmeye vermişler. Tercihtir bu yani, kimse kimseyi devrimci olmaya zorlayamaz. 74 yaşında ama hala devrimci ruhu taptaze… "Türkiye’nin önünde bir devrim adımı olduğunu görsem, benim meskenim dağlar olur" demesi ondaki o devrimci ruhu gösteriyor zaten. Yine de sahip olduğu o ruha samimi özeleştiri yapabilecek kadar kendine ve harekete tarafsız bakabiliyor. Bu özeleştirileri de ileriye dönük bir rehber olması amacıyla bir kitap haline getirmiş. 2008’de yazdığı ‘İsyan ve Tevekkül’ isimli kitabında sadece tanıklık ettiği dönemlerden bahsetmiyor, özellikle altını çizdiği özeleştirileriyle bugünkü solun içinde bulunduğu kaosa da ışık tutuyor.

Sağ-sol kavramlarının artık kalmadığını söylediğimde, "biz var diyorsak, tartışma bitmiştir" cevabını verdi mesela. Ülkenin eski sağ-sol konseptine sokulmaya çalışılmasının çok tehlikeli olduğunu söylüyor. Bilimsel sosyalizme inanıyor, Kemalizm’in de bir sistem olduğunu düşünüyor. Üç yıl önce tahliye olduğunda, asıl hapishanenin Türkiye’nin kendisi olduğunu gözlemlemiş; insanların artık fikirlerini özgürce ifade edemediğinden bahsederken, "Burası açık hapishane, ben içeride daha rahattım. Orada ne olacağı belli, dışarıda değil" dedi. Hayatıyla ilgili ayrıntıları söyleşinin ilk bölümünde okuyabilirsiniz. Bu bölümde de işkenceci Topukkıran Zekeriya’dan kadın devrimcilere, Kürt sorunundan kadın meselesine, mafya söylentilerinden CHP’ye geçişine ve gündeme dair pek çok konudan detay bulacaksınız, yine de aktif devrimci günlerinden kalan ve henüz kimseye söylemediği çok mühim olaylar olduğunu düşünüyorum.

'BENİM EKSİĞİM, 71’DE ÖLMEMEK OLDU'

O zaman ordu mensubu genç subayların devrimcilere inanması desteklemesi gerçekten de akıl almaz bir şey. Sizi çok etkilediğini görebiliyorum. Üstelik başlarına gelecekleri de biliyorlardı.

O çocuklar da ülkesini ve halkını seven çocuklardı. Başlarına gelecekleri biliyorlardı ve nitekim sonrasında mahvoldular. Genç subayların hayatlarını nasıl feda ettikleri konuşulmalı burada… Mahvoldular yani. Onların içlerinde, orada olup da hapishaneden çıktıktan sonra Türkiye’yi terk edip, ülkelerine bir daha geri gelmeyen çocuklar tanıyorum. Hepsi de hapishanede konuştuğumuz, bizlere ve bana saygı duyan, politik olarak orada beraberliğim olan çocuklar onlar. Yaktılar kendilerini, gerçekten ve ucunun ne olacağını bilmelerine rağmen yürüdüler gittiler. Bu çocukların hakkını vermek lazım.

Kim bilir ne yaşamışlardır içlerinde; hem ordu gibi bir disiplinin içindeler hem de o disiplini tamamen çiğneme durumundalar, içlerinde parçalamışlardır kendilerini…

Tabii. İçlerinde sınıfının en iyileri olan çocuklar vardı. Mesela Sabahattin Sakman sınıf birincisiydi. Topçuydu. Okuldan çıkıldığı andan itibaren kimin yürüyeceği, kimin yürümeyeceği hemen belli olur.

Yine soracağım, öyle orduya bağlı ve sınıfının birincisi bir subayı nasıl ikna ettiniz Mahirlere yardımcı olması için?

O, dışarı çıkalım dedi. Şile’den 40 dakika sonra bir motorla Varna’ya gideceğiz. Sabahattin dedi ki, ben Faik Türün’ün eline düşmek istemiyorum. Ben de "Burada tehlikede olanlar, hakkında idam istenenler ve muhtemelen asılacak olanlar var." dedim. Ama Mahir ülkede kalmak istedi. Denizler için eylem yapmaya kararlıydı. Kısaca Mahir ucunda ölüm bile olsa ben ülkede kalacağım ve sen bunu biliyorsun, dedi bana. Çıktım, Sabahattin’e "Karar bu. Ya uy ya da uymuyorsan gel içeri, ben seni alayım, elbiseni giyeyim, alarma ben basayım." dedim. Çünkü dışarıdaki o devriyenin geri çekilmesi lazımdı ve çocuk o devriyeyi geri çekti ve arkadaşlar yürüdü.

Sonra hepsi de sizinle aynı hapishaneye düştüler, sizin gibi onlar da işkencelerden geçtiler. Peki, size yapılan ilk işkenceyi hatırlıyor musunuz?

