“Bu suça ortak olmayacağız” demenin bedeli
Arkadaşları, üniversitedeki görevine son verildikten sonra intihar eden akademisyen Mehmet Fatih Traş’ı anlatıyor: "Bu suça ortak olmayacağız" demenin bedeli
Uğur Yüzbaşıoğlu
Genç bir insan, sevgi dolu. Alçakgönüllü, en sıradan insanı utandıran cinsten. Sanata, bilime ve insana dair ne varsa bitip tükenmeyen bir merak ve coşkuyla yaşadı
"Bunalıma girdi intihar etti" derlerse yalan söylüyorlar! Fatih katledildi! Politik iktidar aldı aramızdan en değerlilerimizden birini… Hesabı sorulacak…
Çukurova Üniversitesi Ekonometri Bölümü’nden Dr.Mehmet Fatih Traş’ın intiharı yüreklerimizi dağladı. 83 doğumlu gencecik bir insan bir tür siyasi cinayetin kurbanı oldu. Ne acı ki akademisyenleri üniversiteden atarken yapılan açıklamaların hiç biri çaresizlikler içinde dünyadan çekip giden bu gencecik insan için yapılmadı. İnsan bu çocuğun mezarı başında konuşma yapan bir hocası ve yaşadığı dışlanmayı yazan bir arkadaşından başka hiç mi birlikte çalıştığı kimse yok muydu diye düşünmeden edemiyor. Nasıl bir korku dalgasıdır ki, insanları bir birine selam vermekten , giden birinin ardından bir iki iyi laf etmekten çekinmeye itiyor.
Gerçi bunca darbeden sonra herkes bilir zor zamanlarda atılan siyasi adımların bir bedeli vardır. İnandığın tüm değerler adına "Barış için. Demokrasi için. Evrensel normlara dayalı bir hukuk devleti için." Zorluklara, zorbalıklara katlanırsın. Bunu da sadece gelecek kuşaklar daha insani koşullarda yaşasın diye yapmazsın, kayıtsız kalmanın ,duymamanın, görmemenin, işitmemenin vicdanlı bir insan olarak daha ağır geleceğini bildiğin için yaparsın.
Diğer yandan "Bu suça ortak olmayacağız " bildirisini imzalamanın bedeli bu mudur? Bildiri metnin içeriğine katılırsınız katılmazsınız , siyaseten doğru yada yanlış bulursunuz sanki bir fiili yargılıyormuş gibi bir fikri yargılamak, taraftarlarını kamuoyunda aşağılayıp, açlığa ve işsizliğe mahkum etmek bilginin başlı başına bir değer olduğu günümüzde ne anlama geliyor? Bir tür soğuk savaş, bir tür darbe siyaseti . Herkes açık seçik bilmeli ki baskı siyasetleri toplumlara yozlaşma ve çürümeden başka hiçbir şey vermez. Memleketin yararı ancak ve ancak düşüncenin, eleştirinin özgürce sokaklarda dolaşabilmesiyle sağlanır.
M. Fatih Traş’tan geriye kalanlar
Her giden geriye bir şeyler bırakır. Aslında ne bıraktığından öte nasıl yaşadığın daha önemlidir. Hiç tanışmamış-tanışamamış insanlar için geriye kalan yapılan çalışmala, iki satır makale belki birkaç fotoğraftır. Ama bir akademisyenden öğrenciler, paylaşılan dersler, tezler, makaleler kalır. Yıllar sonra herhangi bir çalışmada bir esin kaynağı olursunuz bu da evrenin sonsuzluğunda bir toz zerresi olmanızı belki engeller.
Yaptığım sınırlı taramada Mehmet Fatih Traş’ın ekonometri alanındaki bilimsel çalışmalarını yüksek lisans ve doktora tezleriyle öğrenmek mümkün oldu. Yüksek lisansını "Türkiye’de Çocuk İstihdamının Belirleyicileri" konusunda 2010 yılında tamamlamış. Doktora çalışmasını ise "Bootstrapping yöntemleri̇ ve Türki̇ye'ni̇n temel makroekonomi̇k deği̇şkenleri̇ i̇le uygulamaları" konusunda 2016 yılında İngilizce olarak kaleme almış.
Ekonometri, ekonomik verilerin, matematik, istatistik ve bilgisayar bilimi aracılığıyla ekonomik ilişkilerin ampirik bir biçimde değerlendirerek, bu veriler arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalıdır".( https://tr.wikipedia.org/wiki/Ekonometri) Sıradan bir ekonomi bilgisi ile tamamını anlamak mümkün değil. Ama en azından yüksek lisans tezinden anlayabildiğim kadarıyla söz etmek istedim.
Üzerinde düşünmek istediğim konularda iyi bir doktora yada yüksek lisans tezi okumak ufuk açıcı oluyor. Her hangi bir çeviri kitaptan okumak yerine bu konuyu araştırmış ve Türkçe yeniden ifade eden bir çalışma bir seviyede anlamama kolaylık sağlıyor. Sınırlı bilgilerimle öncelikle bir tezin yada araştırma kitabının kaynaklar kısmına bakarım. Araştırmanın konusuna yazıldığı alanın ihtiyaçlarına göre ilgili kaynakları nasıl kullandığını öğrenmeye çalışırım.
Kaynakların tamamı benim ilgi dünyamın dışında daha farklı bir alana ait. Ama konu çocuk istihdamı olunca birkaç kelime anlamak mümkün oluyor. Her halde Adana’ lı olup her yıl Çukurova’da tarlalarda ,pamuk hasadında çalışan çocukları görüp de üzerine düşünmemek mümkün olmuyordur. Yüksek Lisans tezinin tamamını okuduğumda amacı ve kimi kısımlarından söz etmek daha uygun görünüyor. Bir sorunu ilk önce tarif etmek gerekiyor. "Küreselleşme ve sahip olduğu işgücü kaynaklarının getirisini artan oranda içselleştirme niyetli gelişmekte olan ülkelerin varlığı ile birlikte bu sorun giderek daha ciddi boyutlara ulaşmıştır." (Özet’ten)
Yüksel lisansının konusu çocuk istihdamı
Tezin yakalayabildiğim kadarı ile ana fikri, "Üretici açısından emeğin pazarlık gücünün olmaması, sendikal hakların bulunmaması, işin çocuğun niteliklerine uygun olması açılarından ‘verimli’ bulunan çocuk işgücü, Türkiye’de de önemli bir sorun teşkil etmekte ve doğası itibari ile her nesilde daha az eğitilmiş bireyler yaratılması kanalı üzerinden, her yeni kuşakta daha fazla fakirleşen tabakalar yaratmaktadır.( Giriş’ten)
Konuyu anlamamız açısından sorulması gereken temel soru, Çocuk istihdamı nasıl tanımlanmalıdır? "Çocuk istihdamı ,çocuğun çocukluk dönemi faaliyetlerini, potansiyelini ve saygınlığını kısıtlayan ve çocuğun fiziksel ve mental gelişimine zarar veren iş olarak tanımlanmaktadır".(S. 2)
Tezin yayımlandığı yıl olan 2010 yılında ,"… yaşları 5 ile 14 arasında değişen 158 milyon çocuk iş gücü piyasasında istihdam edilmekte ve madende çalışma, ağır kimyasallar ile etkileşime girme, zararlı tarım kimyasalları ile yakın temasta bulunma gibi insan sağlığına zararlı koşullarda çalıştırılmaktadır.(S.3-UNICEF 2010)
ILO’nun ‘Küresel çocuk işçiliği eğilimleri 2008'den 2012'ye’ isimli raporunda ise (2012 yılında 5- 17 yaş aralığında tahmini 1.586 milyon çocuk bulunmaktadır. Bunların 264 milyonu istidam edilmektedir, 168 milyon çocuk işçi olarak çalışmaktadır. Ve 85 milyon çocuk ise tehlikeli işlerde çalışmaktadır.
Dünyadaki trendler ve bu konuya ilişkin fikirler sanayi devriminin başlangıcından beri analiz edilmeye çalışılırken Türkiye üzerinde de çalışmalar tezde yer almaktadır.
Türkiye’de TÜİK’in 2012 yılında yaptığı ‘Çocuk İşgücü Anketi Sonuçları’na göre Ekim-Kasım-Aralık döneminde 6-17 yaş aralığındaki toplam çocuk nüfusu 15.2 Milyon’dur. (TÜİK bu çocuk sayısını kurumsal olmayan nüfus olarak niteliyor. Kurumsal olmayan nüfus ise özel nitelikteki hastane, hapishane üniversite yurtları, yetiştirme yurtları, yetimhane, huzurevi, kışla vb. yerlerde ikamet edenler dışında kalan nüfus olarak tanımlıyor. Bu nüfus içinde 893 bin kişi ise istihdam edilmektedir.
Mehmet Fatih Traş’ın çok özet olarak kimi kısımlarını alıntıladığım yüksek lisans tezinin sonuç kısmında ise şu hususlara değinilmektedir:
"Çocuk istihdamının önemli sonuçlarından birisi, çocuğun sağlıksız koşullarda çalışması ve fiziksel bütünlüğüne zarar verecek sonuçlar ile muhatap olmasının yanında kırılamaz fakirlik döngüleri yaratmasıdır. Bu döngü neticesinde ,kısa vadede ,sahip oldukları ucuz işgücü avantajını içselleştiriyor görünen gelişmekte olan ülkeler uzun vadede giderek kemikleşecek fakirlik döngüsünün tohumlarını atmaktadır." (s.76)
"Türkiye’de çocuk istihdamının önemli belirleyicilerinden birisi çocuğun yaşıdır. Çocuk 15 yaşından sonra daha olası bir şekilde işgücüne katılmaktadır." " Kaldı ki çocuğun yaşının 12-14 aralığında olması durumunda dahi işgücüne katılım kaygı verici derecede yükselmekte ve sosyal bir bozulma yaratmaktadır. Bu noktada çocuğun seçtiği mesleği belli bir standartta öğrenebileceği ve aynı zamanda belli bir gelire sahip olabileceği eğitim kurumları çocuğun hem bugünkü hem de gelecekteki verimliliğine katkıda bulunacaktır." (s.76)
Doktora tezine ulaşmak Ağustos 2019’a kadar kısıtlandığı için mümkün olmadı. Çok büyük bir emek ve fedakarlık sonucu ortaya çıkan bir ürün üzerinde titizlenmek, ayrıca yayımlanmasını ummak çok anlaşılır. Doktorasını 23 Haziran 2016 tarihinde savunmuş.
Eğer bir gün bir bildiri imzalarsan
Mehmet Fatih Traş intihar ettiğinde Bianet’in web sayfasında aşağıdaki açıklama yer alıyordu.
"312 imzacı ihraç edildi
Barış İçin Akademisyenler’in öncülüğünde Türkiye devletine şiddete son verme ve müzakere koşullarını hazırlama çağrısı yapan bildiriye Türkiye’den 89 üniversiteden 1128 akademisyen ve araştırmacının imzasıyla yayınlandı.
· "Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı bildiri 11 Ocak 2016’da açıklandı.
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararname’ler (KHK) ile Barış İçin Akademisyenler’in "Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisi imzacısı 312 kişi ihraç edildi.
7 Şubat 2017 tarihli 686 sayılı KHK ile imzacı 184 akademisyen kamu görevinden çıkarıldı.
Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen Kanun Hükmünde Kararname’lerin (KHK) beşi ile 112 üniversiteden toplam 4811 akademisyen ihraç edildi.
Bu akademisyenlerden 16’sı başka bir KHK ile göreve iade edildi. (26.2.17)
Arkadaşı Lütfü Uçal’ın mektubu
Son olarak Mehmet Fatih Traş’ı intihara sürükleyen acımasız süreci anlatan arkadaşı Lütfü Uçal’ın bir web sitesindeki mektubunu paylaşmak istiyorum."
Onuru için kendine kıyan bir insan evladı: Mehmet Fatih Traş… Genç bir insan, sevgi dolu, naif…. Alçakgönüllülüğü ile en sıradan insanı utandıran cinsten… Sanata, bilime ve insana dair ne varsa bitip tükenmek bilmeyen bir merak ve coşkuyla yaşadı. Aynı zamanda genç bir akademisyendi… 25 Şubat 2017 gününün ilk saatlerinde sessiz sedasız çekilip gitti aramızdan. Çekip giderken kimseye bir laf etmedi. Çıkışsızlığını gün be gün gösterse de en yakınındakilere, o derin sessizliğin böyle bir sonuca varacağını tahmin edemedi hiç kimse. Birkaç arkadaşına elveda demekle yetindi….
Bu intihar aynı zamanda politik bir cinayettir. Bu yazı en yakınındaki arkadaşlarından biri tarafından bu gerçeği göstermek için yazılıyor. Fatih, Barış için Akademisyenler tarafından yazılan Barış Bildirisinin imzacılarından biri. Tam doktorayı bitirmek üzereyken attığı bu imzanın bedelleriyle ilk günden itibaren karşılaşmaya başladı. Çevresinde değer verdiği "hocaları" bu imzayı önce atmaması, devamında geri çekmesi için defalarca dostça nutuklar çektiler. Hepsine gülüp geçti… Sonra tüm güçlüklere rağmen doktorasını bitirdi. Artık İktisat ve Ekonometri alanlarında uzmanlığını kanıtlamış bir Doktor olmuştu.
Önce doktora derecesini aldığı Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde bir iş arayışı oldu. Tüm rektörlerin doğrudan Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla hizaya girdiği bir ortamda Fatih’e kadro vermek pek göze alınacak bir karar değildi. Bir şekilde Fakülte Fatih’e ücretli ders ayarladı. Onun için attığı imzanın bedellerini ödemek çok da mühim değildi. Mühim olan dost yüzlü dost gülücüklü insanlarla bu bedelleri öderken karşı koyabilmekti. O yüzden, ilk defa kendi adına açılan ve tek başına yönettiği 3 derse emek vermek belki de mesleki anlamda en keyif aldığı işti. Tüm heyecanı ve coşkusuyla öğrencilerine yoğunlaşmışken dönemin ortasında bir anda tuhaf bir gelişme oldu. Fakülte Kurulu toplanıp Fatih’in üstlendiği ders verme görevine son vermişti.
Peki gerekçe neydi?
Gerekçe yoktu! Kağıtlara "görülen lüzum üzerine" yazmakla yetindiler. Attığı imzanın ilk ağrı bedeli ile karşı karşıyaydı. Sakın yanlış anlaşılmasın burada Fatih’i üzen şey derslerden aldığı "üç kuruşun bile altındaki" para değildi. Onu üzen şey tüm ısrarlarına rağmen üç dersin – ve o dersi alan öğrencilerin – yarı yolda bırakılmasıydı. "En azından dönemin bitmesini bekleselerdi" demekle yetindi. Bu kararda sorumluluk Fakülte Kuruluna aitti. Kurula öneriyi getiren "hoca" toplantıda ısrarla Fatih’in "terörist" olduğunu iddia etti. Kendisine kaynağı sorulduğunda ise gizli polisi ima etti. Ama Fatih’in onurunu esas kıran nokta, güvendiği ve dost bildiği "Hoca"larının bu kararı kendisine tüm açıklığı ve gerçekliğiyle izah etmekten imtina edişi oldu.
Takip eden ayların Fatih için zorlu geçeceği artık sır değildi. Çok geçmeden Mardin Artuklu Üniversitesi’nden bir dostu Fatih’i Fakülteye önerdi. Fakülte telefonla iletişim kurup Fatih’in "tam da aradıkları eleman" olduğunu söylediler. Yine heyecanlandı, yine umutlandı. Daha 2 gün geçmeden çalan telefonunu Mardin Artuklu Üniversitesinden bir görevli arıyordu. Görüşme çok kısa geçti. Yine "görülen lüzum üzerine" böyle bir atamanın yapılmasının olanaksız olduğunu anlatıyordu karşıdaki ses. Çok geçmeden İstanbul Aydın Üniversitesi’ne başvurdu Fatih. Mütevelli Heyeti, Rektör Yardımcısı, Fakülte Dekanı çok etkilenmişlerdi Fatih’in özgeçmişinden. Vereceği dersleri uzun uzun konuştular. Alacağı ücret konusunda da anlaşıp kontrat imzaladılar. Hatta kendine ev bak İstanbul’dan dediler. Yine çok heyecanlıydı. Artık mesleğini icra edebileceğine inanmıştı. Sonra yine yetkili biri aradı ve Fatih’in "maalesef terörist" olduğunu ima etti.
En çok da Toros Üniversitesi’ne içerledi Fatih. Türlü sınavlar, mülakatlar ve seremoniler neticesinde aradıkları "adamı" bulmuşlardı. Hatta yakında başlayacağı bölümün ders programını, ders içeriklerini vb. bile hazırlattılar. Ama o göreve başlayacağı "yakın tarih" bir türlü gelmedi. Son dönemde doktorasını aldığı Çukurova Üniversitesi’nde bir proje kapsamında çalışıyordu. Üzerindeki baskıya, aşağılanmaya ve hedef gösterilmeye rağmen hep o biricik hedefine ilerlemeye çalıştı. Ama olmadı.. olamadı… İntihar insanlık tarihinde hep anlaşılmayan-anlaşılamayan bir davranış olarak kalmıştır.
Tıpkı aşk gibi, sevgi gibi…
Ola ki "bunalıma girdi intihar etti" derlerse, emin olun ki yalan söylüyorlar! Fatih katledildi! Politik iktidar aldı aramızdan en değerlilerimizden birini… Hesabı sorulacak…