‘Alevilerin en önemli talebi demokrasi’

‘Alevilerin en önemli talebi demokrasi’
'Aleviler, demokrasi taleplerini geliştirirken kapitalist sistemin sorunlarına; emekçilerin, kadınların, Kürtler’in taleplerine de somut çözüm önerileri getirebilmeli.'

Esra ÇİFTÇİ


ARTI GERÇEK- Aleviler inanç ve kültürlerini yaşayabiliyorlar mı? İnançlarını, ibadetlerini uygulayabiliyorlar mı? Oruçlarını, cemlerini rahatlıkla yapabiliyorlar mı? Alevi çocuklar okullarda ayrımcılığa maruz kalıyor mu? Alevi sorunu nasıl çözülür, talepler nelerdir? Asimilasyon politikaları nasıl uygulanıyor? Dizimizin ikinci gününde bu sorulara yanıt aradık. İlk söz, Şix Çoban ocakzadelerinden olan ve Demokratik Alevi Dernekleri Genel Sekreteri  Zeynel Kete’de. 

‘BİR ŞEY KAYBEDİLEN YERDE ARANIR’

Alevilerin sorunlarını iyi tanımlamaları gerektiğini söyleyen Zeynel Kete, "Sorunlar hakikatçi bir yöntemle tanımlanırsa çözüm konusunda öneriler ve istekler de bu çerçevede olur. Alevîler sesin söze dönüştüğü andan itibaren inançlarının var olduğuna inanırlar. Ayrıca binlerce yıllık komünal hafızaya, demokratik toplum özelliklerine sahiptirler. Sorunların çözümü konusundaki, öneriler ve istekler de bu çerçevede olmalı. Sorunun tespiti ile çözümü arasında diyalektik bir ilişki mevcuttur. Özellikle hakikat nerede yitirildi? Bir şey kaybedilen yerde aranır. Kaybedilen yerin dışında sorun çözmeye çalışmak aslında doğrudan olmasa da dolaylı olarak sorunu yaratmaya neden olmaktır. Öncelikle Alevilerin sorunları sadece tekçi zihniyetlerin yarattığı sorunlar değildir Sadece İmparatorluk zihniyetinin yarattığı sorunlar da değildir. Cumhuriyet modernizminin sosyo- politik müdahalesi ile oluşan sorunlar da vardır. Kendilerinden kaynaklanan sorunlar da mevcuttur. Alevîlerin istekleri bu yaşananlar göz önüne alınarak netleşmeli."

Zeynel Kete: Alevilerin sorunları sadece tekçi zihniyetten kaynaklanmıyor. Kendilerinden kaynaklanan sorunlar da var.
 
‘ÇÖZÜM CÜMLE CANA YÖNELİK OLMALI’

‘Alevilerin en önemli talebinin demokrasi’ olduğunu söyleyen Kete, bunu da yine Alevi felsefesinde olan ‘rıza toplumu’ kavramıyla açıklıyor: "Dar, bölgesel, ya da karşıtlık üzerinden değil cümle cana yönelik demokratik siyaset anlayışına uygun, bütün mağdur ve mazlumlara yönelik, net, anlaşılır, uygulanır olmalı. Bütün konularda, inançlara yönelik olduğu gibi kendi inançlarına yönelik de istek ve önerilerde bulunurken dayanacakları yöntem cümle cana yönelik çözüm önerileri olmalıdır."

‘TALEPLER RIZA TOPLUMUNA UYGUN OLMALI’

Alevilerin diyanetin kaldırılması ve din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması yönündeki taleplerini, genelleşmemesi gereken talepler olarak gören Zeynel Kete’nin bu konuyla ilgili görüşleri ise şöyle: "Alevilerin zaman zaman gündeme getirdikleri bazı önerileri olmuştur. Diyanetin kaldırılması, din derslerinin kaldırılması, inancın anayasa korumasına alınması, Madımak’ın müze olması, cem evlerinin yasal statüye alınması, eşit yurttaşlık hakkı gibi. Evet kendi içinde haklı talepler olabilir. Ama bana göre son derece yerel, lokal, Türkiye 'de yaşanan farklılıklara ve insanlığın geneline yönelik talepler değildir. Binlerce yıllık rıza toplumunun talepleri bu olmamalı. Kaldı ki bu talepler bütün Alevi süreklerinin ikrar ve rızalık esası üzerine alınan kararlar değildir. Derin bir felsefi eleştiriye tabi tutulacak taleplerdir. Daha çok inancın kendisine yönelik taleplerdir. Ayrıca egemen zihniyet ve bu zihniyetin taşıyıcıları tarafından, karşıtlık oluşturacak taleplerdir. Yaşadığımız ülkede farklılıkların kendi yaşamlarına, inançlarına yönelik talepleri olmalı, çözüm önerileri olmalı, karşıtlığı derinleştirmemeli."

