Çocukların yüzlerine bakamaz olduk
Minicik bir kız çocuğunun yanağına elini koyup onun ölümünü fantezileyen erki büyük adamlarla doldu ortalık. O çocuk yaşasın, neşeli, keyifli bir hayatı olsun, ne bileyim, maşallah, Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin geçmiyor içinden. ‘Ölsün bu çocuk’ diyor.
‘Yavrum ölme! Sakın ölme, kusura bakma, minicik ellerinden öpeyim’ diye haykırmak zorunda bu memleketin bütün anaları ve babaları. Bunu haykıramıyorlarsa yamyam bu insanlar, çocuk yiyen cinsinden hem de.
Askeri vesayeti kaldırmak diye yola çıkan bu insanlar, şimdi çocuk cesetleri üstünden fantezi kuruyorlar. Anlamadık ki istemedikleri başkasının askerinin vesayeti, istedikleri kendi militarizmleriymiş. Şimdi ortalık Çocuk cesedinden geçilmiyor. Çocukların yüzlerine bakamaz olduk.
Bir rejim yurttaşlarını nesneleştirdikçe gericileşir, vahşileşir. İnsanlar yurttaş olmaktan çıkıp rejimin bekçilerine, askerlerine, kapıkullarına dönüştürüldükçe topluluk ve hatta çoğunluk ifadeleri katılımcılık değil biatcılık anlamına gelir. Katılım özgürce yapıldığında, birey sosyal ediminin öznesi olabilir.
Çocuklar zaten özgürdürler. Onların ki başka bir özgürlük halidir. Özne olmak zorunda olmaksızın sadece var olma özgürlüğü; korunma, kollanma, sevilme özgürlüğü. Henüz karar vermek zorunda olmaksızın meraklı gözlerle dünyayı izleme, düş gücünün götürebildiği tüm yerlere gidebilme, düşlerin ve gerçekliğin sınırlarını bilmek zorunda olmama özgürlüğü…
Biliyorum medyanın sosyal, gayri sosyal her türlüsü bakamadığımız kıyım görselleri ile dolu. Bakmaya kıyamadığımız değil kıyımına bakamadığımız kanlı çocuk cesetleri… Afrin’de bebekler katlediliyor, Filistin’de çocuk olmanın, Libya’dan denize açılan bir teknede küçük olmanın ne anlama geldiğini biliyorum. Çocuk olma haline kayıtsızlığın en uç noktalarında yaşıyoruz küresel olarak. Bu kayıtsızlığın bedelini ödüyorlar Afrin’deki, Filistin’deki, Akdeniz’deki teknelerdeki bebekler.
Ancak, elini bir çocuğun yanağına koyup onun ölümünü arzulamakta sadece bir kayıtsızlık yok. Burada bir isnat, bir niyet, bir güdü var. ‘Bu çocuk ölsün, anası eksikliğini çeksin, babası kahrolsun ama benim iktidarım sürsün, yeter ki ben iktidarda kalayım, yeter ki benim dediğim, sadece ve sadece benim dediğim olsun, söz benim sözüm, toplum benim kullarım olsun. Ve bu çocuk ölsün.’
Ölen çocukların sayısını tutmaz oldu yetkili merciler artık. Sadece 2016 yılında 50 milyon göç etmek zorunda kalmış çocuk vardı, bunların 300 bini sahipsiz kalakalmış çocuklardı. 600 çocuk ölmüştü Akdeniz’i geçemezken. 2017’nin sayıları geldiğinde de onlara rakam diye bakacağız. Rakamların ardında gülen çocuk yüzlerini görecek halimiz yok ya. Beş ayda 44, 11 yılda 500 çocuk ölür. Kürt illerinde biz savaş durdurmayı beceremeyiz. Hatta belki istemeyiz ki dursun savaşlar. Çünkü altı üstü rakamdır bunlar, gerçekliğinden kopmuş hayasız soyutlamalardır. ‘Artık çocuklar ölmesin’ diyen politikacı bile kalmadı.
ABD’de 14 Mart’ta gençler ülke çapında boykota hazırlanıyorlar, ‘yeter artık okul katliamlarında çocuklar ölmesin’ diye. Ve ateşli silahlar pazarlama lobilerinin uşağı politikacılar bu gençlerle dalga geçen demeçler veriyorlar hiç utanmadan. Yavrusunu yiyen hayvan türlerine filial cannibalism denir zoolojide. Artık siyasal bilimlerde de bu kavramsallaştırmaya ihtiyacımız var. Adını koyalım, belki bir umut o zaman çaresini de bulabiliriz.
Irzlarına geçilip öldürülen çocuklar, savaşa gönderilen çocuklar, şehitlik hayallerine meze edilen çocuklar, bombalarla parçalanan çocuklar… bir ceset tarlasında yürüyoruz hep birlikte. Bunun adına ne ulus denilebilir ne toplum ne de kültür. Çocuklarını yiyen vahşileriz biz artık. Çocuk yemeyenlerin çaresizliğinde gizli vahşetimiz.
Savaş seviciliği yapmak üstünden kurulan bu dil ve bu hayat çocuk şarkılarına son verdi. Sözün bittiği yer falan değil, başlaması gereken yerdeyiz. Çocuklar ve onların neşeleri olmadan hayat kurmanın, toplum olmanın, o toplumda yöneten olmanın nasıl bir anlamı, kime ne faydası olacak? Ölü seviciliğimizi minicik yavrulara da bulaştırmak zorunda mıydık? ‘Şeker de yiyebilsinler’ diyen ozana kulaklarımızı tıkadık, ‘şehit olsunlar’ diyen bir politikacıya kaldık. Uygarlık ile barbarlık arasındaki sarkaç nasıl bu kadar uzağa savrulabildi?
Çekelim ellerimizi çocukların yanaklarından... Doya doya yaşasın onlar… Hepimizden çok hakkettikleri için
Kumru Toktamış / Brooklyn, NY