Ben olsam, 14 Haziran’da sadece hal-hatır sorup kalkarım

Ben olsam, (vergi tahsildarlarını durmadan yollayan padişah fıkrasındaki gibi) halkın ağlaşmayı bırakıp gülmeye başlamasını en sert uyarı kabul eder, artık dururdum.

TC-ABD ilişkileri, tarihteki en asimetrik dönemini yaşıyor; yani tarafların lider dengesi hiçbir zaman bu kadar bozuk olmadı. Biden’ın Avrupa ziyareti sırasında kendisiyle görüşecek olan CB Erdoğan inanılmaz yaygınlıkta ve derinlikte sorunlar içinde.

Listeleyince insan ürperiyor; genelden özele gidersek: 1) Dünya geneli; 2) ABD’yle ilişkiler; 3) Rusya’yla ilişkiler; 4) Türkiye geneli; 5) Kendi psikolojisi.

Böyle bir sorunlar yumağı varken, Trump dönemine dönmek için büyük bir talepkârlık sergileyerek dünya lideriyle müzakereye gidilirse, Aydın Selcen’in 06.06.2021 tarihli Duvar’daki deyimiyle 14 Haziran’da "sahaya 1-0 yenik çıkmak" kesin. Hatta, yukarıdaki 5 alanı düşününce, skor oluyor 5-0. Teker teker bakalım, ama bunların hepsi yazılıp-çizilmiş olduğundan, "temsilî" bikaç kırıntı halinde hatırlatarak.

***

Skor en baştan 1-0. Dünya genelinden başlayalım. Birincisi: 3 kıtada irili-ufaklı 13 adet askerî üssümüz var. Suriye, Irak ve Libya başta olmak üzere dört bi yana asker sokmuş, "Türk egemenliği altına almış" vaziyetteyiz. Bu durumlara gelen tepkilere aldırmıyoruz. Irak’taki Mahmur mülteci kampını bombalayınca ABD’den uluslararası hukuka aykırıdır uyarısı. Libya’dan yabancı ve paralı askerleri çekin talebi. Bakan H. Akar oradaki üslerimizi "ziyaret" edince Irak’tan egemenlik ihlali notası.  

İkincisi, dört bi yana sürekli ajan yollayarak Türkiye’ye adam kaçırıyoruz. Son ikisi: F. Gülen’in yeğenini Kenya’dan kaçırdık. Yine kaçırıp Bişkek büyükelçiliğimizde sakladığımız veya buraya getirdiğimiz söylenen öğretmen Orhan İnandı’nın eşi Kırgız sivil toplumunu harekete geçirmiş vaziyette. Herhalde, İnterpol ve Kırmızı Bülten terimlerini duymamış olacağız veya böylesi daha pratik.

Bu dışarıdan içeriye kaçırma işinin iki de içeriden dışarıya kaçırma variantından bahsediliyor. Bunlardan biri, malum, "Gri Pasaport" diye ünlenen tür. İkincisi de, Çin’in aşıyı bize niye yalvarta yalvarta verdiği sorusunu sorduran ve "suçlunu al, aşımı ver" diye anılan tür. Bu bağlamda, Çin’in Sincan bölgesinde yapılanları her yana duyuran Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun İsa’nın Türkiye’ye alınmaması ve şimdi dava açmış olması ilginç. Girişinin engellenmesi, durup dururken Çin’le bir suçluların iadesi anlaşması imzalayan iradeyi Türkçü MHP’nin olası şerrinden korumak için olabilir. 

Üçüncüsü, nasıl söyleyeyim, KKTC’nin Anayasa Mahkemesi’ne bile müdahale ettik; uzun uzun yazmıştım.

Bu ortamda, direkt kavgalı olmadığımız sadece Katar Emirliği kaldı, orada da bazı komisyonların depolandığı söyleniyor. Şimdi mecburen döngeri yapıyoruz. Mısır, Libya Geçici Ulusal Mutabakat Hükümeti, S. Arabistan, BAE, hepsiyle. Hatta hatta, AKP Gn. Bşk. Yrd. M. Şen’e göre, "Esed"le. Çünkü hem ekonomide dibe vurduk, hem de ABD ve Rusya’yla da sürtüşmeye giriştik. Oraya geçelim şimdi.

***

Skor en baştan 2-0. ABD’yle ilişkilerimizde o kadar çok koz verdik ki değil köşe yazısı, doktora tezi yazsanız özetleyemezsiniz.

ABD’de kokarca muamelesi gören Trump’a dönmek isterken telefon başında bekliyoruz ve bu zaafı tabii ki keşfeden Trump’ın Beyaz Saray’dan 17.10.2019’da yayınlattığı, 1964’te benim kuşağımı deliye çevirmiş olan Johnson Mektubu’nu çocuk oyuncağı haline sokan "Kabadayılık yapma, aptal olma" mektubunu alıyoruz. En azından, Suriye’de İslamcı örgütlere karşı hayatını tek ortaya koyanların Kürtler olduğu hatırlanırsa, bu konuda Türkiye’de iktidarın fazla şey beklemesi zor.

Kaldı ki o Trump, M. Yetkin’in hatırlattığı gibi, bu iktidara iki defa döviz kuru operasyonu çekti. (Kime karşı kullanacağımızı zerre kadar düşünmeden bu züğürtlük devrinde 2,5 milyar dolar bayılıp aldığımız) S-400’ler için giderayak CAATSA yaptırımları ilan etti. F-35 satışını yasakladı. Niye illa Trump? Çünkü arayınca hemen çıkıyormuş telefona. Böyle bi zaaf olabilir mi?

14 Haziran’a giderken Erdoğan Türkiye’nin hâlâ NATO için vazgeçilmez olduğunu sanıyor. Bitti o iş. Sadece Soğuk Savaş bitmedi, ABD’nin Türkiye’ye askerî bağımlılığı da bitti. Türkiye artık 11 NATO ülkesi arasında "en güvenilmez" sayılıyor. Rusya’yla sürekli flört edebildiği kadar ediyor. Üstelik, soykırım’ı resmen kabul ettiği zaman gıkını çıkartamayan bir iktidar söz konusu. Gık çıkartamamak derken, tabii ki, eski başbakanının oğlunu bile alaylar ürettirecek kadar içeren narkotik hikayesini hiç saymadan.

Hepsini bırakın, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın şu sözleri 14 Haziran’ı iki kere düşünmeye zorluyor: "Başkan Biden, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı çok iyi biliyor ve (…) ilişkilerin tüm boyutlarını gözden geçirmek için bu fırsatı değerlendirmeyi dört gözle bekliyor" .  Allah!

***

Skor en baştan 3-0. Rusya’yla durum. Adamların büyükelçisini öldürdük. Uçağını düşürdük, pilotunu da gözdemiz Bayırbucak Türkmenleri öldürdü. Putin Türkiye’yi "IŞİD trafiğine aracılık yapmak"la suçladı, Rus Savunma Bakan Yardımcısı Antonov da "Erdoğan ve ailesi Suriye’den petrol çalınması faaliyetine karıştı" gibi iddialarda bulundu.

Satın aldığımız S-400’leri şimdi Katar’a veya Kıbrıs’a, hatta (fesupanallah!) NATO üssü İncirlik’e konuşlandırmaktan söz edenlerimiz, Rus uzmanları da geri yollamaktan bahseden dışişleri bakanımız var. Ardından da tekzibi yiyoruz tabii.

Bunlar dert değil de, şimdiye kadar Osmanlı’nın ve Türkiye’nin yıldığı bu tek ülkenin karşısındakilere yani Ukrayna ve Polonya’ya SİHA satıyoruz, o dert. Dışişleri Bakanı Lavrov "Militarist hisleri ateşlemeye son verin" diyor. Ama ne gam, artık Türkiye bir uluslararası silah tüccarı. Ufak bir sakıncası varsa bunun, o da Rusya’yı artık ABD’yi dengelemek için kullanmanın mümkün olmadığı. Hele de durup dururken, Rusya’nın güneyini tek koruyan anlaşmayı, Montrö’yü sorgulamaya açtığımız bi sırada.

***

Skor en baştan 4-0. Türkiye geneline gelelim, ama öyle dolu ki ne söylesen eksik kalacak.

Artık mafya ülkesi diye anılan Türkiye’de iktidar, her gece TV’lerde seyrediyoruz, yandaş müteahhitlere sürekli yedirmek yüzünden kendi toplamsal temeli olan esnaf’ı bitirdi. Hatta, yandaş olmayan müteahhitleri bile karşısına aldı. Bu durumda tarikatlara teslim olmaya mecbur kaldı. Ve bu yüzden de (ortağı MHP’yi öfkelendiren) Atatürk’e saldırılara göz yumuyor.

Uzun konuşmaya gerek yok. Olağanüstü boyutlarda kronik yolsuzluklar her yanı çürüttü; partililer bile yakınıyor. AKP 1 Kasım seçimlerinde aldığı oyun yaklaşık yarısını kaybetmiş durumda. TBMM’de müsilaj dahil, muhalefetin tüm araştırma önergeleri sırayla reddediliyor. Böyle bi ortamda Yargıtay Başsavcısı tek gerçek muhalefet partisi HDP’yi kapatmaya girişmiş vaziyette. Parlamento kavramının özü (Magna Carta, 1215) iktidarın para harcamasını denetlemek olduğu halde, bizim iktidar net konuşuyor: "Bize hesap soramazsınız!".

Ve, skor en baştan 5-0. Türkiye’de tüm konularda sadece tek bir kişinin sözü geçiyor ve bu kişi çevresinden artık sadece duymak isteyeceği şeyleri dinliyor. Bu sebeple onun şahsî/psikolojik durumu çok önemli.

Reis, baskıları gevşetirsem muhalefet azar endişesiyle gittikçe sertleşiyor. Öyle ki, artık fotoğrafı da çekilemeyen polis "eylemleri" bulaşıcı hal aldı: Bırak bekçileri, mağaza özel güvenlikçileri İstiklal’in orta yerinde gençleri dövüyor.

Reis ekonomi gibi bir konuda durmaksızın konuşuyor, her konuşuşunda kurları fırlatıyor, zerre tınmıyor. En bilimsel konularda (ör. üniversite) meseleyi YÖK’e bile bırakmıyor, kendisi karar veriyor. Boğaziçili M. Bulu’yu bırakın, turşu kurar gibi tek seferde 10 fakülte birden kuruyor veya bozulmuş turşuyu döker gibi 2’sini kapatıyor. Sadece iki kuyu açıp 320 milyar metreküp rezerv ilan ediyor; yani sıkıştıkça gaz çıkartıyor. O kadar ki, insanlar mavraya başladı: "Sakın ha sağa sola izmarit atmayın, hamdolsun her yer gaz her yer petrol"

***

Tutarlılık en az önem verdiği konu. MB rezervleri hakkında son 3,5 ayda tam 5 farklı (ve birbirini dışlayan) sebep ileri sürdü.

Eleştirinin her türlüsüne karşı "cumhurbaşkanına hakaret" maddesi TCK 299’u inanılmaz boyutlarda kullanıyor. mesela AKP’nin çok çevreci olduğunu cumhurbaşkanından duyanlar O kadar ki,  ironi yapmaya başlıyorlar. "128 nerede?" afişi veya NY’daki ışıklı "Stop Erdoğan" ilanı türünden "hakaret"lerin ardından son haber: Patara’dan kum çalındığı konusunda tutanak tutacağını söyleyen memur 299’la işinden atıldı.

Ben olsam, (vergi tahsildarlarını durmadan yollayan padişah fıkrasındaki gibi) halkın ağlaşmayı bırakıp gülmeye başlamasını en sert uyarı kabul eder, artık dururdum. Oysa, bizzat kendisinin açıkladığı "Aya sert iniş" için hazırlandığımızı, hatta astronot adaylarını yakında seçeceğimizi Sanayi ve Teknoloji bakan yardımcısı açıkladıktan sonra iş artık astronot’a yerli ve milli bir isim bulmaya kaldı. Türkiye Uzay Ajansı başkanı "Fezagir", D. Bahçeli ise "Cacabey" olsun diyor.

Yukarıdan bi başladı mı gidiyor. Ulaştırma ve Altyapı bakanının "Kanal İstanbul Marmara’daki deniz salyasını bitirecek" dediğini okuyan Ahval yazarı arkadaşım M. Tiğrek telefon ediyor, "128 Milyar Doları deniz salyasıyla mücadele için kullandık" diyor…

Ben olsam, bu hususu yani halkın gülmeye başlamasını (ah, gülmek halkı iktidara karşı dikilmeye teşvik ettiği için 1959’da memleketinde bile yasaklanan Aristofanes!) çok ciddi bir uyarı olarak alırdım.

Ayrıca, böyle bi durumda 14 Haziran buluşmasında sadece hal-hatır sorar, kalkardım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi