Akın Birdal: Geçmişin karanlığıyla yüzleşilmelidir

Akın Birdal: Geçmişin karanlığıyla yüzleşilmelidir
İnsan hakları aktivisti ve siyasetçi Akın Birdal yaşam öyküsünü kaleme aldığı 'Sarı Zarf' kitabının amacını ‘Türkiye’nin son 50 yılına bir ayna tutmak ve bellek yenilemek' olarak tanımlıyor.

Filiz DENİZ


ARTI GERÇEK - Sarı Zarf için önsöz yazan yazar Burhan Sönmez ise, ‘bugünü yaşamak zamanın farkında olmamaktır, insan ancak düne bakınca bugünün farkına varır’ diyor  ve Akın Birdal’ın ‘geçmiş’ hikayelerini iki kapılı birer hana benzetiyor.

İnsan Hakları Derneği (İHD) Onursal Başkanı ve eski BDP Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal’a yaşam öyküsünü kaleme aldığı Sarı Zarf üzerinden Türkiye’nin yakın tarihinde yaşanan olayları, toplumsal çalkantıları, mücadeleyle geçen hayatı ve kendisinin de maruz kaldığı bir ‘Türkiye klasiği’ olan siyasi suikastleri konuştuk.

Sarı Zarf okurdan hayli ilgi gördü. Egemen medya yer vermese ve görmezden gelse de alternatif medyada geniş yer buldu. Türkiye’nin yakın geçmişe ışık tutan bu kitabı yazma fikri nasıl oluştu?

Sarı Zarf, Türkiye’nin 50 yıllık hikayesi ve bir bellek yenilemesi. Unutmaya karşı bir bellek oluşturma çabası. Bizim hikayemizde sarı zarf 1915 yılında Kırım’da Çar’ın zulmünden kaçan dedem ve arkadaşlarının öyküsüyle başlıyor. Dedem dört arkadaşıyla Kırım’dan kaçarken Anadolu’ya geliyor ve Niğde’ye yerleşiyor.

ÖZGÜRLÜK, BARIŞ VE KAVUŞMA ÖZLEMİ

Uzun bir süre sonra Kırım’daki yakınlarından olduğunu düşündüğümüz bir sarı zarf geliyor. Kırımlı Habibullah adına. Postacı da göçmen. O nedenle göçmenlerin hüznünü ve sorunlarını iyi biliyor. Postacı sarı zarfın adresine ulaşması için çok çaba gösteriyor. Bir ay kapı kapı dolaşıyor. Ama ne yazık ki başaramıyor. Ne Kırımlı Habibullah’a ne de onun yakınlarına ulaşıyor. Kitapta anlattığım gibi çok sonraları ben de iki kez teşebbüs etmeme rağmen sarı zarfa ulaşmayı başaramıyorum.Ulaşma hayali her defasında kesintiye uğruyor.

Sonra bu hayal benim içimde kalıyor ve büyüyor. Bu bir otobiyografi ve içinde çok önemli kesitler, anekdotlar var. Kitabın sonuna ise sarı zarfın hayalini ve imgesini alıyorum.Kitap özgürlük, adalet, barış, sevgi ve özlem imgesiyle bitiyor.

Sözünü ettiğiniz anekdotlardan birini burada paylaşır mısınız?

Bizim bir KÖY-KOOP deneyimimiz vardı. Türkiye 1980 öncesi tarım ve gıda ürünlerinde kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi. Şimdi ise 5 ürünün dışında her şeyi dışarıdan alıyoruz. KÖY-KOOP tarım ve gıda anlamında kendi kendine yeterli bir kooperatifti. Bütün üretim girdilerini ortaklarımıza serbest piyasadan daha ucuza veriyoruz. Sonra onların da ürünlerini halk pazarlarında aracısız tüketiciye ulaştırıyoruz. Yalnız ortaklarımıza değil bütün kamu emekçilerine, sendikalara, işçilere ulaştırıyoruz. Darbe olunca kapandı. Darbeden sonra dört arkadaş; Türkiye Mimar Ve Mühendis Odaları Başkanı Teoman Öztürk, Ege Ziraat Mühendisleri Bölge Şube Başkanı Çetin Selçuk ve TÖB-DER yöneticilerinden Necati Ayal, Yavuz Önen küçük bir bakkal dükkanı açtık. 20 metrekare. Ama açılacağı gün bizim hakkımızda gıyabi tutuklama kararı çıktı.

İHD’NİN KURULUŞ HİKAYESİ VE AYRIŞMA DÖNEMİ

Ben cezaevine girdim ve bir yıl sonra çıktım ve üç yıl da ben bakkallığı yürüttüm. Orada da ilginç anekdotlar var. O dönem Aziz Nesin’in Aydınlar başkaldırısı başladı. Cuntaya karşı Aydınlar Dilekçesi gündeme geldi. O süre içinde Aziz Nesin’le tanıştım ve ölünceye kadar demokratikleşme, özgürlük mücadelemiz birlikte devam etti.

İnsan Hakları Derneği (İHD) denilince akla gelen isimlerden birisiniz.Derneğin hikayesi kitapta var ancak kısaca bir de sizden dinlesek?

Öncesinde Tutuklu ve Hükümlü Mahpus Aileleri girişimi vardı. 12 Eylül darbesinde 650 bin kişi sorgudan geçti, 50 kişi idam edildi, 173 kişi işkencede öldürüldü. O dönem anne babaların arayışıyla biz aydınların arayışı kesişti ve 98 kişiyle İnsan Hakları Derneği’ni kurduk.

Derneğimiz evrensel; öznesi herkes olan, kimsenin diline, dinine, kimliğine, cinsiyetine bakmaksızın herkesin ve halkların hak ve özgürlükleri için mücadele başlattık. Ancak İHD’nin 1990 yılı genel kurulunda Vedat Aydın anadiliyle konuştuğu zaman dokusu demokrat ve muhalif olan İnsan Hakları Derneği ikiye bölündü.

Bu yüzden İHD’de ayrışma mı yaşandı?

Evet, bu yüzden ayrıştık. Sonra 1992 kanlı Newroz’unda ki biz oradaydık ve tanıklık yapıyorduk. Ateş altında kaldık ve üç kez ölümden döndük. Ama hazırladığımız rapor kimi arkadaşlarımız tarafından bir devlet retoriğiyle eleştirildi. ‘PKK de kadınları, çocukları öne sürmeseydi’ gibi bir jargon kullandılar ve biz bu yaklaşımla insan hakları savunculuğu yapılamaz ve birlikte yürünemez, dedik. Orada bir kopuş oldu.

Kitapta yaşamınıza dair her şeyi anlattınız mı? Ya da yeni kitaplar olacak mı?

Bütün yaşamı bir kitaba sığdırmak olası değil. 1999-2000 yılında Ulucanlar Cezaevi’nde DEP milletvekilleri ve PKK’li mahpuslarla kaldım. İlk olarak üç kadın ve on erkek gerillayla yaptığım röportajları ‘Hevalin Kitabı’ olarak yayınlayacağım. İkinci kır yoksullarının ekonomik, demokratik mücadele örgütü 'KÖY-KOOP modeli' olacak. Üçüncüsü ‘İnsan Haklarının Aynalı Odası’ olacak. Herkes aynalı odaya girsin ve kendisiyle yüzleşsin istiyorum. Dördüncüsü ‘Bir Suikastin Anatomosi’; bana yönelik suikastin, devlet, kontr-gerilla yönünün açığa çıkması gerek. Ama bunu sanki adli bir vakaymış gibi geçiştirdiler. Türk İntikam Tugayı ilgili ve bütün dava dosyaları bende. Ardından ömrüm vefa ederse yenileri gelecek.

DİNK CİNAYETİ GÖZ GÖRE GÖRE GELDİ

Size yönelik suikastten söz açılmışken; ölümden döndünüz ve hayata tutunabilmek adına çok mücadele ettiniz. Öte yandan politik suikastler sürüyor. Sabahattin Ali’den Musa Anter’e, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e, Vedat Aydın’dan Tahir Elçi’ye uzan yakın tarihteki birçok devletin tozlu raflarında çürümeye terk edilmiş durumda.

Geçenlerde Hrant Dink’in öldürülmesinin 12’inci yılıydı. Birçok merkezde anma toplantıları yapıldı. Hrant Dink’in öldürülmesi ve cinayetin aradan bunca zaman geçmesine rağmen aydınlatılmaması üzerine neler söyleyeceksiniz?

Hrant Dink’in katledilme süreci bilindiği gibi Sabiha Gökçen’le ilgili savıyla başladı. Sonrasında da birbirine eklenen cinayet habercisi gelişmeler yaşandı. Valilikteki MİT görevlilerinin tehdidi, Agos Gazetesi kapısındaki gösteriler, medya tetikçiliği, ardından hakkında açılan dava…Sonrası geliyorum diyen bir cinayetle noktalandı. Evet göz göre göre gelen bir cinayetti bu.

Bunun ilk örneği Hrant Dink değil.  Öncesinde de bir çok olay var. Sonrasında da Tahir Elçi örneği de var. Dava 12 yıldır sürüyor. Sürecek de. Ama aydınlatılma olasılığı görmüyorum. Çünkü hayata, hak ve özgürlüklere hangi pencereden bakıldığı önemlidir. İktidarın yaklaşımı, AHİM’e Hrant ile ilgili yapılan savunma ve TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’ndaki tutumuyla açığa çıkmıştır. Roboski Katliamı’nın da Ankara dehlizlerinde kaybedilmeyeceği söylenmişti.

HER SEÇİM ÖNCESİ TEHDİTLER GELİYOR

Ne yazık ki bugüne değin bir adım atılamadı. Demokratik, şeffaf, açık, sorgulayabilen, tartışabilen, yazabilen bir sistem ve toplum olamayınca neyin neyle ilişkisi olduğu da açığa çıkarılamıyor. Çünkü başta yargı olmak üzere hiçbir denetim mekanizması işlemiyor.

Siyasi cinayetlerin yeniden gündemde olduğu bir süreçten geçiyoruz. Artık tehditler kamuoyuna açık yapılıyor;özellikle HDP'lilere ve Erdal Doğan gibi insan hakları savunucularına gönderilen ölüm tehditler gündemde. Buna ilişkin ciddi bir tepki de yok. Hükümet derseniz duymazdan geliyor. Bu konu hakkında ne

Evet bunlar rastlantı değil. Her seçim öncesi bu tür tehditler, saldırılar yapılıyor. Önce seçimlerin demokratik, serbest ve güvenilir ortamda yapılması engellenmek isteniyor. Sonra da insanların demokratik haklarını kullanması üzerinde baskı oluşturuluyor. İşte HDP yöneticilerinin maillerine gelen ‘’İntikam Timi’’ imzalı tehditler bunun somut örneğidir. Yapılan tehditler sadece değişik iletişim araçlarıyla olmayıp, sosyal medya aracılığıyla sesli ve görsel de yapılabiliyor.Bu pervasızlık, cesaret nereden geliyor. Yargı denetiminin olmayışı, başta cezasızlık  olmak üzere caydırıcı hiçbir düzenleme ve yaklaşım yok. Tam tersine bu seyircilik bu tür davranışları daha da cesaretlendiriyor. İnsan Hakları savunucusu, Hrant Dink cinayeti ve Malatya Zirve Katliamı Davası’nın savunmanlarından Av. Erdal Doğan, açıkca tehdit ediliyor. Belirsiz kişilerce günlerdir izlenim altında. Son bu iki olay kamuoyuna açıklanmış ve işaretleri de gösterilmişken ne HDP yöneticilerinin ne de Erdal Doğan’ın bilgisine başvurulmamış ve de bir soruşturma başlatılmamıştır. Erdal Doğan’ın 20 yıllık avukatlık sürecinde yoğun olarak insan hakları ihlalleriyle faili meçhul bırakılmak istenen davalara bakıyor olması da kuşkusuz rastlantı değildir.

Tarih boyunca yaşanan siyasi cinayetlerin Türkiye’nin Kürt sorunu, dolayısıyla demokrasi ve özgürlükler sorunu arasında sizce bir bağ var mı? Varsa buna ilişkin düşüncelerinizi öğrenebilir miyim?

Evet, hem bireysel hem de toplu cinayet ve katliamlar Türkiye siyasi tarihinin bir aynasıdır. Aslında sorun, faili belli olup da meçhul bırakılıyor olmasıdır.

GEÇMİŞ KARANLIĞIYLA YÜZLEŞİLMELİDİR

Bunun da cumhuriyet döneminin öncesi var. İttihat ve Terakki’den günümüze uzanan bir tarih. Kim, nasıl ve kiminle yüzleşecek. Sık sık söylüyoruz; Gerçekleri Araştırma Komisyonu oluşturulmalı.  Tarihle ve geçmişin karanlığıyla yüzleşerek, demokratikleşmiş ülkeler örnek alınmalıdır. Ama bunun için önce demokrasiye, hukuk sistemine ve de barışçıl bir topluma gereksinme duyulmalı, kararlı ve cesur bir irade gösterilmelidir. Bu cinayetlerin kuşkusuz aynı saikle yapılmış olmasıdır. Yani çoğulculuğa karşı tekçi bir rejim inşa etmek. Bu da ırkçılık, nefret, düşmanlık ve cinayetler üzerine inşa ediliyor.

Farklı kimlik, kültür, inanç ve cinsiyetten olmak ve buna sahip çıkmak hedef olmak için yeterlidir. Ermeni olmuşsun, Kürt olmuşsun, sosyalist olmuşsun, Alevi, Ezidi ya da gazeteci, insan hakları savunucusu farklı cinsel eğilimlerin olmuş orası onlar için önemli değil. Muhalif olmak, itiraz etmek ve bunun için mücadele ediyor olmak hedef olmak için bir nedendir. Hele de bu eşitlik ve özgürlük temelinde örgütlü bir yapıya dönüştürülmüşse bu tür tehditler kaçınılmazdır.

Sonuç olarak Kürt sorunun çözümsüzlüğü faili meçhul cinayetlerin bir çoğunun işlenmesine zemin yaratıyor olması da bir olgudur.

Eklemek istedikleriniz var mı?

70 yıl önce Sabahattin Ali’nin katilleri bulunmuş ve bununla yüzleşilmiş olunsaydı ondan sonrakiler katledilmemiş olacaktı. Ape Musa katledilmemiş olacaktı. Vedat Aydın katledilmemiş olacaktı. Hrant Dink, Tahir Elçi katledilmemiş olacaktı. Suruç’ta, Lice’de, Ankara’daki katliamlar olmamış olacaktı. Bu nedenle bu katliamlarla, devletle ve bu ülkenin siyasi tarihiyle yüzleşilmesi gerekiyor.

Kuşkusuz bütün bunlar bir gün bu sorgulanacak. Dileğimiz ve umudumuz tarihin tanıklığını yapmış bizler yaşarken o yüzleşme yapılsın. Ben bu belleği yenilemek istiyorum. Onun için yoğun bir çabanın içine girdim.

Öne Çıkanlar