(Gülümsüyor) Ben bir kaymakam çocuğuyum. Altta polisler oturuyor, bizim lojman yukarıda… Beni ilk kez falakaya yatırdıklarında, ilk kez ayağımın altında duyduğumda, Allah Allah dedim; yani orada subaylık yapmışım, bir hayatım var, işin buraya varacağını hiç düşünmemiştim, bizim kuşağımız böyle bir işkenceye hazırlıklı değildi, bakın. Öyle bir örgütlenme yok, bir gençlik hareketi var, uyarı yok, öyle bir bilinç yok, hiçbir şey yok. Yani geçmişten abiler var ama… Bizim hareketi destekleyen iki insan var; biri Mihri Belli, diğeri Dr. Hikmet Kıvılcımlı… Temkinliler. Olayları biliyorlar. Uzun seneler hapishanelerde yatmışlar. Onlar biliyorlardı ama biz hazırlıklı değildik, ben çok şaşırmıştım. İşkencede hesap tutulmaz, bu bir tecrübe olayıdır, sonrasında kantinlerde herkes her şeyi biliyordu çünkü sonlara doğru eylem yarışı oldu yani. Deniz çıkınca, herkes çıktı yani.

Sizin döneminizdeki en büyük işkencecilerden biri, Kel Zekeriya imiş, Zekeriya Aydın.

Evet, ben Zekeriya’nın sopasını yedim. Topukkıran Zekeriya… O meşhurdur zaten. Koskocaman elleri vardı. Berbattı. Ki bizi falakaya indirmek de öyle kolay değildi, çok güçlüydük, birkaç kişi gerekirdi. O çok uzun yıllar işkencecilik yaptı. Zaten İkinci Sube’ye dövdürdüler bizi. Önce Sirkeci’ye getirdiler bizi, Sansaryan Han’a… Ben, Cihan, geçen gün vefat eden Tayfun Cinemre, Ulaş, Salman Kaya; biz hep beraber dayak yedik. Birimizi alıyorlar, bırakıyorlar, diğerimizi alıyorlar. Elrom’dan sonra bizlere muazzam bir tepki vardı, orada yıktılar bizi ve sonra İkinci Şube polisinin eline teslim ettiler bizi… Faik Türün vardı İstanbul’un başında o zaman, çok acımasız, zalim bir adamdı. Yürüdü bu işin üzerine… (Nur Sürer: (Yüzünü buruşturarak) Korkunç bir adammış. ) Bende öyle çok iz bırakmadı ama işkencenin iz bıraktığı çok insan oldu.

Şimdi de hala işkence gören gençlerimiz var, onlar için soruyorum bu soruyu; bir insanlık suçu olarak sadece bedeni değil ruhu da parçalayan bir şey işkence… Siz sonrasında nasıl iyileştirebildiniz kendinizi? İyileştirebildiniz mi? Mesela işkencecilerinizi affettiniz mi?

Şimdi affettik dersek doğru olmaz. Onlara karşı belli bir yargımız oluştu tabii, kolay kolay affedilmeyecekler. İnsan mücadelenin içinde olduğu zaman, kendini kolay tamir ediyor. Hapishaneden çıkıyorum, dışarıda beni görüyorlar, hemen hayata karışıyorum. Bende öyle hapishane bunalımı falan olmuyor yani. Ertesi gün koşmaya başlıyorum.

İşkence yapanda da bir iz kalır bence, birine işkence yaptıktan sonra evine gidip direkt çocuğunu sevemez bir insan gibi geliyor bana…

Makine gibi olmuş onlar. Herhangi bir duygu ya da ruh belirtisi göremiyorsun. (Nur Sürer: Denizleri yargılayanlar, idamı onaylayanlar nasıl ölmüşler sonunda değil mi?) (Nur Hanım’a dönerek) Ya, Mahkeme Başkanı Ali Elverdi, tamamen sarsak halde…

Boğularak öldü o değil mi? Karmayla ilgisi var mı bilmiyorum ama Kenan Evren de yatağında öldü yani.

Evet ama bu işler belli olmaz. Ne hissettiğini kimse bilemez.

12 Eylül hakkında çok uzun bir TV programı yapılmıştı ve siz de konuklardan biriydiniz. Yaşar Okuyan da vardı. Hatta sizin Okuyan’ı hastanede ziyaret ettiğinizi orada öğrendim. Çok şaşırmış sizi görünce… Bir devrimci olarak ülkücüler dahil herkese aynı mesafede nasıl durabiliyorsunuz?

Evet. Ziyarete gittim kendisini… Kendi anlattı, benim ismimi duyunca çok şaşırmış. Hep söylüyorum, bizde insan önce gelir, yaptığı siyaset sonra…

Gerçi, programı izlerken dikkatimi çeken, bütün konular gibi Okuyan da hep size bakarak konuştu, temkinli konuştu bayağı… ama sizin onu dinlerken ki yüz ifadeniz çok şey anlatıyordu.

