Biden’a mektubun Türkçesi: Kürtlere karşı bizi destekleyin, Suriye savaşını ucuza bitirelim!

AKP liderinin ‘Huzur ve istikrarı sağladık’ dediği bölgelerde etnik temizlik, gasp ve cinayet olayları önlenemiyor. AB ve BM’nin son raporlarında Ankara’ya ağır eleştiriler yer alıyor.

ABD’nin yeni başkanı Biden’dan yaklaşık iki aydır telefon bekleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bloomberg’e yolladığı yazıda özetle, "ABD bizi desteklesin, Suriye’deki savaşı ucuza bitirelim" demeye çalıştı.

Yazı dediğime bakmayın, aslında Erdoğan’dan Biden’a gönderilen bir mektup demek daha doğru olur. Malum, hatlar kesik Ak Saray’la Beyaz Saray arasında. Pullu mektup da yollanamayacağına göre, muhtemelen 10 binlerce dolar ödenerek bulunan bu formülle AKP lideri, "Suriye meselesini ancak biz hallederiz" mesajı veriyor. ABD tarafından bugünlerde pek de ciddiye alınmayan yönetiminin nelere kadir olabileceğini hatırlatıyor.

Erdoğan’a göre Türkiye, Suriye'de gerekeni yapabilecek tek ülke. Bunu da bugüne dek yaptıklarıyla kanıtladı! Dolayısıyla Biden yönetimi, kampanya döneminde verdiği sözleri tutmalı ve Suriye'deki trajediyi sonlandırmak ve demokrasiyi müdafaa etmek için Türkiye ile çalışmalı.

Böyle diyor Erdoğan mektubunda.

Suriye’deki gelişmeleri anlatırken de kendince bir mantık haritası izliyor. Mesela geçtiğimiz yılın bu dönemlerinde İdlib’de yaşanan çatışmaları hatırlatıyor. "Şam rejiminin saldırılarını durdurmak amacıyla müdahale ettik" diyor. Müdahalenin misyonunu da "Suriye halkını, Şam rejiminden korumak" diye tanımlıyor.

Erdoğan’a bakılırsa, bu sayede milyonlarca hayat kurtarılmış…

Oysa Ankara, 2016 Aralık ayında başlayan Astana süreci ile İdlib’in cihatçı örgütlerden temizlenmesi görevini yüklenmiş ama neredeyse dört yıldır bu konuda adım atmamıştı.

Çünkü iktidarın amacı, bölgeyi cihatçı güçlerden temizlemek değil, tam tersi bölgede kalıcı olmaları için bu çetelere ortam yaratmaktı. Bir milyonun üzerinde bölge insanı bu cihatçı çetelerin elinde inim inim inlemekteydi.

Bunu görmezden gelemeyen Şam yönetimi ve Rusya, bölgenin, hiç olmazsa güneyini cihatçı çetelerden temizleyerek M4 ve M5 otoyollarını ulaşıma açmak için harekete geçmişti.

Erdoğan’ın makalede, "Şam rejiminin saldırılarını durdurmak amacıyla hareket ettik" dediği mesele buydu.

Makalede anlatılmayan, bu meselenin bir başka dramatik boyutu daha vardı…

O günlerde TSK’nin (Türk Silahlı Kuvvetleri) bir birliği, Suriye güçleri ve Rus ordusunun Türkiye destekli cihatçılara yönelik operasyonunu engellemek amacıyla çatışmalara katılınca, havadan bombalanmış, 33 asker yaşamını yitirmişti.

Sahadan gelen bilgiler, saldırıyı Rus uçaklarının yaptığını gösteriyordu. Ne Ankara ne de Moskova’dan bu konuda bir açıklama yapılmıştı. İki taraf da ilişkilerin gerginleşmemesi için olayın kapatılması yolunu tercih etmişlerdi.

TSK de daha sonra Rusların verdiği hava sahası izniyle rejim ordusunun bazı birliklerine saldırarak karşılık vermekle yetinmişti.

İDLİB, AFRİN VE DİĞER İŞGAL BÖLGELERİNDE DURUM VAHİM

İdlib’de şeriatçı çetelerin kurduğu düzen, son bir yıldır daha da artan bir şekilde oradaki sivil halkı ezmeye, sömürmeye devam ediyor.

Erdoğan’ın makalesinde İdlib’de neler olduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlanmıyor ama başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşların bu konudaki raporlarında çizdikleri tablo, durumun çok vahim olduğunu gösteriyor.

Geçtiğimiz hafta yayınlanan son BM raporunda, İdlib’i büyük ölçüde kontrol eden ve Ankara’yla yakın ilişkileri olan HTŞ (Heyet Tahrir Şam) adlı El Kaide türevi örgütün şeriat yasaları uygulayan kendi "sözde hükümeti"ni kurduğu söyleniyor, yoksul halktan vergi topladığı, akaryakıt ticareti dahil her türlü karaborsa faaliyetini yönettiği, insani yardımların dağıtımına el koyduğu ve gasp, adam kaçırıp fidye alma vb. faaliyetlerde bulunduğu açıkça belirtiliyor.

Ayrıca HTŞ’nin dışında, bu örgütten kopmuş, El Kaide’ye bağlılığını koruyan Çeçen, Özbek, Uygur kökenli diğer cihatçı gruplarla daha radikal örgütlerin varlığı da çok önemli bir tehdit olarak değerlendiriliyor. Bu örgütlerin Türkiye’den başka gidecek yerlerinin olmadığını düşünürsek raporun önemi daha iyi anlaşılıyor.

Dönelim makaleye...

Erdoğan, Suriye konusunda en başta ne söylediyse yine aynı şeyleri tekrarlıyor. Esad gitmeden herhangi bir çözümün söz konusu olamayacağını Batılı liderlere ve Biden’a anlatıyor.

Sonra Suriye için neler yaptıklarına geliyor.

Bir yandan milyonlarca mülteciyi ağırladıklarını, diğer yandan DEAŞ başta olmak üzere Suriye'de faaliyet gösteren terör örgütlerine karşı savaştıklarını söylüyor.

‘Terörden temizlenen yerler denilen’ güvenli bölgeler kurduklarını hatırlatıyor ama yazıda o bölgelerden kovulan, etnik temizliğe maruz bırakılan yerel halktan, evleri, tarlaları gasp edilen köylülerden söz edilmiyor.

Bu bölgelere kalıcı olarak nasıl yerleşildiği, oralara kaymakam, emniyet müdürü, posta müdürü vb. kamu görevlileri atandığı anlatılmıyor. En son olarak o bölgelerde fakülteler kurma kararı alındığı da belirtilmiyor.

Afrin ile işgal edilen diğer bölgelerdeki durum daha da vahim.

Nüfusun çoğunluğu Kürtler’den oluşan Afrin’de çok ciddi bir etnik temizlik yapılıyor, insanlar yurtlarından sürülüyor. Evlerine, topraklarına, zeytinliklerine, zeytinyağlarına el konuluyor. İşgalci çetelerin adam kaçırma, gasp, haraç alma, hırsızlık ve cinayetlerine göz yumuluyor. Çeteler, silahlı gruplar arası çatışmalar nedeniyle kimse güvenlik içinde değil.

AP AÇIKLAMASI: TÜRKİYE SURİYE’DEN ASKERİNİ ÇEKMELİ

Bu noktada hemen AP’nin (Avrupa Parlamentosu) birkaç gün önce yayınladığı zehir zemberek karar tasarısından söz etmemek olmaz.

Karar tasarısında Türkiye'nin bölgeyi yasadışı şekilde işgal ettiği söyleniyor ve çok açık bir şekilde Suriye'nin kuzeyinden askerlerini çekmesi isteniyor.

Ayrıca raporda, Türkiye'nin 'Suriye'de, Orta Doğu'da, Doğu Akdeniz'de barışı tehlikeye attığı' görüşüne yer veriliyor.

Tam da bu raporların yayınlanmasının ardından kaleme alınan Erdoğan’ın makalesine bakmaya devam edelim.

Mesela, "Maalesef, yerel ortaklarımız olan ılımlı muhalifler, DEAŞ'ın ve bir diğer terör örgütü olan PKK'nın yenilgiye uğratılması sürecindeki emek ve fedakârlıklarına rağmen organize bir karalama kampanyasının hedefi olmuşlardır" deniyor.

Bu yazıda Ankara’nın ılımlı muhaliflerden kimleri kastettiğine de bakmak gerekir.

Ilımlı muhalif olarak sunulan bu cihatçılarla bir zamanlar IŞİD militanı, gerektiğinde El Kaide çetecisi, olmadı MİT kontrolündeki ılımlı yaftalı cihatçı bir örgüt mensubu, sonunda da Özgür Suriye Ordusu ya da yine Ankara’nın kurdurduğu Suriye Milli Ordusu kisvesine bürünmüş paralı savaşcıların kastedildiği de herkesin malumu...

Buna rağmen bu ılımlı muhalif ezberi yine de kullanılıyor. Hatta en makul seçenek olarak da "Batı'nın Türkiye'yi desteklemesi, asgari maliyet ve azami etkiyle Suriye'de çözümün parçası haline gelmesi" önerisi sunuluyor.

Tabii bugüne dek hiç değişmeyen aynı şartla:

"Batı, öncelikle güvenli bölgelere saldıran ve eli kanlı rejime payanda olan YPG'ye karşı net bir tavır takınmalı, meşru Suriye muhalefetine gerekli desteği sağlayarak barış ve istikrara yatırım yapmalı."

Yani Kürtler, YPG yerine, ‘Suriye muhalefeti’ denilen cihatçı örgütlere destek isteniyor. 10 yıldır söylenen ve darbımesel haline gelen bu söz, yeni bir şeymiş gibi takdim ediliyor.

Bu noktada, AP raporuna yeniden bir göz atmakta yarar var.

AP milletvekilleri, IŞİD'in bölgede hâlâ aktif olduğunu belirterek Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) 'bir müttefik olarak IŞİD ile mücadeleye ciddi katkı yaptığını' üzerine basarak ifade ediyorlar.

İşte Bloomberg mektubu ve işte bölgedeki gerçekler.

Bu mektup yayımlanalı neredeyse iki gün oldu, mektubun alıcısından hiçbir işaret gelmedi.

Mektup, içeride bir yankı yapmadığı, tartışılmadığı gibi dışarıda da yaprak bile kıpırdatmadı.

Tıpkı iktidarın reformları, insan hakları eylem planı ve ekonomik reformları gibi...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi