Akın Birdal: Yeni bir İnsan Hakları Bildirgesi’ne ihtiyaç var

Akın Birdal: Yeni bir İnsan Hakları Bildirgesi’ne ihtiyaç var
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 70’inci yılını kaleme aldığı 'Sarı Zarf' kitabıyla karşılayan Akın Birdal, insan haklarında bir geriye gidiş yaşandığını söyledi.

Türkiye’de hak savunuculuğunun ilk ve en önemli isimlerinden İnsan Hakları Derneği (İHD) eski başkanı ve 2007 yılı Diyarbakır milletvekili Akın Birdal, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 70’inci yılını 'Sarı Zarf' isimli yeni bir kitap kaleme alarak karşıladı.

Günümüzde, BM ve AB gibi uluslararası oluşumların varlık gerekçelerinden uzaklaştığını belirten Birdal, yeni bir uluslararası topluluğa ve İnsan Hakları Bildirgesi’ne ihtiyaç olduğunu söyledi.

Mezopotamya Ajansı'ndan Nimet Ölmez'e konuşan Birdal, Türkiye'de insan hakları açısından bir geriye gidiş olduğuna dikkat çekiyor.

İnsan Hakları Bildirgesine duyduğu ihtiyacı ise şöyle tarif ediyor:

"Belki ütopya olacak ama yeni bir uluslar arası topluluğa ve İnsan Hakları Bildirgesine ihtiyaç var. Ama bu uluslarası topluluğu oluşturacak devletler değil, ezilen emekçilerin örgütlerin temsilcileri olmalıdır. Onlar yeni bir bildiri kaleme almalıdırlar."

‘70 YILDIR EMEKLEYEN BİLDİRGEYİ İNSANLIK AYAĞA KALDIRMALI’ 

İnsan Hakları Bildirgesi’nin 70’inci yılına girmiş olmasını bu yılı daha da önemli kıldığını ifade eden Birdal, geçen onca yıla rağmen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin  hala emeklediğini söyledi:

"İnsanlar özgür, onur ve haklar açısından eşit doğar. İnsanların doğuştan kazandığı haklar vardır. Bunlar devredilmez ve vazgeçilmez haklardır. Ben de bu yıl 70’inci yaşıma girdim. İki ayağımın üzerine kalktım büyüdüm, yaşlandım. Ama İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hala emekliyor. İnsanlık onu ayağa kaldıramadı. En azından bizim ülkemiz açısından durum böyle. Diğer ülkelerde Burjuva demokrasisi de olsa önemli kazanımlar var. Bu kazanımlar korunuyor. Çünkü orada yargı ve kuvvetler ayrılığı yerleşmiş durumda. Bir siyasi parti ya da lideri çıkıp işte, ‘Anayasasız, hukuksuz bir ülke istiyorum’ diyemez. Bakın arada bir Donald Trump öyle bir ruh haline giriyor. Ona da hem kamuoyundan hem de yargıdan gerekli tepkiler geliyor. Ama bizim Türkiye’mizde bu durum böyle gelişmiyor."

'İNSAN HAKLARININ YEŞERDİĞİ BİR ORTAM GEREKLİ’ 

Türkiye'deki sürekli çatışma hali nedeniyle, hak ve özgürlüklerin yerlerde süründüğüne dikkat çeken Birdal, çatışmasızlığın demokrasinin, demokrasinin adaletin, adaletin hukukun, hukukun ise hak ve özgürlüklerin güvencesi olduğunu söyledi:

"Çok klasik bir söz vardır; ‘savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir’ denir. Savaşın ilk kurbanı gerçekler olunca insanlar gerçeği konuşamıyor ya da konuşmaya başladığı zaman ağır bedeller ödüyor. Savaş ve çatışma hali sadece yaşam hakkını yok etmiyor. Bütün hak ve temeller ona bağlı olarak ortadan kaldırılıyor. Örneğin; ifade ve basın özgürlüğü, insan haklarının olmazsa olmazıdır. Özgür basının ve özgür gazetecilerin başına gelenlere tanık oluyor ve görüyoruz. Şu an 147 gazeteci cezaevinde. Bu sayı sürekli değişiyor. O yüzden insan haklarının beslendiği, büyüdüğü ve yeşerdiği bir ortamı yaratmak gerekiyor."

‘TÜRKİYE YARI AÇIK CEZAEVİNE DÖNÜŞTÜ’ 

Türkiye'nin yarı açık cezaevine dönüştüğünü belirten Birdal cezaevlerindeki hak ihlallerine de dikkat çekti:

"Bu iktidar yönetime geldiği 2002 yılında 57 mahpus vardı, şimdi bu sayı 247 bine ulaştı. Her geçen gün bu sayı artıyor. Hasta tutuklular var. Onların içinde 402’si ağır hasta olarak kayıtlara geçti. Bu ilkel ve zor koşuların tutukluların giderek hastalanmasına, durumlarının kötüleşmesine ve sonunda ölmesine neden oluyor." 

‘YENİ BÜTÇE İNSAN HAKLARI KARŞITI’

Meclis’te görüşmelerin sürdüğü yeni bütçenin insan hakları karşıtı olduğunu kaydeden Birdal, nedenini de şöyle açıkladı: "Orada insan hakları ve özgürlükler yok. Barış yok, demokratik, laik bir toplum yaratma inşası hayali yok. Bir çatışma ve savaş bütçesi var. Bu bütçe; önümüzdeki yıllarda bize ne getireceğini gösteriyor. Peki, insan hakları haftasında bizim taleplerimizi kim dinliyor? Bırakın dinlemeyi bu hafta da insan hakları savunucularına baskılar devam etti. Örneğin; iki gün önce, Diyarbakır, Batman ve Van’da annelerin açlık grevinin sonuçları, gözaltı ve tutuklama oldu. Yine tecrit bir insan hakları sorunudur. Bu sorun çok ciddi bir sorundur. 2011 yılından bu yana PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşülemiyor. Leyla Güven ve anneler buna dikkat çekmek istiyor. Avukatları, ailesi ve insan hakları savunucuları görüşmelidirler. Türkiye’nin kabul ettiği İşkenceye Karşı Sözleşme’nin ek protokolünde bu hak var. Cezaevlerine insan hakları savunucuları, doktorlar gazetecilerin gidebileceğini ön görüyor. Kendi imzaladıkları sözleşmeleri anlaşmaları yok sayıyorlar."

‘SARI ZARF’TA HEPİMİZİN HİKAYESİ VAR’

Sol Elim, Can Suyu ve Betula isimli kitaplarının ardından Sarı Zarf’ı yazan Birdal, kitabın isim hikayesini ve bu hikayenin kendi yaşamıyla buluştuğu noktalara da dikkat çekti. Kitabın, bilinen olumsuz anlamlarının ötesinde bir hikaye taşıdığını dile getiren Birdal, "Sarı Zarf bir yaşam öyküsüdür. Sarı Zarf’ın çağrışımları genelde iyi değildir. Sürgün haberleri, işine son verme haberleri sarı zarftan çıkar. Ama benim Sarı Zarf’ım bir eşitlik bir özgürlük ve adalet buluşmasının hikayesidir. Sarı Zarf, 1915’te Rus Çarlığı’nın zulmünden kaçan 5 arkadaşın hikayesinden biridir. İki arkadaş Çukurova’ya giderken, 3’ü Niğde’de kalıyor. Bunların hepsi de evli, çocukları aileleri var, ya geri döneriz ya da onları da yanımıza getiririz hayaliyle geliyorlar. Ama ne yazık ki ne onları getirebiliyorlar ne de onlar dönebiliyor. İşte hikayesinin 5 kahramanından biri de benim dedem olan, Kırımlı Habibullah oluyor. Haberleşme kopunca, Kırım’dan bir sarı zarf geliyor. Büyük olasılıkla dedemin büyüklerinden, ailesinden geliyor. Göndericiler ulaşacağını umut ederek gönderiyorlar. Sarı zarfı taşıyan postacı da bir göçmendir ve mektubu ulaştırmayı çok istiyor. Postacı sokak sokak, mahalle mahalle dolaşıyor; ama bir türlü sahibine ulaştıramıyor. Bu sarı zarf bir ay sonra ‘adresinde bulunamamıştır’ denilip geri gönderiliyor. Sonra ben bu sarı zarfın peşine düşüyorum ve iki kez fırsat doğuyor. Tam sarı zarfa dokunacakken ne yazık ki olmuyor. Çocukluk, gençlik, herkesin bir hikayesini taşıyor kitabım. Kitapta, üniversite ve meslek örgütlerinde çalışmam ile köy kooperatifleşmesi anlatılıyor."

‘HALKLARIN KURTULUŞU İÇİN YENİ BİR BİLDİRİYE İHTİYAÇ VAR’

Sarı Zarf kitabında muhacirliğin, mülteciliğin dramına da dikkat çektiğini söyleyen Birdal, son dönemlerde Türkiye’de yaşanan mülteci ölümlerini, savaşın sonuçlarına da değindi. Birdal,  "Mültecilerin yaşadıkları konusunda emperyalist-kapitalist dünyanın büyük sorumluluğu var. Gerek Birleşmiş Milletler, gerekse Avrupa Konseyi’nde sığınmacıların hakları var. Bakın savaş halinde, ekonomik ya da toplumsal nedenlerle insanların başka ülkeye sığınma hakları bulunuyor. Sığındıkları ülkelerde insanların eğitim, sağlık, çalışma haklarını düzenleyen metinler var. Bunların hepsini yok saydılar. Türkiye’ye dönem dönem verilen paralarla tüm mültecileri buraya hapsettiler. Bu paranın çoğunluğundan göçmenler yararlanamıyor. İnsanlar geri gönderme merkezlerinde bütün haklarından yoksun bırakılmış, hapsedilmiş olarak yaşıyor. O nedenle fırsat bulanlar yaşadıkları bu zulümden ölüme yolculuğa çıkıyor. Mülteciliği bir koz olarak kullanmaya başladılar. Bunlar, dünyanın insanlığın utancıdır.  O yüzden BM ve Avrupa Konseyi uluslararası ve bölgesel oluşumlar varlık gerekçelerinden uzaklaşmış durumdalar. Belki ütopya olacak; ama yeni bir uluslararası topluluğa ve İnsan Hakları Bildirgesi’ne ihtiyaç var. Ama bu uluslararası topluluğu oluşturacak devletler değil, ezilen emekçilerin örgütlerin temsilcileri olmalıdır. Onlar yeni bir bildiri kaleme almalıdırlar" dedi.

Öne Çıkanlar