Anadolu’nun ilk Protestanları: Pavlikanlar (2)

Anadolu’nun ilk Protestanları: Pavlikanlar (2)
Özel mülkiyet sistemine dayalı ekonomik düzen Basileios’un düşüncelerine göre 'mükemmel mutluluk çağının açılışına başlıca engel' oluşturuyordu.

Seçkin GÖVERCİN


Anadolu’nun heretikleri

Heretik olarak kabul edilen dinsel düşünceleri ortaya çıkaran nedenler bunalım ve kıtlık dönemleri idi. Belirli bir düzeni değil, bütün fani dünyayı reddeden bu görüşler böyle zamanlarda insanların karamsarlığından ve umutsuzluğundan besleniyorlardı.

Yöneticiler ise, kendi dinlerinin daha doğru olduğunu düşündükleri için değil, sapkınlık olarak adlandırdıkları inançların yandaşlarını, saltanatlarına zarar vermelerinden korktuklarından dolayı zulmetmişlerdir.*

Hristiyanlık, Anadolu topraklarına ticari yollarının geniş olması sebebinin ötesinde azizler ve keşişler aracılığı ile yoksul köylüye daha rahat ulaşmayı başarıyordu.

Bu anlatılar dünyevi yaşamdan daha çok ahireti övüyor, mal mülk biriktirmeye karşı çıkıyor. Bütün yeryüzünü bir mabet olarak ilan ederken, eşitliliği ve paylaşımı övüyordu.

Bu düşünceler kısa sürede yoksul kitleler üzerinde kabul edilmesinin yanında sahipleniliyordu. Bunun en büyük nedeni, bu düşüncelerin daha önce de aynı topraklar üzerinde biliniyor olmasıydı.

Kendilerine gerçek Hristiyan olarak isimlendiren keşişler ve Ortodoks kilise tarafından aforoz (din dışı) ilan edilmiş din adamları bu bölgede kendi düşüncelerini kolaylıkla yayma imkanı buluyorlardı.

Bunun nedeni, bu topraklarda hüküm sürmeye çalışan ve Bizans’la sürekli olarak çatışan Sasani krallığının izleri sürmesinin yanında, Sasani kisralarının kovuşturmalarına ve zulümüne uğrayan Manheizm ve Mazdekilerin geçmişi ve izlerin devamıydı.

Sasanilerde sınıfsal mezhep çatışmaları

I. Ardeşir’in dedesi olan Sa-san bir Zerdüşt rahibi olmasının yanında büyük toprak aristokrasilerin başında geliyordu.

Bunun beraber Sa-san, Zerdüşt dinini tapınak dini haline getirip, kurumsallaştırırken aynı zamanda bir imparatorluğun kurulmasına ön ayak oluyordu.

Yıllarca Sasani imparatorluğun resmi dini olan Zerdüşt inancı, tapınak rahiplerinin devamlı yoksul halktan devamlı vergi alarak zenginleşmesi artık tepkiye neden olurken, mani bu dini islah edip, yeni ilahi buyrukları yaymak için ortaya çıkıyordu.

Mani imparatorluk ve tapınak dinleri haline gelmiş Hristiyanlığı ve Zerdüşt dinini rahiplerden kurtarmaya, aynı zamanda bu iki inancı birleştirerek yeni bir inanç sistemi ortaya çıkarmaya çalışarak, ezilen ve yoksul kitlelere yaymaya çabalıyordu

Bunu yaparken de aynı zaman da yoksul halkın tapınaktaki rahiplerden cevabını alamadığı soruyu kendisi de soruyordu.

Bu dünya ya hüküm süren kötülüğün kaynağı neydi?

Mani şöyle düşünüyordu

İnsan ruh ve beden olarak iki yönlüdür, insan bedeni dünyevi olduğu için ölümlüdür ve şeytani duyguları temsil eder, diğer yanda insan ruhu ise, ölümsüzdür tanrısallığı ve ölümsüzlüğü ve iyiliği temsil eder. Bundan dolayı dünyevi olan her şeyin peşinden değil tanrısallığın peşinden koşmak gerekirdi. Kötülüğün kaynağı olan savaşların, birbirine üstünlük kurmanın, köleleştirmenin dünyada ki şeytanın isteği ve buyruğu idi, bunu yapanlar ise, şeytanın hizmetçisiydi.

Hristiyanlığın peygamberi İsa da tanrının yeryüzündeki sonsuz ışığı ve iyiliğini temsil ediyordu.

Mani’nin bu yorumu, imparatorluğun savaşları arasında yaşam mücadelesi veren yoksul köylü arasında kabul görürken, bu düşünce artık bu topraklara yerleşiyordu.

Mani ilahi buyruklarını resim olarak adlandırdığı minyatürlere çizerek ve çoğaltarak ortak bir dilde buluşturuyor ve herkesin anlayabileceği bir anlatım biçimi ortaya çıkarıyor, okuma bilmeyen yada farklı dillerde konuşan birçok kişiye ulaşma imkanı buluyor ve ilahi buyruklarını anlatıyordu. Bu hareket Çin, Hindistan, Anadolu’dan Roma’ ya kadar ilerliyor dönemim bütün kilise ve imparatorların nefretiyle karşılaşıyordu.

Sonunda Mani feci şekilde işkence edilerek, asıldı. Kendisinden yaklaşık üç yüz yıl sonra gelen Mazdek ise, büyük bir ayaklanmaya önderlik edecekti ve bu isyan mısır ve Roma’ya kadar yayılarak, dönemin yöneticileri ve din adamları üzerinde büyük bir sarsıntı yaratacaktı.

Mazdek, tarihte ilk köylü ayaklanmasını başlatırken, yoksul köylüleri birleştirerek sadece Sasani kisralarının ötesinde dönemin bütün imparatorlarına kafa tutuyordu. Yaşanan saray darbelerinden payını alan Mazdek, dönemin aristokrasi ve din adamlarının siyasi manevraları nedeniyle işkenceyle öldürülecek arkasında ise bu kavgaların ve çatışmaların yarattığı mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olacaktı.

Yaşanan bu mezhep kavgalarının ve savaşların altında her zaman örtülü sınıfsal mücadelesini yansıtacak ve Bu yaşanan mücadelelerin hepsi Anadolu topraklarında yankı bulacaktı

IV. yüzyılda başlayan Bizans ve Sasanilerin çatışmaları aynı zamanda iki ayrı resmi dinin çatışması anlamına da geliyordu. Bir taraftan Ortodoks kilisesinin rahipleri ile Zerdüşt rahiplerinin bu dini kabul ettirme isteği arasında Ermeni satraplar (valiler) kalırken öte yandan, yoksul halkın kaderi hiç değişmiyordu.

Bir yandan dışta çatışmaların varlığı, diğer yanda ise resmi dinlerin kendi içlerinde farklı çatışmaların yaşandığı dönemin en bariz örneği ise, kilisenin içindeki rant ve üstünlük kurma isteğinden geliyordu.

Hristiyanlığın varlıklı sınıflar arasında kendine yer bulmasından ve bu zengin sınıfının zeminini oturmaya başlamasından itibaren zenginliği ve özel mülkiyeti haklı gösterme ve kutsama görevine soyunmaya başlıyordu.

Böylece egemen sınıfın ideolojisi haline gelen kurumsal Hristiyanlık sınıfsal farkların temsil edildikleri mezheplerde daha keskin olarak ayrışıyordu.

Bu ayrışan dini sosyal akımların en önemli öğretilerinin başında gelen Aziz Büyük Basileios’tur

Aziz Basileios ve Hristiyan heretikler

III. ve IV.YY’da Grek denizcilerin kurdukları kolonilerden oluşan küçük zengin ve bağımsız bir devlet olan Kapadokya IV. yüzyılda Roma’ya bağlanarak başkenti Kaisarera olan bir eyalet iline dönüştürülür.

Yerli tüccarlar ve alışveriş için geçici olarak yerleşen yabancı tüccarlar Kaisareia’nın sömürücü sınıfını oluştururlar.

Vergi tahsildarı Romalı memurlar diğer sömürücü tabakayı temsil ederler. Üçüncü tabaka ise, kaba ve vahşi Kapadokya köylülerinden oluşur. Aziz Basileios 370 yılında bu Kapadokya’nın  başkenti Kaisareia metropolitliğine atanır.

Ailesi köklü, satrap servet sahibi, kendisi de varlıklı, hiçbir maddi sıkıntısı olmayan birisiydi. Sosyal vaazlarına uygun ve tutarlı bir yaşam ilkesine sahipti, mal varlığının hepsini satıp gelirlerinin tümünü fakirlere dağıtmış, kendisi de kıt kanaat geçinebileceği kadar gelir bırakmıştı.

Çocukluğundan beri Kapadokya halkının sefaletine şahit olmuş, Hristiyan tüccar ve toprak sahiplerinin aşırı mal düşkünlüğüne tepki duymuştu.

Zenginlerin haksızca mal, mülk ediniyor olmaları ve rejimin bunu onaylıyor ve göz yumuyor olmasına şiddetle karşı çıkıyordu.

Özel mülkiyet sistemine dayalı ekonomik düzen Basileios’un düşüncelerine göre ‘’mükemmel mutluluk çağının açılışına başlıca engel’’ oluşturuyordu.

‘’Malların müşterek kullanımı, evrendeki bütün yaratıkların içinde yaşamalarının gerektiği doğal halidir’’

‘’Aklı herkese bölünmüş olarak aldık. Bundan daha yoksun olan hayvanlardan daha zalim olmayalım. Onlar, doğadan aldıkları toprak ürünlerinden müştereken faydalanıyorlar. Kuzu sürüleri aynı doğada otluyorlar; büyük at haraları aynı kırda besleniyorlar…

İnsanlar müşterek olanı temmerük ediyorlar ve bunu kendilerine saklıyorlar; çoğu kişiye ait olana tek başına sahip çıkma hakkını kendilerinde görüyorlar.’’

‘’ Bana ait olanı saklamanın ne günahı var?’’ diye soracak zengin adamın üstüne atılır Aziz Basileios; ‘’nasıl sana ait? Nerden aldın onu? Bu dünyaya onu nerden getirdin?..

Her insan sosyal konumu ne olursa olsun, ister zengin, ister yoksul, ister soylu, ister köylü, ‘’anasının karnından çıplak çıkmıştır ve toprağın bağrına çıplak girecektir’’

Yoksullarla mallarını paylaşmaya yanaşmayanları eşkıyalıkla suçlar. ‘’kapattığınız ekmek aç olanındır; sandıklarınızda sakladığınız giysiler çıplak olanındır.’’

Basileios bunları yalnızca gereğinden fazla, zenginliklerin aşısı için söylemiyor, aksine malları ne kadar az olursa olsun bütün ortak sahiplerin aynı ortak kaderi paylaşmalarının gerektiğini savunuyor.

Hristiyan ütopikler olarak da bilinen Kaisareialı Basileios, Nazianzos’lu Gregorios, kardeşi Nyssa’lı Gregorios ve daha sonraları başka azizlerinde benzer öğretilerle Hristiyan heretizmine kaynaklık etmişlerdir.

Birçok heretik akımın yanında Ortodoks din adamlarının en çok tepkisini çeken Ortodoks Ermeni kilisesinin düşman ilan ettiği iki grup Messalianlar ve Borboritler olmuştur.

Messalianlar ve Borboritler

Latince, euchite (eukhitai) Süryanice, messalien ‘’dua edenler, tapınanlar’’ anlamına gelirken, bunun Arapçada olduğu gibi ‘’salat’’ kelimesinden türediği, Arapçadakine benzer ‘’mussaliun’’ yani dua edenler anlamına geldiği belirtilmesinin yanında, onlar kendilerine bu tanımlar yerine ‘’gerçek Hristiyanlar’’ olarak adlandırıyordu.

Köken olarak Mezopotamya’dan gelerek, IV. yüzyılda Urfa civarında ortaya çıkmış ve V. yüzyılda Lycanoia, Pamhliya, Kapadokya ve Pontus yörelerine kadar daha birçok yere yayılmışlardır.

Messalianlar 431 de Efes Konsülü’nde aforoz edilmişlerdir.

Bogomillerdeki satanel (şeytan)kuramı Messalianlarda da vardı.

Onlara göre insan Adem’den beri ruhunda bir şeytan ve kötülük taşıyor bundan dolayı bunun kovulup, iyiliğe erişmek için sürekli duaya ihtiyacı vardır.

Daha çok inziva hayatı yaşayan Messalianlar topluma çok karışmıyorlardı.

Ermeni Ortodoks kilisesi için büyük bir tehlike olarak göründükleri için Patrik Joseph önderliğinde toplanan Sapavian Sinodu’nun aldığı karar üzerine Messalianlar büyük baskılara maruz kalacak, hatta alınlarına tilki damgası vurularak pişman oluncaya kadar baskı altında tutulacaklardı

Yıllarca kovuşturmalara ve sürgünlere maruz kalan Messalianlar Trakya bölgesine kadar sürgün edilmelerine rağmen orada da varlıklarını uzun süre korurken, VIII. İle XI. yüzyılda Pavlikan sürgünleriyle birleşerek balkanlarda Bogomilizm temelini atmışlardır.

Diğer bir grup olan Borboritler ise Ortodoks Ermeni kilisesi için Messalianlardan daha büyük bir tehlike olarak görülüyordu.

V. yüzyılın ilk yarısında İstanbul Patriği Atticus’un Ermeni Katolikos’u Sahak’a, Borboritler hakkında imparator II. Theodosius’u harekete geçirmesi için mektuplar yazdığı kaydedilmiştir.

Borboritleri, Messalianların daha da bozulmuş şekli olarak tanımlarken Borborit kelimesini ‘’çamurlular’’ olarak tanımlayarak muhtemelen dışlayıcı bir anlama sahip olan heretik olan herkes için kullanılarak kötü anlamda teşhir edilmeye çalışılmıştı.

Devam edecek... 

Bu yazı Adil Medya ile eş zamanlı yayınlanmıştır.


*i.K : (İsmail Kaygusuz)

Öne Çıkanlar