Fatma Bostan Ünsal

Fatma Bostan Ünsal

Adaletten ne anlıyoruz?

Türkiye toplumunda, biz görmüyoruz ama iddia edildiği gibi üst yarar olsa bile, KHKler özgürlük-eşitliği ihlal ettiği için adaletsizdir; adaletsiz olan uygulamalar kaldırılmalıdır.

26-29 Ağustos 2017 tarihinde Çanakkale’de yapılan Adalet Kurultayı’nın bu kurultayda konuşulanlar, mesele edilenlerden çok kopuk bir şekilde Türkiye kamuoyuna yansıması da aslında daha derindeki toplumsal sorunumuza işaret etmektedir.  Bilindiği üzere Adalet Kurultayı sırasında, açıkça belirtilen kamp kurallarına aykırı olarak "birkaç kişinin alkol kullanması", bunun bir kısım medya tarafından yeryüzünün neredeyse en büyük kötülüğü olarak gündem yapılması ile başlayan tartışma çok dramatik kişisel tanıklıklar, onlarca çalıştay ve panellerde konuşulan mevzuların bir anda göz ardı edilmesi aslında tesadüfi değildir, genel sorunumuza işaret eden bir yönü vardır. Ne kadar hayret vericidir ki, tam da o günlerde Ekim KHK’sı ile işten atılan ve en küçüğü yedi aylık bebek olmak üzere üç çocuk annesi Sevgi Balcı’nın canına kıyması haber değeri taşımazken bir iki kişinin söz konusu densiz hareketi yönetimin en üst kademesi de dahil Türkiye toplumunun birkaç günlüğüne ana gündem maddesini oluşturabilmiştir.

Siyaset Felsefesi’nin Rönesansı’nı başlatan siyaset bilimci olarak takdim edilen John Rawls’un ifadesi  ile bütün toplumsal kurumların birincil değeri olan adalet üzerine on binlerce insanın bir araya gelmesi önemlidir. Esasen belki de Rawls’a kadar gitmeye gerek yok, bizde yaygın kabul gören "adalet mülkün temelidir" ifadesi aynı anlama gelir ama "mülk" ifadesinin yabancılaştırıcı etkisi nedeniyle ancak  toplum içinde yaşayabilen insan için adaleti bütün toplumsal kurumların ilk değeri olarak ifade eden  Rawls’a referans vermek daha doğru geliyor. Adaletten ne anlamak gerekiyor sorusu da önemlidir. Burada adaletin ilkeleri ile ilgili olarak Rawls’a yine başvurmak zorundayım: Özgürlük ve eşitlik adaletin iki temel ilkesidir. Çoğu zaman birbirine zıt iki hedef olarak gösterilen özgürlük ve eşitliğin uyumlu birlikteliği önemlidir adaletin temini için.

Adaletin en önemli ilkesi olan özgürlük varsa bir toplumda adaletten söz edebiliriz. Eğer bu özgürlüğünüzü kullandığınız takdirde hoşunuza gitmeyen çeşitli durumlarla karşılaşıyorsanız veya böyle düşünüyorsanız orada adaletten söz edilemez. Maalesef 1960 darbe yargılamaları yargıcı müteveffa Salim Başol’un "sizi içeriye tıkan güç böyle istiyor" ifadesi Türkiye’deki yargı adaletsizliği için ilk ve son örnek değildir. Kurultaydaki konuşmamda Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı iken kendi önüne gelen iletişimle ile ilgili yasayı uygun bulmadığı halde veto etmek yerine onaylamasının "hür insan" davranışı olmadığını söyledim. Açıkça ifade etmediğim için belki de asıl söylemek istediğim gölgede kaldı, daha ziyade sayın Abdullah Gül’e yönelik eleştiri kısmı öne çıktı. Aslında demek istediğim özgür tutum takınıp takınamamanın bir toplumda adaletin var olup olmadığının göstergesi olduğu ve adaletsizlik varsa en tepede görülen insanların da bundan olumsuz etkileneceğidir.

İslam’ın ilk devrinde çok tanrılı inanca sahip efendisinin din anlayışından farklı olarak İslam’ı kabul eden ve bunu ifade eden ve bu nedenle işkence edilerek şehit edilen bir köle kadın olarak Sümeyye validemizin içinde bulunduğu toplum açıkça adaletsizdi, inancını özgürce ifade etmesi işkence altında ölüm gibi korkunç bir ceza ile sonuçlanıyordu çünkü. Onun davranışı inancın desteklediği bir hür insan davranışı örneğidir.

Burada bütün insanların ölümü göze alıp kahramanlık yapmalarını teşvik etmekten ziyade özgür davrandığı takdirde hoşnut olmayacağı sonuç, cezalarla karşılaşma durumunun o toplumda adaletin olmadığının bir işareti olduğunu söylemek istiyorum. Batı dünyası ve İslam dünyasında da toplum yararı daha ön plana çıkıyor ve bu yüzden de çeşitli adaletsizliklere bu nedenle göz yumulduğunu söyleyebiliriz. Faydacı ekolün etkisi ile toplumdaki en fazla yarara ulaşmanın ana hedefine karşılık Rawls’un özgürlük vurgusu burada ön plana çıkmaktadır. Rawls’un toplumdaki hiçbir üst yararın bir kişinin haksız yere özgürlüğünün kısıtlanmasını mazur göstermeyeceği iddiası esasen bugün temel insan hakları kabulleri ile de paralellik göstermektedir. Ve tüm toplumun, özgürlüğü veya adaletin diğer ilkesi olan eşitliği ihlal edilmiş kişinin arkasında durması aslında o toplumda adaletin tecelli etmesi için normal bir davranış olduğu içindir ki belki de Yunanistan’da 2008 yılında polis kurşunu ile hayatını kaybeden 16 yaşındaki  Alexis’i vuran polis ömür boyu hapis cezası almasına rağmen ve diğer görevliler de ceza almalarına rağmen unutulmuyor. Toplumun sadece ölen gencine yönelik üzüntüsünü ifade etmenin ötesinde toplumun aslında kendine yönelik özen ve dikkat anlamına da geliyor.

Bu itibarla OHAL dönemi KHKlarla suçu söylenmeden, ispatlanmadan aylarca tutuklu olarak bazen doğumhane kapılarından yeni doğmuş bebekleriyle veya onları bırakmak zorunda kalarak hapse atılan veya hiçbir suç gösterilmeden görevlerine son verilen yüz binleri aşan insanın bulunduğu günümüz Türkiye toplumunda, biz görmüyoruz ama iddia edildiği gibi üst yarar olsa bile, bu uygulamalar ve KHKler özgürlük-eşitliği ihlal ettiği için adaletsizdir; adaletsiz olan yasal düzenleme ve uygulamalar kaldırılmalıdır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatma Bostan Ünsal Arşivi