‘ALEVİLER YENİ ÖNERİLER SUNMALI’

Zeynel Kete, bir Alevi inanç önderi olarak bütün Alevilere önemli bazı sorular da yöneltiyor: 

"Alevilerin Kapitalist sistemin yapısal krizlerini aşacak hangi önerileri var? Kadınlar, emekçiler, işsizler, mülteciler, yaşlılar, engelliler gibi kesimlere yönelik rıza toplumu perspektifi doğrultusunda somut öneriler olmuş mu? Enerji şirketlerinin, endüstriyel tarım şirketlerinin, maden arama çalışmalarının toplumsal ekolojiyi yok etmelerine, su havzalarını, ormanları, doğal tarım alanlarını, vadileri, kentsel dönüşüm politikalarına yönelik hangi önerileri oldu? Daha sağlıklı ulaşılabilir parasız eğitim ve sağlık politikalarına yönelik hangi önerileri oldu? Yıllardır zulmün her türlüsünü gören Kürt halkının demokratik siyaset yapmalarına nasıl katkı sundular?  Kürtlerin demokratik siyaset yapmalarına yönelik engellerin kaldırılması için çözüm önerileri ne oldu? Halkın iradesine ket vuran anlayışa karşı kendi perspektifinden güç alarak karşı durabildi mi ya da öneriler sundu mu? İktidar İslam’ın zulmü altında kalan kültürel İslam’ı yaşarken sorunla karşılaşan Müslümanlara yönelik hangi önerileri oldu? Sistemin daha demokratik hale gelmesi, devletin demokratik taleplere esneklik göstermesi mücadelesinde kimlerle nasıl yol yürümesi gerekiyor? Bu konuda önerileri oldu mu? "

‘TARİHSEL HAFIZAYA DAYANMAK GEREKİYOR’

Alevilerin hem kendilerine yönelik hem de ideolojik, siyasî ve ahlâken çökmüş durumda olan nahak zihniyete yönelik kendi tarihsel hafızasına dayanarak yeni öneriler sunmaları gerektiğini söyleyen Kete şu sözlerle devam ediyor:

"Yolda birlik olmayınca sorunu tespit ve çözüm önerilerinde de ortaklaşmakta zorlanırlar. Her sorun toplumsal sorundur tespiti hakikatçi bir yöntem olacaktır. Eğer çözüm önerileri varsa öncelikli olarak hangi derde derman olacaklarını somut bir şekilde tespit etmeleri gerekir. Hakikat kaybedilen yerde aranır. Alevîlerin siyaset anlayışları ve duruşları tarihsel hafızalarına uygun, kültürel direniş hattına uygun olursa hakikat inşa edilir."

‘BASKICI VE DAYATMACI EĞİTİM VAR’

Din Kültürü ve Ahlak bilgisi dersi, 1982 Anayasa’sının 24. maddesiyle zorunlu hale getirilen ve başta Aleviler olmak üzere toplumun önemli bir kesiminin muhalefet ettiği önemli bir sorun. Eğitim-Sen Genel Yükseköğretim ve Eğitim Sekreteri Sinan Muşlu, eğitim alanında özellikle Alevi öğrencilerin baskı ortamını çok daha fazla hissettiklerini söylüyor. Muşlu, şunları söylüyor:

Sinan Muşlu: Baskıcı eğitim ortamından Alevi öğrenciler daha çok etkileniyor.

"Türkiye’de başta eğitim sistemi olmak üzere, toplumsal yaşamın bütün alanları, siyasi iktidarın hedefleri doğrultusunda tekçi, baskıcı ve dayatmacı bir anlayışla yeniden düzenlenmektedir. Eğitim ve toplumsal yaşamın bütün alanlarını dini kural ve referanslara göre biçimlendirmek isteyen iktidar bloğu, attıkları her adımda laik eğitim ve laik yaşamı açıkça tahrip etmektedir. Türkiye’deki bütün eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı ve otoriter uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden hızla uzaklaştırılmıştır. Laik olmayan bir eğitim sisteminin demokratik ve bilimsel olması, böyle bir sistemde bireylerin inançlarını, kimliklerini ve kültürlerini hiçbir baskı altında kalmadan özgürce yaşaması söz konusu olamaz. İktidarın tekçi, mezhepçi yaklaşımları toplumun farklı inançlara sahip kesimler üzerinde ciddi bir baskı ortamı yaratırken eğitim alanında da özellikle Alevi öğrenciler bu baskı ortamını çok daha fazla hissetmektedir. İktidarın her alanda olduğu gibi eğitimde de yoğunca kadrolaşmış olması bu öğrencilerin birçok kaygıyla inançlarını gizlemesine yol açabilmektedir."

‘OKULLAR İMAM HATİPLEŞTİRİLDİ’

Okulların iktidar tarafından ‘İmam Hatipleştirildiğini’ söyleyen Muşlu bu konuda da şu savunuyu yapıyor:

"Din dersinin halen zorunlu tutulması ve derslerde namaz kılma uygulamaları gibi etkinliklere Alevi öğrencilerde maruz kalabilmektedir. Öğrenci ve velinin seçmesi gereken seçmeli dersleri de okul yöneticileri seçmekte, iktidarı tatmin edecek dini ağırlıklı dersler seçilerek öğrenci ve veliler mağdur edilmektedir. Bu konu da açılan davalar söz konusudur. Okullara mescitler açılarak adeta her okul İmam Hatip’e dönüştürülmüş ve bu psikolojik ortam içinde farklı inançlarda olan ve özellikle Alevi çocuklara asimilasyon sureci dayatılmıştır. Okullar iktidar tarafından bilinçli ve programlı bir şekilde imam hatipleşme surecine alınmış olması bir dayatmaya dönüşmüş durumdadır." 

‘IRKÇI, GERİCİ AYRIMLARA SON VERİLMELİ’

Muşlu’ya göre demokratik ve bütün inançlara eşit mesafedeki bir eğitim sistemi ise şöyle olmalı: "Eğitimdeki dayatmacı uygulamalar, sendikamızın kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim mücadelesinde ne kadar haklı olduğunu ortaya koymaktadır. Gerçek demokrasi, eşit yurttaşlık, temel hak ve özgürlüklerin genişlemesi ve bu genişlemenin eğitimi de içine alması gerekmektedir. Eğitimde "tek din, tek mezhep" dayatmasına, eğitimi dinselleştirme uygulamalarına karşı laik eğitim, laik yaşam için, zorunlu din dersi dayatmasına, farklı inanç ve kültürlerin dışlanmasına, eğitimde her türlü ırkçı, gerici ve ayrımcı uygulamaya son verilmesi için, başta eğitim olmak üzere her alanın gerçek bir demokrasi, eşit yurttaşlık ve anayasal güvenceye kavuşmuş özgürlükler etrafında yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Çünkü AKP-MHP iktidarı deyim yerindeyse bir yıkım iktidarına dönüşmüştür."

‘GÖÇLER İNANÇ VE KÜLTÜR BUNALIM YARATTI’

Kentlere ve Avrupa’ya doğru yaşanan göçlerin sonucu, binlerce yıllık tarihin hakikat zincirinin halkalarının bir bir koptuğunu söyleyen FEDA Eş Başkanı Demir Çelik ise, şunları söylüyor:

Demir Çelik: Kentleşme ve Avrupa'ya göç binlerce yıllık hakikat zincirini kırdı.

"Aleviler, binlerce yıl devlet ve iktidar dışı olan inançlarını, kırda, yatay insan toplumsallığı ile özgün şekilde sürdürmüşlerdir. İnancın iktidar dışı sosyal ve kültürel değerlerini bu toplumsallık sayesinde yoğunca yaşamışlardır.  Kentlere ve Avrupa’ya doğru yaşanan bu göçler sonucu ise, binlerce yıllık tarihin hakikat zincirinin halkaları kopmaya, inancın devlet ve iktidar dışı toplumsallığı dağılmaya başladı. İnanç sahipleri, Avrupa’ da alternatif yaşamı geliştiremedikleri için kimlik, inanç ve kültür bunalımı yaşandı. Ocak sisteminden ve kutsal mekânlarından koparılmış olan Aleviler, toplum kırım, kültürel kırım yaşamaya ve inanç değerlerine yabancılaşma yaşadı. Ulus devletin asimilasyon politikaları nedeni ile ana diline, kültürüne, inancına ve inanç değerlerine zaten yabancılaşmış olan Aleviler, Avrupa’da bu yabancılaşmayı derinden yaşamaya başlayınca, ana dilini konuşamamakta, sisteme entegre olma adına bulunduğu ülke dilini öğrenme gayreti ile ana diline uzaklaştı. Halbuki doğa inancı, en iyi Kürtçe ile ifade edebilir, yaşanabilir. İnancı, kültürü, sosyal yaşamı taşıyan dildir. Sosyal ve kültürel değerlerin sürdürülmesinin ana halkası olan dil koparılınca, anacıl toplum inancı olan inancımız sürdürülemez, yaşanmaz olur."

Almanya’da yaklaşık 900 bin, Avrupa’daysa bir buçuk milyon Alevi yaşadığını belirten Çelik, şöyle devam ediyor:

"Bireyin ve onun iyi niyetli çabası elbette ki önemlidir. Ancak birey, tek başına bu devasa sorunun üstesinden gelemez. Devlet ve onun ideolojik kuşatıcılığına karşı, bireyin yapabilecekleri sınırlıdır. Farklı etkenlerden kaynaklı bu sorunu nitelikli kurumsallaşma ile aşabiliriz. Bilgi ve iletişim çağının olanaklarını amacına uygun kullanabilen sivil toplum örgütleri, kolektif irade mekânları, toplumun karşılanamayan siyasal, sosyal, kültürel ve inançsal ihtiyaçlarını öz gücüne dayanarak karşılayabilirler. Ancak birçok Alevi mekânı ve kurumu, inanç kurumuyuz diyerek siyasal çalışmalarına kendisini kapattığından, toplumun meşru talepleri karşılanmadığı gibi, Alevi canlarımız devletin elit siyasetçilerine ve siyasi partilerine muhtaç bırakılmışlardır. Devlet bu sayede din, siyaset, eğitim, sağlık, ekonomi ve kültürel politikalarıyla, medya ve basın aracılığıyla bu mekanlara çok rahat girmektedir. Halbuki devlet ve iktidar dışı olan Alevilerin muhalif olmaları, siyasal ve sosyal faaliyetler içinde olmaları işin doğası gereğidir. Kendisini demokratik siyasetten uzak tutanlar, bilmeden egemenlikçi siyasete alan açmaktadırlar. İnsanı ve insan toplumsallığını politik özne görmek yerine, onu güdülen bir güruh olarak görmek bizlere büyük kaybettirmiştir. Kurumlar toplumun ve toplulukların ihtiyaçlarını karşılayan, demokratik siyaset ile doğru yol ve yöntemlerle kendi mekânlarını çağın ruhuna uygun toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan olmalıdırlar."

‘ALEVİ OCAK SİSTEMİ KORUNMALI’

 Aleviliğin Ocak sisteminin bu anlamda incelenmesi ve üzerine titrenen bir model olduğunu savunan Demir Çelik son olarak şunları söylüyor:

"Dikey olmayan yatay insan toplumsallığı sayesinde, binlerce yıl herhangi bir erk ve güce ihtiyaç duymadan doğrudan demokrasi değerleri ile yaşayan ve yaşatılan inancımız, hızlı kentleşme ve Avrupa’ya göç nedeni ile büyük risklerle karşı karşıyadır. Kutsal mekânlarından ve coğrafyasından kopartılan inancımız, yaşam damarlarından yoksun bıraktırılmış, her gün kendisini ve inanç hafızasını güncellemekten uzak tutulmak istenmiştir. İnanç ve inanç değerleri unutulmaya, yok olmaya terk edilmiş, Şia ve Sünni İslam’a yedeklenmeye çalışılmaktadır. Bugün inanç sahipleri göçertildikleri kentlerde ve Avrupa’ da inancını yaşayamaz olmuş, gelecek kuşaklara aktarabilecekleri değerlerinden yoksun bırakılmışlardır.

Ocak sisteminin canlandırılması ve ‘Ocak Pîr’lerinin ‘Yol önderi’ olmaları paralelinde, toplum kesimlerinin ve toplumsal dinamiklerin öz güçlerine dayanan örgütlülüklerine ihtiyaç vardır. İnancımız, binlerce yıl aşiret formu üzerinden yaşatılmış ve sürdürülmüştür. Bugün ise aşiret formu dağıtılmış, yeni toplumsal formlar açığa çıkmıştır. Bu nedenle ‘Ocak Pîr’leri ile bu yeni toplumsal formlarda örgütlü Alevi canları buluşturduğumuzda inancımızı yaşatmamız ve de gelecek nesillere inancı aktarmamız mümkün olacaktır."

‘VERİLEN SÖZLER TUTULMADI’

Deva Partisi Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Başkan Baş Danışmanı Cem Avşar ise "Alevi toplumunun varlığını devlete kabul ettirme ve eşit yurttaşlık mücadelesinin 1980’lerin ortalarına doğru başlamış bir süreç olduğunu söylüyor.

Cem Avşar: Alevilere verilen sözler tutulmadı

Kendisi de Alevi olan Avşar, "Türkiye’de birçok iktidar değişikliği yaşandı, her gelen Alevi toplumuna vaatler vermeye ‘sorunlarınızın çözümü bizde’ demeye devam etti, fakat toplumsal anlamda bir kazanım elde edilemedi" dedi. Avşar şöyle konuştu: "AK Parti kuruluşunda özgürlükleri merkezi alan bir hareket olarak kendini tanımladı. Alevi yurttaşların hak ve talepleri doğrultusunda iktidarının ilk 10 yılında çeşitli girişimlerde bulundu, Fakat sonucunda hiçbir şey çıkmadı, verilen sözler tutulmadı, asimilasyon devam etti." diye konuştu.

‘ÇÖZÜM İÇİN AİHM KARARI YETER’

"Hükümetin Alevi politikasının olmadığını, AİHM kararlarının da uygulanmadığını" söyleyen Avşar şöyle konuştu: "Bugün geldiğimiz noktada hükümet hiçbir politika üretmediği gibi,  aksine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Alevi yurttaşların hak ve taleplerine yönelik aldığı kararları gayri hukuki bir şekilde uygulamıyor. Hukuki zeminde Türkiye Cumhuriyeti’ni bağlayan bu kararları uygulasalar ortada sorun kalmaz. Fakat geçmişte ve günümüzde ister sol ister sağ parti olsun, ‘tabanımıza bunu anlatamayız’ kaygısıyla  Cem evlerine ibadethane statüsü vermedi. Alevilerin inancını yaşaması için resmi destek de verilmedi. Belediyeler, Cem evlerini ibadethane olarak tanımlayıp resmi destekler veriyorlar, bunlar güzel gelişmeler olsa da yeterli bulmuyoruz. Yerelde bu gibi olumlu adımlar atılırken Alevi yurttaşların kamu kadrolarında bilinçli bir şekilde ayrımcılığa uğrama derecesi Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde bu kadar olmamıştı. Bugün 1 tane bile orta veya üst düzey kamu görevlisi, bürokrat, emniyet mensubu gösteremeyiz, bu da eşit yurttaşlığın önünde duran başka bir sorun."

Deva Partisi’nin, Alevi yurttaşların sorunlarını parti programına aldığını söyleyen Avşar, sözlerini şöyle noktaladı: "Biz Deva Partisi olarak ülkenin çözümsüzlüğe terk edilen diğer sorunlarında olduğu gibi bu konuda da gerekli hazırlıklarımızı yaptık, Biz iktidara geldiğimizde bu işin çözümünün artık daha da kolaylaştığını düşünüyoruz. Çünkü birincisi AİHM kararları var ve devlet hukuki olarak bunu uygulamak zorunda. İkincisi ve çok daha önemlisi toplumunda siyasetin kaygılandığı gibi bir sorun yok. Anadolu coğrafyası, yüzyıllardır gerek inanç gerek etnik kimlik olarak kardeşçe yaşayan akraba bir toplumdur."

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar