'Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana çete denir'

'Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana çete denir'
Cumhuriyet Gazetesi davasının karar duruşmasının bugünkü oturumuna Ahmet Şık'ın sözleri damga vurdu.

GÜNCEL - Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarına yönelik açılan Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık'ın da aralarında bulunduğu 20 sanıklı davanın 8. duruşması sona erdi.

Duruşmada bütün gün sanıkların ve avukatların  esas hakkındaki mütalaaya karşı savunması alındı. Davaya bakan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi, savunmaların alınmasına ara vererek duruşmayı yarın saat 10.00'a erteledi.

DURUŞMA ÖNCESİ CHP'Lİ VEKİLLERDEN AÇIKLAMA

Cumhuriyet Gazetesi yönetici ve yazarlarına yönelik açılan Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık'ın da aralarında bulunduğu 20 sanıklı davanın 8. duruşması öncesi CHP Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Barış Yarkadaş açıklama yaptı. Tanrıkulu ve Yarkadaş yaptıkları açıklamada 551 gündür tutuklu olan Akın Atalay ve diğer gazetecilere özgürlük istediklerini söyledi.

"İLERİ SÜRDÜKLERİ SUÇLAMALARIN TAMAMI GAZETECİLİK FAALİYETLERİDİR"

Silivri'de duruşma salonunun karşısındaki alanda açıklama yapan Yarkadaş, "Bugün bir kez daha Silivri Cezaevi önündeyiz. Türkiye'de her şey değişiyor, gazetecilerin kaderi ise ne yazık ki değişmiyor. Akın Atalay tam 541 gündür haksız, hukuksuz, delilsiz, belgesiz ve adaletsiz bir biçimde cezaevinde yatırılıyor. 541 gündür süren tutukluluk boyunca Akın Atalay hakkında ortaya tek bir delil dahi koyamadılar. İleri sürdükleri suçlamaların tamamı gazetecilik faaliyetleridir" dedi.

"AKIN ATALAY'A VE DİĞER GAZETECİLERE ÖZGÜRLÜK İSTİYORUZ"

Yarkadaş, "Şu an 150'nin üzerinde gazeteci Silivri Cezaevi'nde haksız ve hukuksuz bir biçimde tutuluyor.  Biz istiyoruz ki Akın Atalay derhal serbest bırakılsın. Bu dosya beraat ettirilsin ve Türkiye'de bir daha hiçbir gazeteci yazdıklarından, çizdiklerinden, yaptıkları yorumlardan dolayı gözaltına alınmasın. Haklarında dava açılmasın. Hem Akın Atalay'a hem de diğer gazetecilere derhal özgürlük istiyoruz" ifadelerini kullandı.    

"AKIN ATALAY'IN ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUMASINI İSTİYORUZ"

CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu da yaptığı açıklamada, "Burada Cumhuriyet ve gazetecilik yargılanıyor. Yaklaşık 2 yıla yakındır izliyoruz, takip etmeye çalışıyoruz bu davayı. Dayanışma içerisindeyiz. Ancak şunu biliyoruz ki; bu dava talimatla açıldı. Talimatın olduğu yerde yargı bağımsızlığının olmadığı yerde adalette gerçekleşmez. Ama yine bugün burada başlayacak olan duruşmaların sonucunda en azından Akın Atalay'ın özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz. 4 gün boyunca burada olacağız. Tüm gazeteciler özgürleşene kadar burada olmaya devam edeceğiz" diye konuştu.

Tanrıkulu ve Yarkadaş açıklamanın ardından davayı izlemek için duruşma binasına girdi. Mahkeme heyeti salonunda yerini aldı, duruşma başladı.

"CUMHURİYET OPERASYONU CEM KÜÇÜK'ÜN İFADELERİ ÜZERİNE KURULMUŞTUR"

İlk olarak tutuklu yargılanan Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, bilirkişi raporuna yanıt verdi. Atalayın'ın ifadelerinden satır başları şöyle:

Cem Küçük, "Cumhuriyet gazetesi FETÖ’nün elinde oyuncak olmuş, FETÖ’nün ele geçirdiği Cumhuriyet, mahkeme kararıyla asıl sahiplerine iade edilecek" diye yazmış. Alev Coşkun'un Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı dava ve FETÖ soruşturmasında ilk ifadesine başvurulan tanık Cem Küçük. Küçük dışında, arama ve gözaltı kararı gerçekleştirilene kadar başka bir tanık ifadesi yok. Koskoca Cumhuriyet gazetesi operasyonu bu şahsın ifadesi sonrası yapılmış ve operasyon bu kişinin ifadeleri uzerine kurulmuştur.

Anımsayalım; 4 şubat 2016 Mustafa Balbay yazılarına son verilmesine tepki olarak attığı tweetten bir gün sonra Alev Coşkun dava açıyor. 22 Mart 2016'da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine isimsiz bir ihbar mektubu gönderiyor ve Cumhuriyet gazetesinin yörüngesinden çıkarılıp terör örgütlerine yardım eder hale geldiğini söylüyor. 19 Temmuz 2016'da gazetenin yöneticileri hakkında Küçük’ün ifadeleri üzerine FETÖ üyeliğinden dava açılıyor. Sonra gazete yöneticilerini yakalayıp tutuklatıyorlar. Suçlamalar arasında bir kişi için yapılan yönetim kurulu üyeliği seçiminin yasaya uygun olarak yapılmadığı ve vakfın ele geçirildiği iddia ediliyor. Deliller arasında Can Dündar'ın el yazısıyla yazılmış bir tweetine de yer veriliyor ancak içeriğe bakınca onun bu dava ile ilgili olmadığı görülüyor. Sadece bana ait antetli bir kağıda yazıldığı için benimle ilişkilendirilmiş. Kaderin cilvesi, tweet tarihi 17 Aralık 2015. Ama MİT tırları soruşturması nedeniyle tutuklu olduğu icin Silivri Cezaevinde olması gerekiyor o tarihte. Can Dündar o sırada Silivri'den Çağlayan'a getirilmiş. Ben de o duruşmada vekil olarak vardım. Dündar duruşma esnasında benden not kağıdı istemiş ve duruşma devam ederken, twitter hesabından paylaşılmak üzere arkadaşına bu mesajı vermiş.

"SAVCI 'ERDOĞAN BABAMIZ OLMAK İSTİYOR' YAZIM NEDENİYLE BENİ SUÇLAMA BASKISI ALTINDADIR"

Tutuksuz yargılanan Cumhuriyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel savunmasında şunları söyledi:

İddia makamı üye olmamakla birlikte örgüte yardım ettiğimi, FETÖ’nun yayın organlarına ait telefonlarla iletişim kurduğumu ve 34 günlük yayın danışmanlığım nedeniyle terör örgütlerine yardım suçunu işlediğimi iddia ediyor. Bunları tamamen reddediyorum. "Erdoğan babamız olmak istiyor" yazısı nedeniyle suçlanıyorum. Duruşma savcısının iddianameyi tekrar eden mütaalası hakkında birkaç sözüm olacak. Hakkımdaki suçlama hukuki degil siyasidir. Tutuklama gerekçesinde ayaklanma istediğim iddiası vardır. İddianamede bile itibar edilmeyen bir suçlamayı savcı mütalaaya neden almıştır?

Yeni bir delil mi ortaya çıkmıştır? Yeni bir tanık mı çıkmıştır? Hayır. Sayın savcı beni "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısı nedeniyle suçlama baskısı altındadır. Benin örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğim iddiası doğru değildir ve bu iddia temelsizdir. Ben şiddete karşıyım. Erdoğan'ın bir baba figürü olarak ortaya çıkarılmasına karşı çıkmam şiddet çağrısı olarak gösterilemez.

İddia makamı HTS kayıtlarına bakarsa görecektir ki; Samanyolu şirketinden kimseyi aramadım ya da onlar tarafından aranmadım. Sadece Abdulhamit Bilici tarafından bir kez arandığım halde mütalaada çok kez FETÖ sanıkları ile irtibat kurduğum haksız olarak iddia edilmiştir.

Abdülhamit Bilici ile ben Milliyet Dış Haberler Servisinin başındayken, o da Cihan Haber Ajansının müdürü iken tanışmıştım. Feza Gazetecilik’ten Bana yapılan aramalar benden görüş almak amacıyla yapılmıştır, ama ben kendilerine hiç görüş vermedim. İddia makamı 32 yıllık meslek yaşamımı göz ardı ediyor. Gazetecileri arayanların ve onlara mesaj gönderenlerin niteliğine bakarak gazetecileri yargılayamazsınız.

Kadri Gürsel'in savunmasının ardından duruşmaya 5 dakika ara verildi.

Aranın ardından Akın Atalay, esas hakkındaki savunmasına başladı. Atalay'ın savunmasından satır başları şöyle:

'İDDİANAMEYE ALINAN SUÇLARA BAKINCA BİR SİGORTAYA İHTİYACIMIZ VAR'

Ergenekon davası iddianamesinde İlhan Selçuk'a yönelik "Hükümeti devirme amacıyla ülkede kaos yaratmak için kendi gazetesini 1 haftada 3 kere bombalatmıştı" denmişti. Peki bizde durum ne?

İlhan Selçuk yazısında "Bir gazeteye atılan bomba tüm medaya yönelik tehdittir. Tüm gazeteler, kimden yana olursa olsun ortak dayanışma içine girer, iktidarı onaylarlar. Kim olduğu bilinmeyen kişiler Cumhuriyet’e ikinci bombayı attı, fısss... Umarım 3 bombadan sonra hükümetimiz de devletimiz de uyanır. Neyse üçüncü bomba sonunda beklenen tepkiyi getirdi ama biz her zaman üç bombacıyı nasıl bulacağız?" diye yazmıştı.

Üçüncü bombadan sonra basının haber yapmasına tepki olarak böyle yazmıştı. Olayı bağlamından koparan Ergenekon savcıları "kendi gazetesini bombalattı" diye yazdılar iddianamelerine.

Her dönemin önde gelen gazetecisi olmaya başaran ve zamanın ruhuna uygun davranan bazı gazeteciler de o zaman bu iddiayı çok ciddiye almıştı. Bugün bizim hakkımızdaki iddianameye alınan suçlara bakınca bir sigortaya ihtiyacımız var.

'BU DAVANIN SAVCILARI ERGENEKON SAVCILARI GİBİ DAVRANIYOR'

Bu davanın savcıları da Ergenekon savcıları gibi davranıyor ve düşünüyor. İnsanların ömründen çalıyor, büyük mağduriyetlere neden oluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi okuyorum, eviriyorum, çeviriyorum ama anlayamıyorum. Hedef belli; Cumhuriyeti teslim almak, uysal ellere teslim etmek ve diğer gazete ve gazetecilere gözdağı vermek.

İlhan Selçuk’a kendi gazetesini bombalatma suçlaması gibi biz de gelecekte savcı ve hakimlerle anlaşarak kendimizi tutuklatmak gibi absürt bir suçlamayla karşı karşıya kalabiliriz.

"Bu olağan bir dava değil." Soruşturma sırasında bizi itibarsızlaştırmak için absürt ötesi iddialar ortaya atıldı. Utanmazca ahlaksızca iddialar dolaşıma sokuldu, televizyonda dinledik, hatta iddianameye bile sokuldu.

"Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine ve yakınlarına varana kadar banka hesapları ve ekstreleri dahi inceletildi. Kamuoyunda parkeci ve pideci olarak tanınmasına yol açan iddialar döndü dolaştı sahiplerini vurdu.

İkinci olarak Cumhuriyet gazetesi ve vakfının tüm bağlantıları, reklam verenleri inceletildi. FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere ne kadar reklam verdikleri yıllara göre karşılaştırmalı olarak anlatıldı. Peki ne oldu? O gazetelere dava mı açıldı? Hayır.

'YAYINCILIK FAALİYETLERİ YARGILAMA KONUSU YAPILIYOR'

Bu davanın ruhuna gelirsek… Süreç icinde bir bütün olarak yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu yapıldığı açık olarak belirtilmiştir. Özetle bir bütün olarak yayın faaliyetiyle örgüte yardım etme suçunun işlendiği belirtilmiştir. Olağan bir yargılamada ne denir? Önemli olan suçlama ile eylemin birbiriyle bağlantılı olup olmadıgı ve kanuna aykırı olup olmadığıdır. Oysa burada Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyeti suç olarak görülmektedir, gazetecilik suç olarak görülmektedir. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak ve gazeteciliği suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyet gazetesinin, gazetecilik ve yayıncılık faaliyeti dışında bir başka işi yoktur. Diğer gazeteler gibi başka bir ticaretin ortaklığı yoktur. Bu sebeple bu gazeteye ekonomik yoldan baskı uygulanamıyor.

Gazete ve gazetecilerin görevi toplumun bilgilenmesini sağlamak, nitelikli enformasyon üretmek ve bunu topluma aktarmaktır. Gazetecilik diğer ticari faaliyetler gibi değerlendirilirse asıl amacı sahibine para kazandırmak olacağı için eleştiriden vazgeçmek zorunda kalır. Gazeteciliğin temel amacı olan gerçeklerin dışına taşarsa ticari amaçlar ve siyasi amaçları gözetirse o iş gazetecilik olmaz. Halkın devlet işleri hakkında bilgi alma ve bilgilenme hakkı basın aracılığıyla olur. Bu ülkenin en büyük medya grubuna birkaç hafta önce el konulmuştur. Bu değişim sonrası bu dava yoluyla kaybedilecek olan şey çok daha önemli hale gelmiştir. Bu siyasi bir davadır. Şimdi medya kuruluşları ve basını kontrol altına almak istiyorlar. Ama bu gazeteyi baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız. Gazetecilerini ve yayıncılarını tutuklayarak teslim alamazsınız.

Bu gazetenin çalışanları ve yöneticileri daha önce de öldürüldü, tutuklandı ve tehdit edildi. Şimdi bir kez daha test ediliyoruz. Gerekirse yanmayı göze alırız. Bu gazete ve mensupları baskıya ve tehdide rağmen işini gereği gibi yapar. Korkutulamazlar bu tür davalarla.

Yasakçı, baskıcı ve hukuk dışı uygulamalara karşı çıkılmalı ve bunlar hukuktan temizlenmelidir. Basın özgürlüğünün boğulmasına izin verilmemelidir. Yalnızca 94 yıldır yayınlanan bir gazetenin basın özgürlüğü değil bu toplumun özgürlüğü ve şerefi de söz konusudur. Norveçli bir polisiye yazarı hukuku uçurumun ucuna dikilen bir çite, hukukun ayaklar altına alınmasını da bu çitin kırılmasına benzetir. Gazeteciliğin yargılandığı, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu davada, sözlerimi Tevfik Fikret'in yüz yıl önce söylediği şu dizeyle sonlandırıyorum:

"Haksızlığın envâını gördük.. Bu mu kaanun?
En gamlı sefâletlere düştük.. Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun
Artık yeter olsun bu denî zulm-ü cehâlet"

Cumhuriyet gazetesi çizeri Musa Kart, esasa ilişkin savunmasını yaparken şunları söyledi:

"HUKUKTAN VE ADALETTEN EN UZAK OLDUĞUMUZ DÖNEM"

Yaklaşık 40 yıldır karikatür çiziyorum. Bu süre içinde pek çok siyasi dönme ve liderliğe tanıklık ettim. Yaşadığımız bu dönem için hukuktan ve adaletten en uzak olanıydı diyebilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra pek çok insanla el sıkıştım, kucaklaştım. İçlerinden biri bile "Sizin davanız siyasi değildi" demedi, diyemedi. Cumhuriyet Davası'nda bu salonlar onurlu ve dürüst insanların duruşuna tanıklık etti. Bu süreçte paçalarımıza kirlerini bulaştırmak isteyenler, kumaşımızın leke tutmadığını bilemediler ne yazık ki... Bu karar duruşmasında kendim için bir talebim yok. Tekrar söylemek zorundayım ki; muhalif gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ve öğrencileri cezaevinde gösteren fotograf, benim güzel ülkeme yakışmıyor.

 Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Bülent Utku esasa ilişkin savunmasında şunları dile getirdi:

"YAZILARIN HEPSİNİN SORUMLULUĞUNU KABUL EDİYORUM"

Suçlama konusu yapılan haber, yazı ve manşetlerin hiçbirinde suç yoktur. Hepsi nitelikli gazetecilik faaliyetine örnek teşkil edecek özellikler taşımaktadır. Gerçektir, günceldir, kamuyu ilgilendiren konularda ve kamu yararınadır aynı zamanda gazeteciliğin gerektirdiği ölçüde incelik, akıl, zekâ ve cesareti de barındırmaktadır. Esas hakkında mütalaanın beni sorumlu tuttuğu bu haberlerin, manşetlerin, yazıların, röportajların hepsinin sorumluluğunu kabul ediyorum.

Esas hakkında mütalaanın zihniyeti bundan böyle keyfi biçimde haber ve yazıda suç unsuru olmadığı halde gazetecilik faaliyetinin cezalandırılmasına kapı açan bir zihniyettir. Yeni bir milattır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı önemli tehlikeli bir darbedir.Gazeteciliğe, gazetecilere, halkın haber alma hakkına önemli bir tehdit ve gözdağı ve tırpandır. Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonda getirilen suçlamalar toplumda bir karşılık b ulmamış, inandırıcı olamamıştır. Aksine toplumun büyük bir kesimi Cumhuriyet gazetesine ve bizlere sahip çıkmıştır. Miting alanlarında adlarımız topluca tekrar edildi, cezaevinde yoğun bir avukat ve milletvekili ziyaretine mazhar olduk.

Esas hakkındaki mütalaanın üzerinde yükseldiği iddianameye ve heyetinizin yapacağını öngördüğüm yargılamaya ilişkin görüşlerimi çok önceden belirttim. Hukuka yabancı bu iddianameye karşı heyetinizin aldığı konumu 09/05/2017 tarihli "heyeti ret" dilekçemde belirttim. 25 Temmuz 2017 tarihli duruşmada da iddianameye ilişkin diyeceklerimi söyledim. Arkadaşlarım ve avukatlarımız da görüşlerini belittiler. Ancak duruşma savcısının bu söylenenleri hiç dikkate almadığı esas hakkında mütalaanın neredeyse iddianamenin özetinden ibaret olmasıyla belli.

Bu nedenle ben de eski beyanlarımı tekrar etmekle yetineceğim.

"GAZETECİLİK BİR AŞK MESLEĞİDİR"

Cumuhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu esasa ilişkin savunmasında şunları söyledi:

Gazetecilik bir aşk mesleğidir. Bizler mesleğine ve memleketine aşık insanlarız. Aşkın hakkını vermek gerekir bedeli ne olursa olsun. Bu bazen böyle iftiraya uğramak olur, cezaevi olur, dava olur. Ama ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer teferruattır bizim için. Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet, her zaman konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete oldu. Güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde İftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi'nin, Uğur Mumcu'nun, İlhan Selçuk'un, Hrant Dink'in, Musa Anter'in Metin Göktepe'nin yolundan ayrılmayacağız. Onların uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim.

"DEVLETTEN HUKUKU ÇIKARDIĞINIZDA ELİNİZDE KALANA ÇETE DENİR"

Cumhuriyet muhabiri Ahmet Şık, esasa ilişkin savunmasında şunları dile getirdi:

Hapishanelerle ilgili konuşurken, "Ben Ergenekoncu iken" ya da "Ben FETÖ'yken" diye başlayan cümleler kuruyorum. Herkesin bildiği üzere, şimdilik iki ayrı hapishane deneyimim var. İlkinde şimdi FETÖ denilen Gülen Cemaati'nin komplosuyla, mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edilerek tutuklandım. İkinci tutuklanmam ise bu yargılamanın konusu nedeniyle oldu. Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte. Yine mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edildi. İlkinde olduğu gibi bu komploda da güvenlik bürokrasisi ve yargının kimi mensupları ile tetikçilik rolü üstlenen bir kısım medya çalışanı siyasal iktidarın suçlarına ortak oldular. Yaklaşık 13 ay süren ilk hapislik deneyimimin sona erdiği gün olan 12 Mart 2012'de Silivri Hapishanesi'nden çıkarken bir siyasal tespit yaparak, tutuklanmama neden olan komploda görev alan polisler ile hakim ve savcıların tutuklanacağını söylemiştim. O komploculardan firar edemeyenlerin dışında kalanların tümü şimdi hapishanede. Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Dolayısıyla Gülen Cemaati'nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. 6 yıl arayla ilkinin birebir aynısı olan bu komployla ilgili diyeceklerimi daha önce söyledim. 27 Temmuz 2017'deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek mahkemede konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017'deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum. Her zamanki gibi sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir.

"VERECEĞİNİZ KARARLA ÜLKENİN HUKUK TARİHİNE GEÇECEKSİNİZ"

Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Mustafa Kemal Güngör esasa ilişkin savunmasında şunları söyledi:

Hakkımdaki tüm suçlamaları reddediyorum. Vakıf üyeliğim sebebiyle yargılanıyorum. Cumhuriyet gazetesi demokrasinin aydınlanmasının savunucusu ve okulu olmuştur. Önce öğrencisiydim sonra avukatı oldum. Bu dava hukuki değil Cumhuriyet gazetesini susturmaya, bitirmeye yönelik siyasi bir davadır. Bu davada tüm gazetecilere muhalif kesimlere gözdağı vermek içindir. İddianame ve mütalaaya yansıyan zihniyet bunun en açık delilidir. Kurgulara dayalı, bireyselleştirilmemiş, herkesi ve her şeyi suçlayan torba bir iddianame vardır. Bunlar tek tek çürütüldü. Bunlar yaşanmamış gibi, senaryonun devamı olarak gerçekleri yansıtmayan, subjektif torba bir mütalaa var karşımızda. Böyle hukuki olmayan bir mütalaa hazırlanmasına bir hukukçu olarak üzüldüm. Cumhuriyet’te yayımlanan yazılarda suç konusu yoktur. Toplumun bilgilendirilmesi için yazılmışlardır. Bu davada tüm itirazlarımıza rağmen hukukun temel prensiplerine uyulmadı. Adil yargılanma ilkemiz çiğnendi. Haksız ve hukuksuz olarak özgürlüğümüz elimizden alındı. Akın hala hapiste. nanılmaz bir şekilde soruşturmayı başında sonuna kadar FETÖ'den yargılanan sanık savcı yürüttü. Ortada vahim bir hukuksuzluk var, bizim yerimize kendinizi koysaydınız bunu kabullenmezdiniz. Arkanızda çok önemli bir yazı var. Binali bey pek esprili bir adam. Hapishanedeyken bir gün adalet bakanlığının düzenlediği bir toplantıda "biz küçükken memlekette adliyelerin bodrum katında "Adalet Mülkün Temelidir" yazardı dedi. Biz de bu söz temel katında yazıldığı için adaletin devletin temeli olduğu için yazıldığını sanırdık. Adalet hala bodrumda. Adını Atatürk’ün koyduğu en köklü gazete Cumhuriyet hakkında bir karar vereceksiniz. Bunun çok önemli bir anlamı olacak. Halkın haber alma hakkını, gazeteciliği, hukuku yakından ilgilendirecek. Vereceğiniz kararla ülkenin hukuk tarihine geçeceksiniz, nasıl geçeceğiniz size kalmış tercih sizin karar sizin.

"BİZİ SATIN ALACAKLARI ANASINDAN DOĞDUĞUNA PİŞMAN EDERİZ"

Cumhuriyet yazarı Aydın Engin, esasa ilişkin savunmasında şunları dile getirdi:

Bu mütalaaya neden cevap verilsin ki? İddianameyi tekrarladı. Savcı karşımıza tanıklar çıkardı. Her tanık iddianameyi daha da boşa çıkardı. Vakfı zarara uğratma suçlaması çökünce gazetenin yayın çizgisini değiştirmekle suçlandık. evet değişti, savcıya sormadan değişti ki bunu sık sık yapabiliriz, üstelik savcılardan izin almayacağız. Bizde değişmeyen hukukun üstünlüğü demokrasi ve bağımsız gazetecilik ilkelleri. Gerisi umurumuzda olmaz. Osman Kavala ile yazışmalarım dosyaya konuldu. Savcı da mütalaada buna sarıldı. Biz Avrupa'daki meslek örgütlerinden sivil toplum örgütlerinden destek istedik. Aldık da. Cumhuriyet'i sardılar. RSF, IPI, PEN. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz. Bizi satın alacak kişi ya da kurumlar anasının karnından doğmadı. Bizi satın alacakları da anasının karnından doğduklarına pişman ederiz. Sizden kişisel hiçbir talebim yok. Sizden hakkımızdaki bu mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Ama çöpe atmayın çünkü bu hukuk fakültelerinde okutulacak. İleride böyle mütalaalar hazırlamayın diyecekler.

"ADİL YARGIŞANMA ANCAK DÜRÜST HUKUKÇULARIN DÜRÜST YARGILAMASIYLA OLUR"

Sanıklar ve avukatların savunmalarında bugünkü duruşmanın son söz alanı Bülent Utku'nun avukatı Ergin Cinmen'di. Cinmen şunları söyledi:

İddanamenin meşru olabilmesi için hukuk diliyle yazılmalıdır. İddialar, hukuk, evrensel hukuk ve insan haklarına uygun olmalıdır. Adil yargılanma hakkı aynı zamanda dürüst yargılanma olmalıdır. Yani bu yargılama dürüst insanlar tarafından yapılmalıdır. Adil yargılanma ancak dürüst hukukçuların dürüst yargılamasıyla olur. Bir yerden gelen talimat ve zamanın ruhunu dikkate alarak karar veriyorsanız bu dürüst yargılama olmaz. Adil yargılama ilkesi sadece dürüst savcı ve hakimler tarafından gerçekleştirilebilir. Bu davanın iddianamesi, yargı süreci ve mütalaaya bakılınca dürüst bir yargılama olmadığını söyleyebiliriz. Bu davada dürüst yargılama hakkı ihlal edildi. Adını aslında Anayasa mahkemesi koydu. Olağanustu halde bile dokunulamayacak haklar olduğu halde, kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamak zorunda bırakılamayacağı, bu düşünce ve kanaatlerinden dolayı yargılanamayacağı halde Gazetecilere "gazetenin logosunun üstüne niye bu ifadeleri kullanarak başlık verdin" diye soruluyor. Yargıladığınız insanları kanaatlerini açıklamak zorunda bırakıyorsunuz...

Saat 17.30'a kadar süren bugünkü duruşmaya yarın devam edilmek üzere ara verildi.

Kapak çizimi; Çizer Zeynep Özatalay

Öne Çıkanlar