Gazetecileri susturamasınız!
Evren DEMİRDAŞ
Türkiye'de basın üzerindeki baskı giderek ağırlaşıyor.
Basın özgürlüğüne sahip çıkan ve işini yapmaya çalışanlar ağır bir 'bedel' ödemek zorunda kalıyor.
Çatışma bölgelerinden bildiren gazeteciler, can güvenliği olmadan, her gün tehdit ve tacize maruz kalarak çalışıyor.
Muhabir, editör ve yazarlar soruşturuluyor, haklarında hakaret davaları açılıyor. Yaptıkları veya sosyal medyada paylaştıkları haberler yüzünden pek çoğu tutuklu yargılanıyor ve hapse atılıyor.
Basın çalışanları, 'ajanlık', 'terör örgütü propagandası' yapmak, hakaret gibi suçlamalarla düşmanlaştırılıyor. Bu kampanyadan, Türkiye hakkında yazan yabancı gazeteciler de nasibini alıyor.
Gazetecilik, Türkiye basın tarihinde belki de ilk kez, yabancı basına dek uzanan şekilde baskı altına alınıyor, kriminalleştiriliyor.
Gazeteciler işini yapamaz hale getiriliyor ve işten atılıyor. Sık sık sansür baskısı altında çalışıyor, yaptığı habere ve çalıştığı kuruma göre damgalanıyorlar.
Gerçekler yayın yasaklarıyla kısıtlanıyor, karartılıyor. 'Hoşa gitmeyen' yayınlar suç sayılıyor. Pek çoğu kapatılma tehdidi altında.
Gazetecilerle dayanışma sergileyen farklı kesimler de hedef tahtasına oturtuluyor. Tüm bu baskılara karşı gazeteciler, cezaevlerinin önünde, adliye bahçelerinde, baskı altındaki yayınların yazı işleri masalarında baskılara karşı direnmeye devam ediyor
Basın özgürlüğüne sahip çıkmak, halkın haber alma hakkına sahip çıkmak demektir!
Haber alma hakkı kısıtlanan bir toplumda demokrasiden bahsetmek mümkün olamaz. Biz, mesleği gereği ya da basın özgürlüğüne destek verdikleri için karalanan, hapse atılan, susturulmaya çalışanların sesi olmak için var gücümüzle çalışacağız. Biz gazeteciyiz ve haykırıyoruz,
Gazetecilik suç değildir!
Demokrasi sokaklardadır
Türkiye'deki egemen sınıfların bugünkü temsilcisi Ak Parti'nin Suriye'ye müdahale etmesi ve gerici çetelerle işbirliği yaparak mezhepçi, ırkçı politikalarla bölgede bir pozisyon edinme çabası, Türkiye'yi yeni çatışmaların içine çekmeye devam ediyor.
Kürt sorunun eşitlikçi özgürlük temelinde çözümü yerine şiddete dayalı devlet politikası, onlarca insanın ölümü, çatışmanın giderek yayılması sonucunu doğuruyor.
Hükümet ise hala huzuru getireceğiz diyerek hem içerideki, hem de dışarıdaki ölümlere gebe olan politikalarını sürdürüyor.
Diğer taraftan işçi ve emekçilerin yaşam koşulları giderek kötüleşiyor.
Yüzlerce işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitiriyor. İşçilerin güvenlik önlemlerini almayan, işçilerin bu koşullara karşı sendikalaşmasının engelleyen, iş ve çalışma koşullarının düzeltilmesi için eylem yapan işçilere müdahale eden devlet aygıtı her türlü güvensizliği kar için meşru hale getirerek her ay yüzlerce işçinin iş kazası geçirmesini, ölümünü izliyor.
Her ay iş cinayetine kurban edilen işçilerde hükümetin yapmış olduğu yanlış politikalarının bir sonucudur.
Hükümet bir tarafta üzüntülü olduklarını sorumlu kişiler hakkında gerekli soruşturmaları başlatacaklarını söylerken diğer tarafta ise işçi ve emekçilerin, kadınların, gençlerin üzerindeki baskısını arttırmaktadır.
Özgürlükleri askıya alıyor, savaş politikalarını sürdürüyor, kendini bilime adamış olan akademisyenleri muhalif oldukları için görevden ihraç ediyor, yeni KHK ile toplumu baskı altına alıyor ama yanlış politikalarının sonucundan doğan durumlardan da muaf oluyor.
Türkiye toplumu, baskı ve şiddetle taleplerinin ve geleceğinin zapturapt alınamayacağını hükümete göstermesi gerekmektedir.
Bu sebeple savaş ve sömürü politikaları karşısında geleceğimiz için barışı daha güçlü haykırmak ve savaş politikalarına dur demek, bilimi, inanç özgürlüğünü, insanca bir yaşamı savunmak demokratik olan tüm haklarımızı sonuna kadar kullanmalıyız.