Ömer Faruk Gergerlioğlu

Ömer Faruk Gergerlioğlu

Altan'lar ve Ilıcak müebbet demokrasi istedi

Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak siyaset tarihimizin 3 önemli demokrasi mücadelecisidir.

16 Şubat 2018 Türkiye yargı tarihi açısından unutulmayacak bir gün olacak. Çünkü iddianamesiz tutuklu olan Die Welt muhabiri Deniz Yücel Türk ve Alman hükümetleri arasındaki bir pazarlık sonucu tahliye edildi. Pazarlık olduğunu düşünmeyen yok, zira prosedürün hukuka uygun olmadığını bilmeyen yok. Çünkü iddianamesiz 1 yıldır tutuklu olan birisinin tahliye edilmesi gibi bir gariplik cari uygulamalarda görülen bir şey değil. Yücel, anında yurt dışına çıkarak adeta hukuk olmayan bir ülkede ne yapılması gerektiğini gösterdi.

16 Şubat günü 500 günü aşmış bir davada daha karar veriliyordu. Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan ve Ahmet Altan hakkında darbeye zemin hazırlayan yazılar yazdıkları ithamıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Bu çok ağır bir karardı, bu kişileri sevmeyenlerin bile çok ağır buldukları bir karardı. Altan'lar ve Ilıcak hayatları boyunca demokrasi aradı, "Demokrasi" diyen her sese kulak kabarttı, demokrasi yokluğu, adaletsizlik ve hukuksuzluk kurbanı oldular.

Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak siyaset tarihimizin 3 önemli demokrasi mücadelecisidir. Nazlı ılıcak, farklı birçok dönemde hep demokrasi dedi. 28 şubat'ın zor günlerinde Merve Kavakçı'nın yanında durdu ama Kavakçı vd. eski arkadaşları o müebbet ceza alırken suskunlar. Mehmet Altan ise demokrasi denince Türkiye'de ilk akla gelen isimlerdendir. Ahmet Altan ise bir kelime sanatçısı olarak unutulmaz hakkaniyet örnekleri gösterdiği yazılarıyla nerede bir demokrasi ışığı varsa oraya koşan bir yazar oldu.

Ahmet Altan bu ülkede hep aykırı isim oldu, bu aykırılık yöneticiler nezdinde onun hep ezilenlerin hakkına sahip çıkan tavrından dolayı bulunan bir sıfattı. Altan, başörtüsü yasağının en şiddetli ve zalimane olduğu zaman yasağa karşı çıktı. Ama iktidara başörtülüler geldiğinde antidemokratik bulduğu en ufak şey için onları eleştirmekten kaçınmadı. Kürtlerin çiğnenen haklarının iadesi için her zaman gayret gösterdi. Demokrasi, hukuk dışına çıkılan en ağır günlerde bile o sakin, dingin üslubuyla insan hakkı istiyordu. Ama Kürtlerin adına hareket ettiğini iddia eden PKK'ya da oldukça ağır eleştiriler getirdi. Azınlıkların, Alevilerin hakkını onun kadar mertçe, korkusuzca savunan kişi sayısı azdır. Demokrasiyi katleden darbelere babaları Çetin Altan gibi hem Ahmet, Mehmet Altan hem de Nazlı Ilıcak, yapanın kimliğini önemsemeden çok ilkeli karşı çıktı.

Ahmet Altan da bir insandır. Onun demokrasi konusundaki hassasiyetini hatırlattığımızda Ergenekon davasındaki yanlışlarını gündem edenlere hatasız kul olmadığını anlatmak gerekir. Ak Parti iktidarı sonrası militer güçlerin hükümete yönelik hasmane tavırlarını çok hatırlatmaya gerek yok. Ergenekon davası bu iddiaları araştırırken bugün olduğu gibi yer yer hukuk dışına çıkmış, bazı ifratlar yaşanmıştır. Gözaltına alınma şekilleri, uzun tutukluluk süreleri, gazetecilerin darbeci ilan edilmesi gibi iddialar o gün de bugün de aynı yargı istismarı örnekleridir. GYY yönetmeni olduğu Taraf gazetesi bu dönem önemli roller üstlenmiş, demokrasi konusunda cesur örnekler ortaya koymuş ancak sansasyonel haberciliğin şehvetine kendisini fazla kaptırmış bir gazeteydi. Darbe konusunda evham derecesindeki bir duyarlılık, Altan'ın bünyesindeki demokrasi hassasiyetiyle birleşince bazı önemli hayati hatalar yaptırabildi.

Ben herkesin özeleştiri yapmasını diliyorum. Ahmet Altan sansasyon ve ifrat kurbanı olmasına rağmen inanılmaz net ve mert duruşuyla ezilen çok kişinin kalbinde taht kurmuştu. Allah vergisi edebi kabiliyetini konuşturduğu yazılarında bazen bir generale, bazen iktidara, bazen başka bir antidemokratik anlayışa adeta efsane olmuş makalelerinde öyle eleştiriler yapardı ki insaf ehli bunlara verilecek bir cevap olmadığını bilirdi.

Yargının son dönemde 3'te biri değiştirildi. İşte bu yargının karşısında Altan'ın savunmasındaki ilk sözü "Ben bugün buraya yargılanmaya değil yargılamaya geldim." diye başlamıştı savunmasına. Ve yine o asil duruşunu sergilemişti " Bırakın darbe yapmayı, kendilerini hedef alan zulme itiraz etme imkânına bile sahip olmayan binlerce masum adına da konuşma hakkına sahibim çünkü onların uğradıkları haksızlıkları gördüm, taş duvarlar arasında onların kaderini paylaştım." OHAL'de hukuk açısından nasıl dibe vurduğumuzu anlatacak yüz binlerce mağdur var ama konuşamıyorlar, Altan her zaman yaptığı gibi yine mazlumların sözcüsü oluyor.

Günümüzde ayaklar altına düşmüş hukuk kavramına getirdiği öylesine güzel bir tarif ve yüksek değer var ki aynısını aktarmamak mümkün değil. "Hukuk, insanlığın yaradılışından bu yana insanların birbirlerine çektirdikleri acıların demir gürzüyle biçimlenmiş bir değerler bütünüdür. Savaşlarla, soykırımlarla, katliamlarla, cinayetlerle, ihanetlerle, zulümlerle, sömürülerle, haksızlıklarla yaralanan insanlığın, kendini kendisinden korumak için yarattığı ve gölgesine sığındığı bir yeryüzü tanrısıdır....Her zorba, her zalim, her diktatör hukuku öldürmek ister ama hiçbirinin gücü buna yetmez. Hukuk ölümsüzdür."

Ya yargıya getirdiği tarif..? Türkiye hukuk sistemi dünya çapında tartışılırken tabii ki Altan'ın müthiş benzetmelerine kulak kabartacağız.

"Hukuku, bulunduğu yüce zirvelerden alıp topluma taşıyacak olan yargıdır... Yargı vurulup düştüğü anda çürümeye başlar, kurtlanır, kokuşur. Damarlarından kan yerine irin akar." diyen Altan adalet tanrıçasının ancak bu ilişkinin sağlıklı olmasıyla ortaya çıkacağını vurgular.

Ya günümüz dalkavuk medyasını tarifine ne demeli.?

"İhanetleri karşılığında ağızlarına burunlarına para tıkıştırılmış, gözümüzün önünde gerdanı göbeği katlanarak büyüyüp semirmiş, fikir kerhanesinin bu tombul sermayelerini iktidar medyasının çürümüş çamur kokan sayfalarında her gün görüyoruz.

Bunların kirli kalabalığı, bir kutup yıldızı gibi doğru yolu gösteren dürüst ve cesur gazetecilerin bütün ülkeye umut ve güç veren parıltısını örtmeye hiçbir zaman yetmiyor elbette."

İktidara getirdiği eleştirileriyse yine edebi örneklerle doluydu.

"Napolyon Bonaparte'ın dışişleri bakanı Talleyrand'ın dediği gibi "süngüyle her şeyi yapabilirsiniz ama üstüne oturamazsınız."

Bugünkü siyasi iktidar süngünün üstüne oturmaya çalışıyor. Onun için de eninde sonunda seçimleri kaybedecek ve iktidardan devrilecek.

Zaten bugünkü iktidar bu ihtimali gördüğü için 15 Temmuz darbesini alabildiğine kullanarak muhalefeti susturmaya, herkesi darbecilikle ve teröristlikle suçlamaya çalışıyor.

Biz de bu sindirme kampanyasının sonucunda bugün hapisteyiz ve müebbetle yargılanıyoruz.

Bu devlet bizi 15 Temmuz darbesini yapmakla suçluyor.

Açık bir yalan bu."

15 Temmuz darbe girişimi sonrası yapılana ise... "''FETÖ'cü'' kavramı asla tarif edilmeyerek, özellikle muğlak bırakılarak, AKP'nin bütün muhaliflerini içinde toplayacak lanetli bir balık ağı gibi toplumun üstüne atıldı." diyerek bir teşhis koyuyor.

Altan darbeyi yazılarıyla hazırladığı iddiasına "15 Temmuz darbesinin sorumluları, ordu içinde tasfiye ve tayinleri yapanlarsa savcının o tayin ve tasfiye kararnamelerinin altındaki imzaların sahiplerini yargılaması gerekir." diyerek önemli bir çelişkinin altını çiziyor. Altan iddianameyi yerden yere vurduğu savunmasında " Bu iddianame, Norveçli bir gazetecinin yazdığı gibi bu dönemin tarihî belgelerinden biri olacak gerçekten" diyor.

Altan karar açıklanmadan önce teşhisini savunmasında koyuyor.

"AKP'yi eleştiriyorsan darbecilikten yargılanırsın. AKP'yi eleştirmek darbe sayılır. Bu kadar açık" Bu iddiası için delili gayet net. "Fransa Cumhurbaşkanını, İngiltere Kraliçesini, Almanya Başbakanını eleştirdiği için darbecilikle suçlanıp hapse atılan kimse var mı? Yok."

Düşünce insanı olarak düşünce sahiplerinin darbecilikle suçlanmasına yine net ve bitirici ifadeleriyle açıklama getiriyor

"Ben o konuşmadaki bütün ''söylem'' ve ''yorumlarımı'' bugün de aynen düşünüyorum.

Peki, bu korkunç ''darbeci'' söylem ve yorumlar neymiş?

Birinci Ordu'daki Balyoz seminerinin ''darbe girişimi'' olduğunu söylemişim.

Evet, bugün de öyle düşünüyorum.

Ayrıca Başbakan'la Yargıtay Başsavcısı da benim gibi düşünüyor.

Onları da müebbetle yargılayacak mısınız?

Türkiye'de ''ifade özgürlüğü olmadığını'' söylemişim.

Aman Allah'ım, ne korkunç bir darbecilik!

Bu ülkede ifade özgürlüğünün kırıntısı yok.

İfade özgürlüğü olsa biz niye ''söylem'' ve ''yorumlarımız'' nedeniyle yargılanalım?"

Hakkındaki iddialara bir zamanlar mahkemelerde onun en muhalifinin bile hayranlıkla dinlediği Necip Fazıl gibi tarihe geçecek savunma cümleleriyle cevap veriyor. "Olmayan bir cümleyi var gibi gösteriyor, sonra da bu yalana dayanarak bir suçlama uyduruyor. Ve zavallı yargı yerlerde kıvranarak can çekişiyor."

"Türkiye'nin siyasi iktidarın bu yolda yürümesine, bütün ülkeyi de kendisiyle birlikte sürüklemesine izin vereceğini sanmıyorum" diyor Altan. Ben de öyle düşünüyorum. Demokrasi yine galip gelecek, bütün bu boğucu hava dağılacak ve demokratik yöntemlerle bu iktidar gidecek. Önemli olan umutsuz olmamak. Tarih boyunca hukuk isteyen insanlar için çok umutsuz anlar olmuştur. Ama hiçbiri bu havayı gidermek için artık hiçbir şey yapılmayacağına dair düşünce kadar kötü olmamıştır. Ama asıl kötü olanını soruyorsanız, söyleyeyim. Altan'lar ve ılıcak gibi bu toplumdaki tüm ezilenler için hayatını feda etmiş kişiler için bu toplum umursamaz, vurdum duymaz kalıyorsa işte bu, tüm kötülüklerin şahı olandır.

İçimden bir ses şimdiden demokrasinin altın madalyasının takılacağı bu 3 kişinin verilen mahkumiyeti çekmeyeceği ve kısa bir süre sonra serbest kalacakları yönündedir. Çünkü akıl, vicdan dışı bu kararın toplumda karşılığı kesinlikle yoktur.

@gergerliogluof

www.omerfarukgergerlioglu.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ömer Faruk Gergerlioğlu Arşivi