Özgün Enver Bulut

Özgün Enver Bulut

Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm

Her şeye rağmen o güzel gülüşlerin onur verici bir ışığı var.

Tarih yoksulların ve haklıların mücadelesini aktarır çoğunlukla. Çünkü onların sayfalarında toz olmaz. Berraktır o sayfalar her zaman. Sevgiyle örülen ortak bir mirasla kapılarını açıp, yola düşerler ve o kapılar birlikte var olmanın hoşgörüsüyle asla kapanmaz. Güven vardır, huzur vardır onun ardında. Siz bakmayın sabaha doğru kırılan kapıların gürültüsüne. Amaç arkasındaki sevgiyi sarsmak ve içine korkuyu salmak. Tarih öyle konuşmuyor ama. Kapının o tarafını aktarıyor sürekli. Gürültülü tarafı ise hep tozlu olarak raflarda kalan kısım oluyor.

Geçen haftanın en çok konuşulanı kuşkusuz ki Diego Armando Maradona’nın vedasıydı. Yoksulluğun dip yaptığı bir mahallede başladığı hayatın çalkantılarına bir ejderha olarak dalmıştı. Bazen yoksulluğunu unutarak, bazen yoksullaşarak, çoğunlukla da uçta yaşayarak... Ejderhanın da yorulduğu olacak ve hayata gösterdiği parmak hareketi son bulacaktı bir gün. Bundan sonrası tarihin işiydi işte.    

Jorge Luis Borges, Rüyalar kitabında Hüküm başlığıyla bir rüyayı aktarır. "O gece, fare vakti geldiğinde, imparator rüyasında sarayından çıktığını ve karanlıkta çiçekli ağaçların altında bahçesinde yürüdüğünü gördü. O sırada bir şey ayaklarına kapanarak korunma talep etti. İmparator kabul etti. Yalvaran, kendisinin bir ejderha olduğunu söyledi ve yıldızlar ona ertesi gün, gece çöktükten sonra, imparatorun bakanı Wei Cheng tarafından başının kesileceğini vahyetmişlerdi. İmparator rüyasında onu koruyacağına yemin etti. Uyandığında imparator Wei Cheng’i çağırttı. Onun sarayda olmadığını söylediler. İmparator onu bulmalarını ve ejderhayı öldürmemesi için bütün gün meşgul etmelerini emretti. Gün batımında da ona satranç oynamayı teklif etti. Oyun uzun sürdü, bakan yorulmuştu ve uyuyup kaldı. Tam o sırada yerden bir gümbürtü koptu ve bir süre sonra da kanlar içinde kocaman bir ejderha kafası getiren iki komutan belirdi. Kafayı imparatorun ayakları dibine fırlattılar ve bağırdılar: "Gökten düştü." Uyanan Wei Cheng şaşkınlık içinde ejderha başına baktı ve inceledi: "Ne tuhaf, rüyamda böyle bir ejderha öldürdüğümü gördüm."

Maradona’nın hikâyesi Arjantinli şair, deneme yazarı Borges’in Wu Ch’eng-En’den (yaklaşık 1505-1580) aktardığı rüyaya benzemekte. Rüyayı şöyle de değiştirmek mümkün. Maradona Küba lideri Fidel Castro’nun rüyasına girmiş ve ondan koruma talep etmişti. Fidel de onu korumaya söz vermişti. Fidel öldükten sonra da kapitalist sistem Maradona’yı iyice bir hırpalamış ve canını almıştı. Yoksulların gördüğü bir rüya daha bitmiştir Maradona’nın ölümüyle. Maradona ise giderken yoksulların kulağına Goethe’den şunu fısıldayarak gitmiştir. "Ağır başlı ruh halinden usandım artık/ Şimdi tekrar gerçek şeytanı oynama zamanı." Şimdi artık yeni rüyalar ve tarihin sayfalarına yeni izler bırakma zamanı.

Geçen hafta aynı zamanda barış elçisi Tahir Elçi’nin, katledilmesinin 5. yılıydı. Yoksul bir Şırnak akşamından başladığı yolculuğunu, bir Diyarbakır sabahında bırakmıştı. O sabah Batman’dan Diyarbakır’a gelmiş ve tam uçağa binerken öğrenmiştim Tahir Elçi’nin vurulduğunu. Boğazıma düğümlenen o çaresizliği anlatmamın imkânı yok. Biliyordum ki seslerinde cesaret, umut, sevgi olan herkesin hedef olduğu günlere geldiğimizin habercisiydi bu ölüm. "Birbirimizin yaralarıyla birleşmezsek aynı çatı altında birlikte yaşam imkânının kalmayacağını herkes görmelidir." diyordu Tahir Elçi. Bu günler için, bugün için, yarın olacaklar için konuşuyordu hepimizin adına, hepimizin yerine. Bu dünyada güçlükle soluk alan insanlar bir parça daha rahat nefes alsınlar diye, tedirgin olmadan, özgürlükten, düşünceden yoksun olmasınlar diye konuşuyordu. Çocuklar adına, kadınlar adına, kentler adına, tarih adına konuşuyordu.

Tarih konuşanların tarihidir. Haklıların tarihidir. Maradona’yı düşünürken Arjantinli şair, denemeci Jorge Luis Borges’i anımsayarak cümleler kurdum. Tahir Elçi’yi anlatmaya da sözlerim yetmiyor. Ellerim buz kesmiş, yazamıyorum. Türkan Elçi’nin dizelerine sığınıyorum.

Yine her zamanki gibi
Sen gelmişsin ben varım
Sen susmuşsun ben yazarım
Konuş diyorum gülüyorsun
Aklım suyunu çekti diyorum
Susuyorsun
Biliyor musun diyorum
Ceket diyorum
Her şey sana ceket yakıştığı içindi

Maradona ‘tanrının eliydiyse’, Tahir Elçi vicdanıydı. Maradona tanrının yaramaz çocuğuyduysa, Tahir Elçi ağırbaşlı olanıydı. Bir kez daha anladım ki güzel gülmek kahredici bir mirastı. Yaralara, acılara açılan, nazarı çok olan pencerelerdi. Her şeye rağmen o güzel gülüşlerin onur verici bir ışığı var. O gülüşlere kıyanların pencerelerinin ise utanç verici bir karanlığı... Kalpten, akıldan, ruhtan, vicdandan yoksun olanların kirlettiği bir dünyayı temizleme uğraşı ağır ve zor. Orada burada gezmelerine bakmayın. Kötülük giysileri de bir gün eskir, parçalanır ve giyilmez olur. Utanca boğulacakları asıl an çıplak kaldıkları o an olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgün Enver Bulut Arşivi