Beyoğlu’nda asıl savaş barış dönemlerinde yaşanır!

Beyoğlu’nda çelişki, hayatın anasıdır. Onca eşitsizlik, haksızlık ve uçurumlardan sonra, asıl savaş burada 'barış dönemlerinde' yaşanır!..

Beyoğlu’nda bir kafeteryada tanıştım onlarla. Doğu’dan gelmişlerdi. Aynı şehrin, dahası, birbirine yakın köylerin çocuklarıydılar. Sohbet ederken bir ara, İstanbul’da ne iş yaptıklarını sordum onlara. "Bizim bir çetemiz var," dedi karşımda oturan kara yağız, yapılı delikanlı.

"Nasıl bir çete?" diye hayretle sorunca anlatmaya başladı.

"Bilirsin, bizim oralarda ne okul vardır, ne doğru dürüst bir iş. Baktım olmuyor, 16-17 yaşındayken bir başıma İstanbul’a, buraya Beyoğlu’na geldim. İlkokulu zar zor bitirmiş bir Doğulu çocuk ne iş yapar burada? Boyacılık, hamallık, suculuk, komilik… Artık, karşıma ne iş çıkarsa yaptım. İnşaatlarda çalıştım, taş kırdım. Ama ne iş yapsam, doğru dürüst karnımı bile doyuramadım. Kaldığım yerleri bir görsen, ağlarsın. Köpek koysan durmaz orada. Ayrıca işittiğimiz küfrün, yediğimiz dayağın haddi hesabı yok. Alın teri ile para kazanılmaz.

Kendime çete kurdum. Memleketten gelen çocukları yanıma aldım; onlara bu âlemi anlattım ‘Burada,’ dedim, ‘ne iş yapsanız, köpekten farkınız yoktur!’ Kafaları yattı. Şefleri benim.

Aynı memleketten 40 kişi varız. Beyoğlu’nda en kalabalık grup biziz. Diğerleri bizden çekinir. Ne mi yaparız? Gece olunca hep birlikte çıkar, gece kulüplerine, diskoteklere gideriz.

Önce oturur, bir güzel içkimizi içer, program varsa izler, çıkarken de haracımızı alırız.

Vermeyecek olurlarsa, oranın başlarına yıkılacağını bilirler!.."

Bu Kürt delikanlının anlattıkları, Beyoğlu’nun arka bahçesini göstermesi açısından son derece ilginçti. İddialı ve gözü pek görünüyordu. Yanındakiler ise, belli ki ona çok güveniyorlardı. Zaman zaman Beyoğlu’ndaki diğer çetelerle aralarında, bıçakların, tabancaların çekildiği şiddetti kavgalar oluyor; sorun çıkarsa, polisi "görüyorlar"dı. Bütün amaçları, Beyoğlu’ndaki büyüyen zenginlikten kendilerine bir pay çıkartmaktı. Bu dünyaya emekçi, saf bir Anadolu insanı olarak girmişlerdi. Ama paylarına düşen, günde 12 saat çalışmanın karşılığında, derin sefaletler olmuştu. İçinden çıkılma umudu olmayan sefaletler… Artık canlarını öne sürmüşlerdi. Ya bu yolda öleceklerdi ya da üç beş kuruş para biriktirdikten sonra memleketlerine dönüp iş kuracaklar, dükkân açacaklardı. Gençtiler; henüz düşleri çok kirlenmemişti!..

Biraz sonra kafeteryaya ceketini omzuna atmış, esmer, bıyıklı, elinde tespihi ile genç bir çocuk girdi. Belli ki o da çete mensubuydu. Bir haber getirmiş olacak ki hepsi birden ayaklandılar. Çetenin şefi olan Kürt delikanlı sertçe elimi sıktı: "Ağabey, bir emrin olursa, başım gözüm üstüne!" dedi.

Diğerleri ile de el sıkıştım. Şef, tam kapıdan çıkarken, "Bizim de işimiz bu saatte başlıyor işte!" diyordu, anlamlı anlamlı gülerek. Arkasından gelenlerin yüzünde ise, kaygı ve tedirginlik okunuyordu. Yaptıkları "ağır iş" ve yaşadıkları serüven duygusu, onlara bir üstünlük havası da veriyordu. Arkalarına ölümü almışlardı. Beyoğlu’nun ara sokaklarından, sınırsız eğlencenin ve hazzın yaşandığı İstiklâl Caddesi’ne doğru kararlı adımlarla yürüyorlardı. Bir zamanlar bulaşıkçı, tabakçı, komi olarak çalıştıkları mekânlara, şimdi, birer belalı, birer kabadayı sıfatı ile gidiyorlardı.

Ancak ne tuhaftı ki bu arada artık finans kapitalin bir sera bahçesine, bir şov dünyasına dönüşen Beyoğlu’ndaki zenginliğin önemli bir payı da burada bar, kafe, meyhane açan, bir dönem "düzeni değiştirmeye aday" olan eski solcuların eline geçmişti. Reklamcılık, işletmecilik, televizyonculuk, pazarlamacılık, bankacılık gibi refah mesleklerinde çalışan, solculuğu artık bir fiyakalı retorik ve içi boşalmış bir söylem düzeyinde yaşayan, muhalifliği çoktan unutmuş ve sahte bir keder duygusunun altına gizledikleri ama giderek tek amaçları sahip olmak ve tüketmek olan insanlar ise mekânların değişmez sakinleri oluyorlardı.

Polisin, eski solcular hakkındaki niyet ve gözlemlerini bırakıp kendilerine Beyoğlu’ndaki zenginlikten canları karşılığında ve bilek zoruyla pay çıkartmaya çalışan Kürt gençlere gelelim. Şimdi değilse bile pek yakında, bu bir zamanlar ezilen birer emekçi olan ama artık canlarına tak deyince işi zorbalığa döken Kürt gençler, hızla zenginleşen bar, kafe, meyhane sahibi gibi eski solcu arkadaşlarımızdan, riske ettikleri canlarının karşılığını isteyecekler. Ve trajikomik bir tablo çıkacak ortaya. Kimi bu trajikomik durumun filmini yapmaya kalkacak kimi, "Biz ne hâllere düştük," deyip kahrından daha çok içecek, kimi de bu "kara kafalı" insanların bir an evvel Beyoğlu’ndan temizlenmesi için dileklerde bulunacak!..

Beyoğlu’nda çelişki, hayatın anasıdır. Onca eşitsizlik, haksızlık ve uçurumlardan sonra, asıl savaş burada "barış dönemlerinde" yaşanır!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi