Ayakkabılarımdaki kurumuş kan lekeleri...

Sonra ben o ayakkabıları hep giydim sevgili… Ve o günden sonra giydiğim bütün ayakkabıların içinde o kurumuş kan lekelerini hep hissettim.

Şimdi burada değilsin. Ruhuma bıraktığın sızı ve bana sevgiyle bakan yüzünün hayaliyle beraberim artık. Sen gittikten sonra bütün ışıkları söndürüp, sadece gece lambasını yaktım. Müziğimiz hep vardı. Kokunu özledim sonra. Parmaklarımı bedenimde gezdirdim. Kokunu ararken, göğsümde bir susam tanesi buldum. Işığa yaklaştırdım susam tanesini. Bugüne dek ardında bıraktığın belki de en güzel hatıraydı bu susam tanesi. Bana gelirken yolda yediğin simitten geriye kalan, dudağının ya da dilinin bir kenarına gizlenip kalmış bu susam tanesini, beni öperken vücuduma bırakmıştın. Biraz daha ışığa yaklaştırdım susam tanesini ve onda yıllardır bu şehirde yaşadığın umutları; terk edilişlerini; hep kalbine inerek sevdiğin erkekleri, güzelliğinin rantını bir kez olsun bile kullanmayı düşünmeden sevgilere kapılıp gitmeni;; o sevgisiz otobüslere güçbela binişini; günlerce parasız kalışını; ama bundan hiç yakınmayışını; koca bir günü yalnızca çay ve simitle geçirişini; laf atıldığında irkilişini; bu şehrin, bu ülkenin her zerresine sinmiş o acımasız şiddeti ve kayıtsızlığı duyumsadığında seni anlayacak bir sevgiliye, bir cana hasret, sarılma isteğini düşündüm. Sonra tam kapıdan çıkarken bana söylediğin sözler geldi aklıma. Sözün beni en az geride bıraktığın bu susam tanesi kadar derinden etkiledi:

 ‘’Neden bu kadar huzursuz, neden bu kadar tedirginsin? Bak ben çok mutluyum… Lütfen… Lütfen rahat ol…

Bu sözlerine sadece kederle gülümsemiştim; yaşadığım tarihten duyduğum utançla gölgelenmiş bir gülümseyişti bu… Ve seni hiç bilmediğin, tanık olmadığın bir tarih yüzünden üzmek, senin belki de en mutlu olduğun bir anda neşeni kaçırmış olmaktan dolayı yaşadığım bir utançtı bu…

Oysa ben, hayat bir şiir olsun istemez miydim sevgili?... Hayat sonsuz ve lekesiz bir sarılma olsun istemez miydim? Ama olmuyordu sevgili. Ne zaman birazcık mutlu olsam, çok, ama çok kısa bir sürede gölgelendi hep… Yazdığım sevgi mektuplarının zarfını yine ben açtım…

Sana hiç anlatmamıştım: Üniversite yıllarımda hem okula gider hem çalışırdım. Ancak yine de yetmezdi kazandığım okul harcamalarına. Giyilmiş, kullanılmış ayakkabılar satılırdı Eminönü’ndeki bit pazarında, şimdi satılır. Bir gün yine bit pazarının birinden aldığım bir ayakkabı tam ortasından ikiye ayrılınca-kimi kullanılmış ayakkabılar öyle olurdu çünkü- yine uğramıştım oraya… Onca ayakkabı ara sından bana uyan bir tek ayakkabı vardı ve ben onu denerken bir şey gözüme çarpmıştı. Bu ayakkabıların içinde siyaha çalan lekeler vardı. Tırnağımla kazıdım ve birden iyice fark ettim ki kurumuş kan lekeleriydi bunlar!.. Öfke ve tedirginlikle: ‘’Bunlar kan lekeleri’’, dedim satıcıya… Satıcı ise ayakkabıları hemen elimden aldı ve telaşla kan lekelerini bir an önce kazımaya çalışırken: ‘’ Yok bir şey, yok bir şey’’, dedi ama, yüzündeki suçlu ifadeyi saklayamadı bir türlü. Ve ben sürekli, ‘’ Nedir bu kan lekeleri?’’ diye diretince sonunda itiraf etmek zorunda kaldı: ‘’ Bize bunları polisler satıyor’’, dedi. ‘’ 2. Şube’nin polisleri gece şüphelenip gözaltına aldıklarını falakaya çekiyorlar; tabii adamların ayakları çok şişiyor, günlerce inmiyor bu şişlik; serbest bırakıldıklarında, ne yapsınlar, ayakları şişmiş halde, ya yürüyecek ya da paraları kalmışsa taksiyle evlerine dönüyorlar; onlardan geriye kalan ayakkabıları da polisler bize satıyor; biz de ayakkabıların orasını burasını tamir edip, iyice boyayıp, cilaladıktan sonra tezgahımıza koyup satıyoruz’’, dedi…

Asıl acı olan neydi biliyor musun sevgili, ben o satıcının anlattığı bu dehşet öyküsünden zannettiğin kadar çok etkilenmemiştim… Bunu sonra kendime hep sordum: Çünkü, bu ülkede ben hep kıyıma, zorbalığa alıştırılmıştım. Bana bir tek şey öğretilmişti sadece, olanları olduğu gibi kabul etmem ve hiç ses çıkartmamam… Faşizm, zorbalık ve şiddet hücrelerime, hücrelerimize dek böyle sinmişti işte…

Sonra ben o ayakkabıları hep giydim sevgili… Ve o günden sonra giydiğim bütün ayakkabıların içinde o kurumuş kan lekelerini hep hissettim. Nereye gidersem, o kurumuş kan lekelerini de oraya götürdüm…

Tedirginim evet, söylediğin gibi huzursuzum ve güçbela yakaladığım mutluluğumun bozulmasına, gölgelenmesine hep hazırım; çünkü gençliğim hep uzun, sonsuz, acı dolu, bitmek bilmez cenaze törenleridir benim için. Kaç arkadaşımızı gömdük, bilmiyorum. Ama o zamanlar ölüm çok yüceltilirdi, çok iyi biliyorum. ‘’Ölüm nerden gelirse gelsin’’ derdik, çünkü hep. Ve ölüm bir yerlerden çıkıp gelirdi mutlaka. Ve birimizi bulurdu. Hep sorardım kendime. ‘’ İnsan nasıl dayanır bunca şiddete, bunca kıyıma, bunca ölüme’’, diye. Ama dayanıyormuş sevgili…

Tedirginliğimi, huzursuzluğumu affet… Ne kadar istesem de unutamadım o kurumuş kan lekeleriyle dolu olan ayakkabılarımı… O ardı arkası kesilmez, o sonu gelmeyen, acı dolu cenaze törenlerini… Ölümün yüceltildiği günleri… Sana derimya hep, ‘’ Aşk aslında bir imkansızlıktır. Seni bütün gücümle bile sarsam, hep yine bir şeyler eksik kalıyor’’,derim ya inanma sen bana…

Çek git buralardan… Bu zorba, bu faşist iklimden çık. Doyasıya sev, doyasıya sarıl sevdiğine… Dilerim benim bu ülkede hep yaşadığım gibi sevincin, mutluluğun daha başlamadan gölgelenmez.

Şimdilik senden tek dileğim bu bitmeyen kırgınlığımı, bu yutkunarak yaşayışımı, tedirginliğimi anlayabilmen. Çünkü böylesine derinden yaralandığım için, bedenimde bıraktığın susam tanesinden bu denli etkilenebiliyorum. Çünkü böylesine derinden yaralandığım için, hiç unutmuyorum ayakkabılarımdaki o kurumuş kan lekelerini… Ama ben şunu anladım sevgili; insan bu kısacık hayatta mutsuzluğa, mutsuzluğuna izin vermemeli, ama hiç izin vermemeli

Belki de bu denli acı çektiğim için sevdiklerimi başkalarından kıskanmadım ben… Sevdiklerimin istekleri, seçimleri, mutlulukları beni de mutlu etti hep… Sonra şuna da inan; seni de bütünüyle mutlu edebilmek için bu faşizan devletle, ruhları cendereye alan bu zorba kültürel iklimle ve bu aşağılık toplumsal kurallarla birlikte yok olduktan sonra sen yine de n’olur unutma; seviştikten sonra bedenimde bıraktığın o susam tanesine bakıp bakıp hüzünlendiğimi ve hiçbir zaman o ağır, o lanetli duygusundan kurtulamadığım kan lekeleriyle lekelenmiş olan ayakkabılarımı, hiç unutma… Bütün bunlar özgürlüğüne ve sevgilerine sevgiyle sarılmaya olan arzunu ve inancını biraz daha çoğaltsın… Biraz daha!.. Biraz daha!.. Sonra da ne olur mutsuzluğa hiç izin verme!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi