İç savaş tehlikesini hangisi büyütür?
"Hayır kazanırsa iç savaş çıkar" iddiası temelsiz bir spekülasyon, toplumu korkutarak güç toplamayı amaçlayan ucuz bir demagojidir.
H. Selim Açan
Tek adam diktatörlüğüne yasal bir kılıf geçirmekte birleşen AKP-MHP faşist koalisyonunun "evet" kampanyası tümüyle tehdit ve korkutma üzerine kurulu.
Özellikle kendi tabanlarındaki kararsızları etkilemek için başvurdukları tehditlerden biri de "hayır kazanacak olursa iç savaş çıkar" korkutmacası.
Bu tehdit, 7 Haziran sonrası uyguladıkları kaos ve savaşı tırmandırma stratejisinin güncellenmiş halinden başka bir şey değil aslında.
O kesitte bu taktikle sonuç alabildiler; çünkü HDP'nin aldığı sonuca bakarak başı dönen liberaller başta olmak üzere hemen hiç kimse, sandıklardan çıkan halk iradesinin bu kadar kolay çöpe atılıp arkasından bu kadar hayasız bir devlet terörünün zincirlerinden boşanmasını beklemiyordu. Parlamenter yöntemlere bel bağlamaktan kaynaklanan bu siyasal körlük, hazırlıksız yakalanmayı da beraberinde getirdi.
Tanık olunan şiddetin beklenmedik dozu, sadece ilerici-demokrat kamuoyunda değil toplumun genelinde bir şaşkınlık ve ürküntü yarattı.
Yaşanan şaşkınlığın nedenleri gibi çıkarılan sonuçlar da tabii aynı değildi. Bu büyük şok, ilerici kamuoyunu sersemletip paralize ederken AKP-MHP blokunun kitle desteğini oluşturan muhafazakar-milliyetçi kesimler içinde iktidarı koruma reflekslerini harekete geçiren birleştirici bir rol oynadı.
Devlet gücüne sahip olma avantajı yanında toplumdaki bu şaşkınlığın her iki yöndeki yansımalarından da yararlanarak saldırıya geçen rejimin zincirlerinden boşanan terörünün ilk hedefi ise Kürt halkı oldu. 7 Haziran seçimlerinde açığa çıkan toplumsal-siyasal dengelerdeki değişimi kendileri açısından tehlikeli bulan burjuvazi ve devletin, bu dengeleri istedikleri sınırlara çekerek yeniden biçimlendirmek amacıyla izlediği kaos ve savaş politikalarının en ağır bedelini bir kez daha onlar ödediler.
Tayyip Erdoğan ve saray çetesi, aynı kirli taktiği, -MHP'nin bu kez açık desteğini almış olarak- referandum sürecinde de uygulama niyetinde. Toplumu "iç savaş" korkusuna sürükleyerek "hayır" cephesi saflarında tereddüt ve çözülme yaratmayı, kendi tabanlarını ise "evet" etrafında birleştirip kemikleştirmeyi amaçlıyorlar ama aynı sonucu almaları bu kez biraz zor.
Her şeyden önce "ördeğin gözü açıldı". 1 Kasım öncesi ve sonrasında yaşanan şok edici gelişmelerin bizzat Tayyip Erdoğan ve emrindeki hükümetlerin izlediği önü-arkası fazla düşünülmemiş sorumsuz maceracı politikalardan kaynaklandığı kanaati -en azından kuşkusu- AKP tabanında dahi giderek yayılıyor.
İkinci olarak, referandumun doğası nedeniyle bu korkutmacanın zemini çürük. Referandum seçimlerden farklı bir işlem. Sonuç hayır çıkacak olsa bile ne AKP Hükümeti düşecek ne Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığını kaybedecek. Yapılacak bütün baskı ve hilelere rağmen hayır çıkacak olursa, bu onlar için elbette siyasi ve moral bir darbe olacak. Özellikle de Tayyip Erdoğan'ın sınırsız iktidar hırsına, bildiğini okumaktaki ısrar ve pervasızlığına bir dur denilecek. Buna karşın, farklı neden ve amaçlardan hareketle bu anayasa değişikliğine karşı
çıkan hayır cephesi, önüne koyduğu hedefe ulaşmanın siyasal coşkusunu ve moral motivasyonunu yaşayacak.
Sonuç olarak her iki cephede de asıl olarak moraller üzerinde etkili olacak bir sonucun, başka konularda birbirlerine yer ve gök kadar uzak, sadece referandumun konusundan dolayı şu süreçte zoraki bir taktik kesişme içinde olan "hayır" cephesi tarafından "iç savaş yönünde zorlanmasının" ne nesnel ne de öznel koşulları var. Hayır cephesinin ne bütünü ne de herhangi bir parçası istese dahi bunu başarabilecek bir güce sahip değil.
Buna karşın, referandumdan çıkacak sonuçla iç savaş olasılığı arasında illa bir bağ kurulacaksa, "evet" çıkması halinde bu olasılık daha güçlü.
Türkiye'de bir iç savaş hangi toplumsal-siyasal fay hatları zemininde patlak verir?
- Kürt-Türk düşmanlığı,
- Alevi-Sünni karşıtlığı,
- İslamcı-laik saflaşması.
Bunların yanı sıra Tayyip yandaşlığı ya da düşmanlığı, parti rekabeti gibi bu ana eksenlerle ilintili, onlardan kaynaklanıp bunları tamamlayıcı (daha doğrusu keskinleştirici) başka bazı alt bölünmeler de sayılabilir ama bunlar tek başlarına tayin edici bir rol oynayamazlar.
İç savaşa kadar varabilecek keskinlikte çatışmalar üretme potansiyelini içeren ana fay hatlarının herbiri uzun bir tarihsel geçmişe sahip. Dolayısıyla derin ve köklü olmanın yanında kolayca mobilize edilebilecek bir yoğunluk ve keskinlikteler. AKP'nin izlediği politikalar nedeniyle bu gerilimler son 20 yılda daha da bilenmiş durumda.
Sonuç olarak, "referandumda hangi sonuç çıkarsa iç savaş olasılığı daha da güçlenir" sorusu bu bağlam içinde tartışılmalıdır. "Evet" çıkacak olursa bu riskin neden daha güçlü olduğu o zaman kendiliğinden görülür.
Referandumdan "evet" çıkması halinde daha önce farklı kurum ve mekanizmaların elindeki tüm yetkileri kendinde toplamakla kalmayıp bunlara yenileri de eklenecek olan Tayyip Erdoğan'ın kişiliği ve dünya görüşü yanında siyaset yapma tarzı ve saplantıları tehlikeyi büyüten faktörlerdir.
Örneğin eskiden sadece TBMM'ye ait olan, onun da kamuoyundaki eğilimleri dikkate almanın yanında mevcut düzen partileri, devletin diğer temel kurumları ve Genelkurmay'la asgari fikir ortaklığı sağlanan durum ve sınırlar içinde kullanmayı gözettiği başka ülkelere savaş ilan etme yetkisi, referandumda oylanacak anayasa değişikliğiyle başkana bırakılmaktadır. Tayyip Erdoğan'ın böyle bir yetkiyi, Suriye ve Irak'ta, yarın bir gün Yunanistan ya da İran'a hatta Rusya'ya karşı nasıl kullanılabileceğini bugüne kadar izlenen Suriye ve Irak politikaları ışığında şöyle bir düşünün. Gözüdönmüş bir Kürt düşmanlığı ve Sünni mezhepçilik temelinde bölgesel güç olma hayali dışında hiçbir ilkesel temel ve hedefi olmayan, önünü arkasını düşünmeden aklına eseni yapan, bu nedenle de sık sık tükürdüğünü yalamak zorunda kalan bir pervasızlık, Türkiye'nin başını çok kolay yeni belalara sokar. Bu kafanın -referandumu da kazanmış olmanın gazıyla- Suriye ve Irak'ta Kürt ve Şii düşmanlığı temelinde atacağı her yeni maceracı adım, ülke içinde yukarda işaret ettiğimiz fay hatlarını tetikler, yeni gerilim ve sürtünmelere yol açar.
Aynı risk, ekonomiden eğitime, yatırım politikalarından kültür politikalarına kadar her konuda geçerlidir.
Dünya burjuvazisi de bu tehlikenin farkında. Geçtiğimiz günlerde yapılan Münih Güvenlik Konferansı’nda katılımcılara dağıtılan bir raporda, Türkiye'de yapılacak referandumda ‘evet'
sonucunun çıkması, "dünya güvenliğini tehdit eden 10 büyük risk" içinde sayıldı. Dünyanın en büyük risk danışmanlığı şirketi olan Eurasia Group tarafından hazırlanan raporda, "Erdoğan’ın referandum zaferinin pek bir rahatlama getirmesi muhtemel değil, referandum sonrası daha da güçlenmiş bir Erdoğan, kendi tercih ettiği politikalar için bastırarak, siyasi ekonomik ve güvenlik risklerini şiddetlendirecektir" yorumu yapıldı.
Onun için, "Hayır kazanırsa iç savaş çıkar" iddiası temelsiz bir spekülasyon, toplumu korkutarak güç toplamayı amaçlayan ucuz bir demagojidir. Buna karşın, bu tehlikenin asıl "evet" çıkması halinde büyüyeceği gerçeği ise çıplak gözle görülebilecek kadar açık ve ortadadır.