Sevgi biterse bir işte, her şey bitmiştir. Bakın, bana göre devrimciliğin en büyük kaybı sevgi olmuştur. Bizde sevgi bitmiştir. Biz öyle sınıfsal gerekçelerle falan bu işlere girmiş adam değiliz. Böyle bakarsanız bizi hapishaneye değil, tımarhaneye koymanız lazım. Mahir’in bütün sınıf arkadaşları -ki bakanlık yapmış adamlar bunlar- bizden iyiydi o diyorlar. Demek ki başbakan olacak adam yani. (Nur Sürer: Hasan Celal Güzel, Murat Karayalçın, Mehmet Ağar falan… Bunların hepsi sınıf arkadaşlarıydı. Abdullah Öcalan’ı da unutmayalım.) Evet. Aynı sınıftaydılar. Deniz’i düşünün, fevkalade bir fizik, fevkalade bir belagat, fevkalade bir akıl ve uyanık bir çocuk.

Aynı sınıftan iki ayrı uçta insanların çıkması garip diyeceğim ama aynı aileden gelip de bu kadar farklı olan kardeşler de var.

Bu güzel sohbeti teorik olarak boğmamak lazım ama şöyle anlatayım; başta iki ana damar var. Ülkenin bir aydınlanma damarı var, Anadolu aydınlanması var, bunun bir de arkası var, izler doğru sürüldüğü taktirde bizi doğru tarif edebilirsiniz. Bir de karşı damar var; bunların çocukları pozisyon aldı yani. Kurtuluş Savaşı’na bakıyorsunuz, Osmanlı’nın kuruluşundan sonra derebeyleşmeye bakıyorsunuz, ona karşı isyanlara bakıyorsunuz; o isyanlardaki kadın haklarına, eşitliğe bakıp kamusal mülkiyete yönelik eğilimleri görüyorsunuz ama bir taraftan da derebeylik damarını görüyorsunuz. Bunun tarihi bir arka planı var. Zaten Türkiye’de bu durum tarihi arka planı ile anlatılmadığı taktirde, bizim durumumuz doğru tespit edilemez. Biz perdeyi açtık ama biz derken ben oraya kendimi hiç sokuşturmuyorum, benim eksiğim, 71’de ölmemek oldu. Ölseydim zaten o perdeyi açanlar içerisinde ben de bir pozisyon olarak yer alırdım. Biz Denizlere, Mahirlere, Ulaşlara, Cihanlara, İbrahimlere, Cevahirlere, Sinanlara, Kadirlere, Alpaslanlara önder dedik. Bunların hepsi arkadaşımız. Çoğuyla samimiyetim vardı. Bunlar yaşanırken de ne demagojiye girdik ne ajitasyona… Yoksa eylemler başlamadan evvel hikâye anlatsak, hikâye başka… DEV-GENÇ’in içindeki var olacak liderlik kavgasını anlatsam size, güçler başka… Bu arkadaşlar günün koşullarına göre, bütün o gençliğin üzerine uygulanan o kirli ve çirkin politikalarla, göbeklerini kendileri kesmek durumunda kaldılar ve öncülük yaptılar, perdeyi açtılar. Bize düşen, o perdeden bu yana yapılan politikalarda özeleştiri yapmak… Onları kirletmeden, lekelemeden…

'DEV-GENÇ’İ KURAN İNSANLAR, BANA GÖRE KURTULUŞ SAVAŞI’NDAKİ KUŞAKLAR KADAR DEĞERLİDİR'

İsterseniz siz de bir liderlik yarışına girebilirdiniz ve fraksiyonların içine dahil olabilirdiniz.

Yarışmak çok çirkin bir şey. Zaten bu çocuklara o fraksiyonlarla gelinmemiş olsaydı, bugün Türkiye’nin kaderi değişik olurdu. Bunlar şu an tarif etmeye çalıştığım ruh haliyle 78’e aktarılmış olsaydı, meşale misali ülkenin her yanı aydınlanmış olurdu. Onlar bizim öncümüzdür, ben de bugüne kadar düşe kalka devam eden bir adam olarak, onları incitmeden hesap verme bizde, diyorum. Tarihi arka plan neden önemli, kendi gerçekliği için doğru tasvip edebilmek ve özü anlayabilmek için… Özeleştiriyi ideolojik yapmamak lazım. Yoksa ben tekrar gerilla savaşı yapacağım, öncü savaş yapacağım çizgisinde değil bu. Onların yeri, tarihsel misyonları çok farklı olduğu için o ideolojilerin ötesinde bir yerde… Tartışma burada kalırsa, oradan fraksiyonlara gidiyoruz zaten; o ayrı bir tartışma, ben ona girmem ama DEV-GENÇ’i kuran insanlar, bana göre Kurtuluş Savaşı’ndaki kuşaklar kadar değerlidir.

Siz de idamla yargılandınız ama kaç defa… Hep ipten dönmüşsünüz.

Ankara'dan ayrılıyoruz, İstanbul’da farklı bir dava var. O zaman çok büyük bir sevgi hâkim ve ben o 10 metrelik yolu Ruhi Koç’la beraber yürüyorum. Erçıkan’a (Korgenerel Atıf Erçıkan) saldırmaktan dolayı ceza almışız, , büyük bir coşkuyla geldik ve Deniz uğurladı bizi, bana "Hangimiz sağ kalırsak, 80 yaşına bile gelsek, bu işi bırakmayacağız değil mi?" dedi ve bir daha da görmedim Deniz’i o günden sonra. O zaman benim de durumum çok ağırdı, Genelkurmay saldırıyor, ordunun hedefindeyim, idam edilme ihtimalim var -gerçi Remzi Şirin bize idam vermediği için lağvedildi o mahkeme-… Remzi Şirin bizim mahkeme başkanımızdı. Remzi Baba derlerdi, ben de çok severdim kendisini… Hapishaneye girerken kendisine telefon etmiştim, bana "bak, senin kafanı o dönemde almak istediler, ben karşı çıktım ama düşmanlık bitmiyor be Sarp. Hadi bakayım koçum, bu belayı da atlat delikanlı gibi…" demişti, geçen gün de vefat etti, Allah Rahmet Eylesin.

Deniz Gezmiş’in infaz haberini aldığınızda neredeydiniz?

O asıldığında ben İstanbul’daydım. Hapishanede aldık haberi. O kadar çok severdim ki çok üzülmüştüm. Hepsini çok severdim, kardeşten ötelerdi benim için.

O dönemler aynı mücadelenin içinde olanların kardeş gibi olmama ihtimali yoktur herhalde. Zaten kaç kişi kaldı ki o dönemden? En son Teslim Töre’yi de kaybettik. O da arkadaşınızdı, değil mi?

Evet, tanırdım. Teslim gençlik hareketinden değil aslında. Türkiye İşçi Partisi’nden, biliyorsunuz. Malatyalı bir köylü olduğu için o daha çok emekçilerin yanındaydı, köylü lideridir o esasında. Onlar da değerli arkadaşlar.

Konu aşka gelince devrimciler hep sınıfta kalmış. İnandıkları dava yüzünden sevdiklerini hep arka plana atmışlar. Kadın meselesinde de hiç aktif olmamışlar.

(Nur Sürer: "Kadın ilişkileri çok berbat hakikaten, en berbat oldukları konu o bence.") Var tabii böyle sorunlar, oralarda biraz zayıf kalmışız. Bakın bizde çevre sorunu yok, kadın meselesi yok.

Halbu ki aranızda da pek çok kadın devrimci varmış ama sizin kadar isimleri ön planda değil.

Kızlar aranmadığı için, okula silahı taşıyanlar onlardı mesela. Kadınlar yok muydu bu mücadelenin içinde vardı ama ön planda değildiler çünkü inisiyatif verilmedi onlara.

Rüçhan Manas vardı mesela, Mahir Çayan’ın firarına katkıda bulunan…

Rüçhan vardı, Kadriye vardı, daha birçok kadın arkadaşımız vardı, Ankara’da da varlardı. (Nur Sürer: Gizli kahramanlar onlar…)

Hepsi de güzel kadınlar, zengin koca bulup evlenebilirlermiş aslında ama demek ki insana, adalete dair bir dertleri varmış.

Siyasi tarafları olan, güçlü kadınlardı hepsi. İsteseler siyasalı bitirip, ciddi bir istikbal yapabilirlerdi ama onlar mücadeleyi seçti ve bu uğurda bedel ödediler.

'BİZLERE İADE-İ İTİBAR YAPMALARI LAZIM, NİYE YAPILMIYOR?'

Kürt sorunu da çok ön planda olmamış. Sadece tartışılmış ama o konuda bir şey yapılmamış.

Kürt sorununa karşı bir hassasiyetimiz vardı ama Kürt sorunu ayrı bir proje olarak ele alınmadı maalesef. Bizde çok kısa zamanda silaha bulaşmış ve militanlaşmış bir yapı var, burayı görebilmek lazım. Aynı zamanda bizler ilktik. Önümüzde bir örnek yoktu ki. Rusya ayrı bir deney, Çin ayrı bir deney, Latin Amerika ayrı bir deney… Güçlü bir tarih bilincimiz de yoktu. Bu konularda eksik kaldık, bak biz bunu yapamadık dediğimizde, bizden sonrakilere bırakacağımız en büyük miras budur.

Kürt sorununa devrimciler olarak gerçek anlamda sahip çıkıp, bunu bir platform haline getirseydiniz, bu sorun bu hale gelmiş olur muydu?

2004’te Kürtlerin içinde Demokratik Toplum Projesi’ne riayet etmiş olsaydık, o projenin kıymetini bilmiş olsaydık -ki benim ismim de telaffuz ediliyordu-, o projeye sahip çıkabilseydik, bugün Türkiye’nin kaderi çok farklı olurdu.

Hala Kürtçe konuştuğu için tepki gören vatandaşlarımız var.

Maalesef. (Nur Sürer: Geçenlerde beni çok güldüren bir olay okudum; Kürt bir çift hacca gitmiş, aralarında Kürtçe konuşuyorlar, önlerindeki adam dönmüş ‘bari burada yapmayın’ demiş… Fıkra gibi)

Ülkenin üstünden buldozerle geçen 12 Eylül darbesinin etkilerini hala yaşıyoruz. Sizce o darbenin en büyük yansıması ne oldu?

Bugün var olan ‘Ortadoğu Konsepti’nin başlangıcı 12 Eylül darbesidir. Fethullahçıların orduya sızması da aynı döneme gelir. Bakın, bir gün Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kayacan bana "Sen bizim değerli bir subayımızsın, seni severiz ama bir gün hem asacağız seni hem de altında ağlayacağız." dedi. Ben subaylı bir grupla, oraya hapsedilen Harbiyeli çocukları almaya gitmiştim orduevine, orada oldu bu konuşma. Üstümüzde resmi üniformalar var, büyük bir sessizlik hâkim... Ben de ona karşılık "Bizi atacağınız anlaşılıyor ama yerimize kimi koyacaksınız? Bunu düşündünüz mü?" dedim. Şimdi bakarsan, o zamanki genç subay potansiyelinin ne olduğunu bildikleri için, ordunun en aktif elemanlarını biçerek, budamayı doğru yaptılar esasında. Biz eğer donanmada kalsaydık, bu Fethullah katiyen giremezdi oraya... O damarı temizlediler, önce sivil sonra ordu gençliğine kıydılar, itiraz kültürünü geri çektiler ve Türkiye’yi bugünlere hazırladılar. Bugün Kürt meselesi de o itiraz kültürü üzerinden oynanıyor.

Devlet bizi sevmiyor düşüncesi de o aralar iyice yerleşti herhalde ve kopukluk başladı.

O, o kadar acılı bir kopuş oldu ki, onun özeleştirisini devlet hiçbir zaman yapmadı yani. 15 Temmuz’da, karşı çıkanlar için "ne yapmışlarsa yapmışlar" dediler değil mi? Çünkü 15 Temmuz bir ihanet şebekesinin Türkiye’de bir darbe teşebbüsüdür. Şimdi Kenan Evren yargılandı, bugün bütün kışlalardan ismi söküldü değil mi? E, o zaman ona karşı çıkanları baş üstünde taşımaları lazım değil, mi? Amerikancı, hain bir adam, değil mi? Müebbet yedi, değil mi? E, o zaman bizi yargılamamaları lazım; biz de darbeye karşı çıktık. Uçaklarla dolanarak değil, bilmemne tüneline saklanarak değil, bizler de canımızı vererek karşı çıktık o darbeye… E, o zaman bize madalya takman lazım. İade-i İtibar yapmaları lazım o halde, niye yapılmıyor?

Mustafa Suphiler dönemine gidelim, Ankara hükümetine geliyorum diye telgraf çeken adamın başına gelen bellidir yani. Şimdi, sola bir düşmanlık yapılmıştır, solda inanılmaz bir tasfiye yapılmıştır, devletin hafızası budur, şimdi bunun kurmaya çalıştıkları cumhuriyete yararlı olup olmadığını düşünüyorlar beyefendiler. Hepimize kıydılar bu anlamda. Ta Mustafa Suphiler, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası zamanında başlamış sola karşı bu hoyrat tavrın cumhuriyete karşı bir faydası olmamıştır. Sol damarı tasfiye etmenin, Türkiye’nin aydınlık damarını tasfiye etmek olduğunun bilincine varmak gerek.

Sizin kuşak yanlışlar da yapsa, büyük fedakarlıklarda da bulundu…

Büyük fedakârlık, büyük bedel falan, şimdi böyle bir damar kalmadı artık. Şimdi adam dört ay hapis yatıyor, 400 sene konuşacak materyal buluyor. Bakın, bu Fethullah adamının yaptığı darbe teşebbüsünden sonra ben Edirne cezaevine geldim, girdim koğuşa, biri 30 yıldır, diğeri 25 yıldır, bir diğeri de 28 yıldır orada… Böyle bir hapis yok! Anneler gitmiş, babalar gitmiş, kadınlar gitmiş, çocuklar gitmiş, her şey gitmiş. (Nur Sürer: Ben çok şaşırdım onları görünce. 2o’lerinde girmişler, şimdi yaşlılar bildiğin… Nasıl üzüldüm.) Bir kuşağın bu fedakarlığı varken… Kurtuluş Savaşı’ndaki çocuklar zaferden sonra görüşürüz diye gidip, üç sene sonra ailelerine geri dönmüşler. Burada bir geri geliş olmadı yan. Mezarlıklar doldu, hapishaneler doldu, bunlar hala içeride ve direniyorlar. (Nur Sürer: FETÖ’cü hakimlerin, savcıların yargıladığı insanlar da hala içeride, onları yargılayanlar da içeride…)

'BEN ŞİMDİ HAPİSHANEDE AĞLASAM, ‘YAHU KARDEŞİM ÇELİK ÇOMAK OYNAMAYA MI ÇIKTIN SOKAĞA?’ DEMEZ MİSİNİZ?'

Hakkınızdaki mafya söylentilerine gelelim; ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Herhalde çok göze battım. (Gülüyor) Mafya olsanız sizin karşınıza çıkar, belgeli konuşurlar zaten. Eğer devrimci harekette lojistik aramada bir rahatsızlıkları varsa, o onların anlamadığı bir konu demek ki! Lenin’den öğrendik biz bu yolları… Lenin’e mafya der misiniz? (Nur Sürer: 26 yıldır beraberiz Sarpla, bu söylentilerden sonra "4 aylık kiramızı veremiyoruz, ya sen ne biçim mafyasın" demiştim.) (Gülüyor) Bana göre mafya, bir yerleri tutup orayı kendi şartlarına göre ayarlamak, sokaktaki goygoycu mafyadan daha büyük tehlikedir. Silahsız mafyadır bunlar, otoparklardan başlayarak entelektüel kurumlara kadar bütün sektörlerde vardır ve daha tehlikelidir. Basının içinde de mafya var mesela. Eğer esas mafyayı konuşacaksak, bunlardan bahsetmek lazım. Her köşeyi tutmuşlar ve kendilerine göre düzenlemişler, memnun olmadıkları şahısları da ya hedef gösteriyor ya da karalıyorlar. Ben de hapishaneye yürüyorum. Beni neden yargıladıkları belli. Bu yüzden bu laflar söyleyende kalır, bize dokunmaz. Gitsinler mafyayı başka yerde arasınlar.

Öğrenciliğimde mafya dendi mi akla gelen isimlerden biri Dündar Kılıç’tı, kendisine son kabadayı falan diyorlardı. Evinde hatırı sayılır bir kütüphanesi varmış, solcu dostuymuş, hatta cenazesine Yaşar Kemal de gitmiş.

Dündar abiyle ben hapis yattım, bizim abimizdi. Devrimci dostuydu ve her aşamada bize elinden geldiği kadar yardımcı olmuştur. O da mafya değildir, o tip kabadayılığın da tarihi bir arka planı vardır. Taa Köroğlu’na dayanır. Zenginden alıp fakire dağıtan, garibanın işini gören bir gelenek var esasında… Onlar mahalle devrimcileridir. Onları mahallede adalet arayan, ezilenleri koruyan bir karakter olarak dizilere, filmlere yansıttığınız zaman, binlerce adam seyrediyor ve ismine kahraman deniyor, değil mi? İzleme oranında birinci oluyor, değil mi? Olay budur. Bir de sırtını milli istihbarata, devlete dayayıp, kolpacılık yapanlar var, onlar başka…

Tek başınıza bir örgütün kurucusu ve yönetici olmak yalnızlığıyla nasıl başa çıktınız?

Burası acı su, içtiğiniz her zaman tatlı su olmuyor. Önümüze gelen her şeyle başa çıkacağız. Ben şimdi hapishanede ağlasam, "yahu kardeşim çelik çomak oynamaya mı çıktın sokağa?" demez misiniz? (Gülüyor) Bunları bilerek gittik. Burada bir yalnızlığın olduğunu bilerek gittik. Burada ağlama, zırlama olmaz. Bana hapishanede yatmak düştü, üstüne yüklendiler bana, dünyanın lafını söylediler, şu devletin kime nasıl baktığı belli, akıllı ve vicdanlı insan bundan bir sonuç çıkartmıştır zaten.

30 yıl evvelki eylemlerden yargılandınız; zaman aşımı size işlemedi tabii…

Bana yok. Benim davamda yoktu ama diğerlerinin davalarında vardı. Bizden daha felaket olaylar var, bizimki örnek değil yani. Siz sordunuz diye söylüyorum; geçen gün biri geldi yanıma, dedi ki "abi şu örgütsel meseleye bir değerlendirme yap!" Biz Türkiye Devrimci Hareketi’nde devede kulağız. Öyle bir değerlendirme yapmak lazım ki herkesi içine alsın. Ben kendime göre değerlendirme yapamam, onun için hapis yatmak marifet değil, bu ülkenin birikimlerine dikkat etmek lazım. Adalet Yürüyüşü’nde 100 kilo insanların 18 km’yi koşarak yürüdüğünü gördüm. Bizim o militanlaşmış yapımız kriter değil. Bizim o yapımız tecrit vaziyetini yaratıyor esasında. Bütün birikimleri kucaklayacak, hepsine tevazu göstermek önemli.

'ÖNCESİNDE KÜRT BÖLGESİNDE SEÇİMLERDE GOY GOY YAPILACAĞINI GÖRDÜLER VE AİLELER ARALARINDA 'SEN CHP’YE, BEN HDP’YE' DİYE İKİYE BÖLÜNDÜLER'

Hapisten çıktınız ve Kılıçdaroğlu size partinin nişanını taktı. Sizi eleştirenler en çok da bu konuda eleştiriyorlar. Bir devrimci nasıl olur da ulusalcı bir partiye dahil olur diye…

Bir değerlendirme yaptık ve Türkiye’nin meselelerinin bu kadro tarafından halledilmesinin pek bir imkânı olmadığını gördük. Büyük bir karanlık var ve bizim 60 parçaya ayrılmış devrimci potansiyelimiz, bu karanlıkla tek başına başa çıkabilir mi? Hayır. O zaman bir yerde toplanmak lazım. Sosyal demokrat olmak için gitmedik partiye, toplanma yerinin orası olmasına karar verdik. Bizi eleştirenlerin yanıldıkları yer burası… Çok açık söyledim; burası bir toplanma yeridir ve burada bu karanlıkla olan mücadelede, CHP’ye bir misyon düşüyor. Bu misyonu tahkim etmeye çalışacağız biz. Bizim partiden milletvekili olalım, şunu olalım, bunu olalım diye bir talebimiz yok… Biz devrimciyiz. Eğer bu saatten sonra bir devrim görevi olursa, hazırız, Türkiye’nin önünde bir devrim adımı olduğunu görsem, benim meskenim dağlar olur ama var mı Türkiye’de devrim şartları? Yok. Bu karanlıkla mücadele etmek şart mı? Şart. Kendi gücümüz buna yeter mi? Eskiden kendi gücümüzle denemişiz, silahlı silahsız her tür mücadeleyi denemişiz, yetmemiş, şimdi hiç yetmez. O zaman devrimciler oturacaklar, bu karanlığa karşı çıkmak için, dönemin ruhuna uygun bir tavır alacaklar, bu bu kadar basit bir formüldür.

HDP de uygun bir toplanma yeri olabilirdi.

HDP de sonunda buraya geldi ama. İstanbul’da 800 bin oy farkını nasıl yaptık? CHP’nin arkasında hizaya gelindi yani. E, ne bu şimdi? Ben öyle hizaya gelmem şahsen. Ben seçim için yan yana gelmem. Ben karanlıkla mücadele için yan yana gelirim, bu o partiye angaje olmam anlamına gelmez. Çünkü bu dönem 12 Eylül’den bile daha karanlık. Hapis yatmak marifet değil çünkü burada herkes mücadele ediyor, bütün birikimlere saygılı olmak lazım. Dindar insanlar da bu karanlıkla mücadele ediyor.

CHP dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet dediği için Kürtlerin liderleri şu an hapiste; durum böyle olmasına rağmen Kürt halkının seçimlerde CHP’ye oy vermesi çok değerli, değil mi?

Bakın, bu bir misyon. Farkında olun ya da olmayın, ortada tarihi bir misyon var ve bizim görevimiz bu tarihi misyonu hatırlatmak. Türkiye zordadır ve zorda olduğunda çıkmasını bilmiştir, bu dayanışma da zordan çıkmayı isteyenlerin bir tepkisi olmuştur. Tarih bize bunu gösterdi, bugün bizim tarafımızın zaferinin altında hepsi var. Bu kadar baskının, bu kadar zulmün olduğu bir ülkede, insanlar kendiliğinden yan yana gelmişler. Bu hiçbir partinin başarısı değildir, bu tabanın başarısıdır. İçimizde Kürtler var mı? Var. MHP’den kopan toplumcu milliyetçi damar var mı? Var. Demirel’in partisinden kopan adamlar var mı? Var. Sosyalistler var mı? Var. Sosyal Demokrat var mı? Var. Tarih bizi yan yana getirdi, buna bir anlam katmak ve bunun anlamını anlatmak bizim görevimiz…

Peki, geçen hafta Talat Atilla ve Rahmi Turan’ın başlattığı, ‘CHP’ye operasyon’ gözüyle bakılan durumu nasıl okuyorsunuz? Öyle bir söylemi bu kadar ciddiye almaya gerek var mıydı? Yine her zamanki gibi karı-koca kavgasına döndü bu iş.

CHP, uzun seneler muhalefette kaldığı için, iç didişmeye müsait bir yapıya sahip. Dolayısıyla buna bir oyunlar oynanacağı belli çünkü bu sadece CHP’yi değil, hepimizi ilgilendiren bir durum. Şimdi Millet İttifakı denilen, bana göre tarihsel bir blok var ortada… Bunun hakkını vermek lazım tabii. Bunun içinde Kürtler var, cumhuriyetçiler var, devrimciler var, kadınlar var, aydınlanmayı ve cumhuriyeti savunan insanlar var; bu tarihsel bir blok oldu yani. Bu asgari müştereklikte bir cephedir. Bunu dağıtmak istiyorlar, bu belli.

Ama başardılar, bayağı gündemde kaldı bu önemsiz mesele.

O yapı müsait çünkü. İç kavgaya organize bir yapı ama o tarihsel bloku hafife almayın. O bir kere oluştu, o blokun önemi iç kavgalardan daha mühim. Türkiye politik bir devrime gebe ve bu politik devrime göre organizasyon yapacağız. Bir şemsiyenin altındayız bugün. CHP’de akılcı bir sağduyu var. Bırakın yukarıyı, tabanda var bu sağduyu. Kabuğu hiç konuşmamak lazım. Öncesinde Kürt bölgesinde seçimlerde goy goy yapılacağını gördüler ve aileler aralarında "sen CHP’ye, ben HDP’ye" diye ikiye bölündüler. Bu tabanın sağduyusudur. Bu taban ve tabandaki sinerji çok önemlidir ve bizim inandığımız da bu tabandır.

Savaşa hayır demenin suç sayıldığı ve barış istediğinizde savaşı üstünüze çektiğiniz bu dönemde, CHP’nin tezkereye evet demesi, temsil ettiği bütün ideolojilere aykırı değil mi sizce?

Türkiye’de özgürlükler üzerine yürümek lazım. CHP, bugünkü iktidarın güvenlik politikalarının peşine takıldığı için, kendi misyonuna da ters düşüyor. Fikir özgürlüğü ve halkın refahı olmadan demokrasi olmaz. Bundan korkmamak lazım. Dokunulmazlıkların kaldırılmasından bu yana güvenlik politikaları öne alınarak yapılan bütün tavırların doğru olmadığı kanaatindeyim. Bunların hepsine itiraz ediyorum.

'KADINA ŞİDDETİ PROTESTO ETMEK İÇİN YÜRÜYORSUNUZ VE YİNE ŞİDDET GÖRÜYORSUNUZ'

O kadar büyük bir faşist dalgaya rağmen, dünyada büyük uyanışlar da oluyor.

Bütün dünyada ta Latin Amerika’da başlayan yeni bir arayış var. (Nur Sürer: İran’daki kadınların çıkışı, o baskıya rağmen seslerini yükseltmeleri müthiş bir şey. Şili’de feministlerin yaptığı gösteri inanılmaz, bu dalga dalga bütün dünyaya yayılıyor şimdi. Bizim ülkede de ‘Kadın Cinayetlerini Önleyeceğiniz’ platformu bunun için bir hazırlık yapıyor şimdi ama onlar gazı yiyecek kesin…) Doğru. Her ülke içinde bulunduğu durumun değerlendirmesi yapacak artık.

Hazır söz açılmışken, kadın meselesini de konuşalım mı? 25 Kasım Kadına Şiddet Yürüyüşü yine plastik mermiyle bitti.

Siz kadınlar tarihsel olarak o kadar haklısınız ki! Kadına şiddeti protesto etmek için yürüyorsunuz ve yine şiddet görüyorsunuz. Bütün bu itirazları bir araya toplamak lazım. Eylemlerin yapılması doğru bir harekettir çünkü itiraz olmazsa dinlemezler. İtirazımızı yapmak lazım! Şimdiki iktidar Türkiye’yi toparlayamaz artık, öne çıkan bütün meselelerde iflas ettiler. Gereken iradeyi gösteremediler. Ve halk yeni bir arayış içerisinde, bizim özgürlük damarımız kalkacak ayağa

Türkiye’de intihar eden ailelerin sayısı yükseldi. En son 6 aylık bir bebeği olan bir manav, sebze deposunda kendini öldürdü. Bu olaydan bir gün evvel başka biri, pazara gitmek isteyen eşine param yok diyemediği için, banyoda kendini vurdu.

Adamın cebinde 1,5 lira parası var. Çarşıya çıkacak, evde yiyecek bir şey yok, para yok, karısına bunu söyleyemiyor, içeri giriyor intihar ediyor. O dört kardeşin intiharı… Öbür tarafta çocuklarını da öldürüp intihar eden baba… Bir tarafta korkunç bir yoksulluk, korkunç bir ekonomik kriz, diğer taraftan aydınlanmanın ve cumhuriyetin erimesi… Korkunç bir tablo.

Bu korkunç tablo düzelir mi sizce?

Düzelir ve düzelecek elbet. Bu ülke neler gördü.

Oyuncu olduğunuz için size sorayım Nur Hanım ; Haluk Bilginer’in ödül almasına bir sürü tepki geldi; yok ödül vasat bir ödülmüş, yok yapım şirketi torpil geçmiş…

Nur Sürer: O kadar sevindim ki aldığı ödüle… Türkiye’nin en iyi oyuncularından biridir Haluk. Ne istiyorsun sen, nasıl bir ödül almalıydı yani? Organizasyonu yapan şirketlerin jüride olması gerekir zaten, her şey kurallara göre işliyor. Şahane oyuncu, iyi insan, enerjisi yüksek, şakacı, neşeli…

Öne Çıkanlar