Baluken: 1 Nisan sabahı barışın ve özgürlüğün yeşereceğini göreceğiz

Baluken: 1 Nisan sabahı barışın ve özgürlüğün yeşereceğini göreceğiz
'Kürt halkını cezalandırmaya çalışanlar sandıkta 'Êdi Bese', Türkiye halklarına kan kusturanlar da 'Artık Yeter' mesajını bu seçimde almalıdır.'

İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza ve İnfaz Kurumu’nda bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uygulanan süren tecrit nedeniyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven’in sürdürdüğü açlık grevi eylemi 83’üncü gününe ulaştı. Tine tecride karşı cezaevlerindeki tutsakların 45’inci gününe ulaşan açlık grevi eylemleri ise yeni katılımlarla büyüyor.

HDP Diyarbakır eski milletvekili ve İmralı Heyeti üyesi İdris Baluken, tutuklu bulunduğu Sincan Cezaevi’nden İmralı’da uygulanan tecride ve buna karşı sürdürülen açlık grevlerine dair Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.

Baluken'ın sorulara verdiği yanıtlardan önemli başlıklar şöyle:

Leyla Güven’in, PKK Lideri Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle başlattığı açlık grevi hakkında öncelikle neler söylemek istersiniz?

Leyla Güven şu anda milletvekilidir, yani seçilmiş bir iradedir. Kendisine veya HDP’ye oy veren milyonlarla birlikte, oy vermeyenleri de temsil ettiği mevcut anayasada dahi belirtilmiştir. Olması gerektiği yer Meclis’tir. Çalışmalarını yürütmesi gerektiği yer, demokratik siyasetin etki alanında bulunan tüm zeminlerdir. Bu durum, hukuksuz ve keyfi bir irade tarafından engellenmiştir. Leyla Güven bu engellemelere rağmen Kürt meselesi ve bununla doğrudan ilişkili olan tecrit konusunda sesini duyurmaya çalışmıştır. Zaten geçmiş siyasi yaşamı boyunca da, belediye başkanı, DTK Eş başkanı ve milletvekili olduğu dönemde de kasıp kavuran yangına bir damla su taşımanın gayreti içerisinde olmuştur. Maalesef bu çabalara karşı, kör-sağır-dilsiz pozisyonundan vazgeçmeyenler, onu farklı yol ve yöntem arayışına itmiştir. Gelinen süreçte bedenini açlığa yatırmak suretiyle sesini duyurma gayretini devam ettirmiştir.

‘LEYLA’NIN DUYURMAYA ÇALIŞTIĞI SES ÇÖZÜMÜN VE BARIŞIN SESİ’

Leyla’nın duyurmaya çalıştığı ses, çözümün ve barışın sesidir. Hukuksuzluklara, çatışmalara, ölümlere karşı hukukun, kucaklaşmanın ve yaşamın davetidir. Gençlerin cenazeleriyle iştahlanan akbabaların göğü kapladığı bir zeminde, bembeyaz bir güvercin kanatlandırma isteğidir, barış umudunu diriltme gayretidir. Çünkü İmralı’da, Sayın Öcalan üzerinde sürdürülen tecridin çatışma, ölüm ve kan dışında hiçbir sonuç üretmediği ortadadır.

Kaldı ki, böylesi ağır tecrit koşulları, yasalara ve hukuka da aykırıdır. Bugüne kadar ne zaman tecritten vazgeçilmiş, Sayın Öcalan’ın ailesi, avukatları ve siyasi heyetlerle görüşme olanakları yaratılmışsa, barış ve çözüm adına olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Ülkenin gündemi demokratikleşme ve normalleşme tartışmalarına evrilmiştir. Bütün toplum, rahat bir nefes alma imkânına kavuşmuştur. Bu açıdan gerek Leyla Güven’in gerekse de açlık grevindeki diğer tutsakların temel gündemi, tüm ülkenin nefes almasıdır. Bu çabalar karşılıksız bırakılmamalı, demokratik çevreler ses katarak katkı sunmalı, hükümet ve devlet yetkilileri de bu sese ivedilikle kulak kabartmalıdır.

‘ADALET BAKANI AÇLIK GREVLERİYLE İLGİLİ İNİSİYATİF KULLANMALI’

Süren açlık grevlerine dair hükümetin takındığı sessizliğini nasıl yorumluyorsunuz?

2012 yılında açlık grevlerinin gerek demokratik kamuoyu ve toplumun, gerekse de Meclis ve hükümetin gündemine girmesi konusunda daha erken bir refleksle karşılandığını söyleyebiliriz. Keza, hükümet ya da iktidar partisi içinde de farklı bakış açısı ya da görüşlerini ifade edebilen siyasetçiler vardı. Farklı sesler, AKP içinde de adeta ayıklandı. Örneğin, o dönemde konunun doğrudan muhatabı olan Adalet Bakanı, gecikmeli de olsa inisiyatif kullanarak, açlık grevindeki tutsaklarla doğrudan görüştü. Onları dinlemesi, doğrudan temas etmesi, diyalog zemininin gelişimine katkı sağladı. Bugün ise bırakın bu tarz inisiyatifleri, Erdoğan’ın görüşleri dışında tek bir cümleyi kullanabilecek siyasetçi bulmak bile neredeyse imkânsız gibi.

Açlık grevleriyle ilgili Adalet Bakanı çok daha kolay inisiyatif kullanabilmeli, hiç olmazsa Leyla Güven’le bugüne dek birkaç kez görüşebilmeliydi. Keza Meclis İnsan Hakları Komisyonu ve Meclis Başkanı başta olmak üzere muhalefet milletvekillerinin de dâhil olduğu heyetler Diyarbakır’a gitmeliydi. 

‘MEHMET ÖCALAN’A ZİYARET İZNİ BASKIYI AZALTMAK İÇİNDİ’

Peki sizce kardeşi Mehmet Öcalan’ın 12 Ocak’ta İmralı’ya gitmesine izin vermekle hükümet neyi amaçladı?

Sanırım içeride ve dışarıda birikmiş olan enerjiyi, baskıyı azaltma dışında bir yaklaşımı olmadığını gösterdi. Oysa ki tecrit sorunsalı da, bu soruna yaklaşım biçimi de bu şekilde geçiştirilecek bir mesele değildir. Tüm ülkeyi ilgilendirdiği gibi Rojava ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki tüm dinamik süreci etkileyecek düzeyde ciddidir, önemlidir.  

‘TECRİT VE KÜRT MESELESİ, GÖSTERMELİK PANSUMANLARLA GEÇİŞTİRİLEMEZ, YÜZLEŞMEK GEREK’

İmralı’daki tecride yaklaşımın da bu düzeyde önemsenmesi ve ciddiyetle ele alınması gerekir. Aile ve avukat görüşü, zaten olması gerekendir. İçinden geçilen yakıcı süreç, siyasi heyetlerin, sivil toplum temsilcilerinin, bağımsız ve tarafsız gözlemcilerin hatta akil heyet çalışması yürütenler dâhil farklı kesimlerin devreye girmesini, Sayın Öcalan ile engelsiz bir şekilde görüşebilmesini mümkün kılmalıydı. Cezaevlerinden cenaze çıkmadan ve sorun çok daha ağırlaşmadan, hem yetkililerin yaklaşımlarını gözden geçirmesi hem de bahsettiğim heyet komponentlerinin (bileşenler) inisiyatifli başvuru ve girişimlerle duyarlılığı arttırması gerekir. Tecrit ve Kürt meselesi gibi toplumun içinde kanayan yaraları, göstermelik pansuman yöntemleriyle iyileştirmenin ya da geçiştirmenin mümkün olmadığı gerçeğiyle herkesin yüzleşmesi gerekir.

‘ULUSLARARASI ÇABA GEREKİYOR’

CPT ve AİHM gibi uluslararası kurumların bu süreçteki tutumunu nasıl okumak lazım?  

Tecridin bu kadar derinleştirilmesi, buna karşın uluslararası kurumların görmezden gelen mezar sessizliğini de bunla ilişkilendirmek lazım. Bu bağlamda CPT ve AİHM başta olmak üzere pek çok uluslararası sözleşmelere, yasalara uymama durumu söz konusudur. Her şeye rağmen bu kurumları yüklendikleri üç maymun misyonundan uyandıracak şey, uluslararası kamuoyu duyarlılığıdır. Siyasi, diplomatik, hukuki girişimlerle, uluslararası kamuoyu nezdinde çabaları yoğunlaştırmak fayda getirebilir.

İmralı’daki görüşmelerinizde Öcalan, basına yansıdığı kadarıyla çözüm sürecinin bozulması durumunda yaşanabilecekler konusunda siz heyet üyelerine de kimi uyarılarda bulunmuştu. Öcalan’ın hangi tespit ve uyarılarda bulunmuştu?

Çözüm sürecinin nihai sonuca götürülmesi ya da bozulması olasılıklarını, bu durumlarda karşı karşıya gelinecek durumları, neredeyse her toplantıda oldukça kapsamlı bir şekilde değerlendirirdi. Bu değerlendirmelerin birçoğu süreç içerisinde doğrulanan öngörüler olarak şekillendi. Buna devlet heyeti doğrudan şahittir, tutanakları okuyan ya da aktarımlarımızla muhatap olan hükümet yetkilileri de tartışmasız olarak bilgi sahibidir. Örneğin, sürecin bozulması durumunda içeride ve dışarıda gelişecek "kesintisiz darbe mekaniği" tarifi kendisine aittir.

Ortadoğu’nun JİTEM’i olarak tanımladığı IŞİD ve benzeri yapılanmaların kadim halkların demokratik geleceğini nasıl tehdit edeceğinden tutalım, halkların birbirlerine kırdırılmaya çalışılacağı kirli planlara kadar pek çok öngörüsü süreç içinde doğrulanmıştır. Eğer ki tercih sürecin bitirilmesi değil de, kalıcı bir barışla sonuçlanması şeklinde gelişseydi, ona göre; Türklerin ve Kürtlerin başardığı barış projesi, bütün Ortadoğu halklarına güvenilir bir model ya da umut vaat edecekti.

‘AKP-MHP İTTİFAKI SANILDIĞI GİBİ GÜÇLÜ DEĞİL’

31 Mart Yerel Seçimleri öncesi Kürt siyaseti, yeniden cezalandırma girişimleri ile karşı karşıya. 2009 yerel seçimleri sonrasında da benzer durumlar yaşanmıştı. Yapılacak seçimlerinin önemini tarif ediyorsunuz?

Bu seçimlerin, yerel seçimlerin çok ötesinde bir anlama sahip olduğunu herkes söylüyor. Erdoğan ve Bahçeli’nin söylemleri bile bu doğrultuya oturdu. Öyleyse yaklaşımın da ona göre olması gerekir. Aslında 7 Haziran sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkan, AKP-MHP ittifakına ve onların tüm halkımızı acılara boğan politikalarına karşı önemli bir fırsat barındırıyor. Verilecek her oy, çözüm masasının devrilmesinden OHAL uygulamalarına, hukuksuz yargı süreçlerinden her tarafı saran kriz ortamlarına kadar, sandıkta hesap sorma imkânı sunuyor.

AKP-MHP ittifakı öyle sanıldığı gibi güçlü de değildir. Belki de son yıllardaki en zayıf anlarını yaşıyorlar. Ekonomik krizin vardığı düzey, Suriye ve Ortadoğu özelinde duvara toslayan bölgesel politika, AB ve ABD başta olmak üzere dış politikada yaşanan iflaslar, içeride sayıları neredeyse seçmen sayısının bile yarısını aşan mağdurlar ordusu, onların eseridir.

Kürt karşıtı politikalarını detaylandırma gereği bile duymuyorum. İş cinayetleri, çalışma alanındaki hak gaspları, ihraçlar, kadın katliamları ve daha nice sorun alanı… Yani hangi alana el atarsanız, elinizde kalacak bir sorun yumağı. Beceriksizliğin ve kifayetsizliğin getirdiği bir yönet(e)meme pratiği. Şimdi tüm bu olumsuzlukları, beka ambalajıyla halka yutturup sandıkta meşrulaştırma arayışındalar.

‘DEVREYE KOYDUKLARI TÜM YÖNTEMLER ÇARESİZLİĞİN GÖSTERGESİ’

Nedir bu beka sorunu?

Düşündükleri tek beka meselesinin, kendi iktidarlarının bekası olduğunu iyi anlatmak gerekir. Bütün toplumda da bu yönlü bir sorgulamanın geliştiğini gördükleri için her türlü yönteme başvurmaktan imtina etmiyorlar. Hayali seçmen hilelerinden, kayyım tehditlerine kadar devreye koydukları tüm yöntemler, aslında büyük bir aciziyetin ve çaresizliğin de göstergesidir. Onlara verilecek en iyi cevap, bu tehditlerden korkulmadığını göstermektir.

‘UMUDU VE EMEĞİ EN ÜST SEVİYEYE ÇIKARACAK BİR ÇALIŞMAYA İHTİYAÇ VAR’

Bu duruş, AKP-MHP ittifakını tarihi bir sonuçla karşı karşıya bırakabilir. Bu bağlamda inancı, umudu, emeği en üst seviyeye çıkaracak bir çalışmaya ve çabaya ihtiyaç vardır.

‘TÜRKİYE HALKLARINA KAN KUSTURANLAR, ‘ARTIK YETER' MESAJINI BU SEÇİMDE ALMALI’

Kürt halkını cezalandırmaya çalışanlar sandık sonuçlarıyla "Êdi Bese", Türkiye halklarına kan kusturanlar da "Artık Yeter" mesajını bu seçimde almalıdır. Yeni hukuksuzluklar için büyüttükleri iştahları, kursaklarında kalmalıdır. O nedenle beklentimiz, bütün korku duvarlarının yıkılması ve HDP etrafında güçlü bir kenetlenmenin ortaya çıkmasıdır.

‘1 NİSAN SABAHI BARIŞIN VE ÖZGÜRLÜĞÜN YEŞERECEĞİNİ GÖRECEĞİZ’

1 Nisan sabahında, tüm ülke sathına serpilmiş HDP’nin kardeşlik tohumlarıyla, acılı topraklarımızda barışın, demokrasinin ve özgürlüğün yeniden yeşereceğini hep birlikte göreceğiz. Buna inancımız tamdır, herkesi de bu onurlu inanca güç katmaya davet ediyoruz. (POLİTİKA SERVİSİ)

Öne Çıkanlar