Bir kimlik mücadelesi: AİHM kararlarına rağmen Türkiye'de Alevilik bir inanç olarak kabul görmüyor

Bir kimlik mücadelesi: AİHM kararlarına rağmen Türkiye'de Alevilik bir inanç olarak kabul görmüyor
Kerbela’dan bu yana, tarih boyunca Alevilerin katliamlarla yüz yüze kaldıklarını söyleyen Celal Fırat, bugün dahi Cemevlerinin ibadethane olarak görülmediğinin altını çiziyor.

Esra Çiftçi 


+GERÇEK- Aleviler, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında inkâr, imha politikalarına maruz kalmış, Selçuklu İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti süresince de rutin olarak katliamlara, sistematik asimilasyon politikalarına tabi tutulmuş ve bu durum günümüzde de hala sürmektedir. Alevilerin en temel talepleri arasında eşit yurttaşlık hakkı geliyor. Beraberinde, Cemevleri’nin Alevilerin ibadethanesi olduğu ve statüsünün ibadethane olarak kabul edilmesinin yanı sıra okullarda okutulan "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersinin Sünni İslam dersleri olduğunu, Alevi çocuklarının sünnileştirilmeye çalıştırıldığını bu yüzden de Alevi çocukların bu dersten muaf tutulması gerektiği. Yine Alevilere yönelik her türlü ayrımcı tutumların ortadan kaldırılması, Alevilere yönelik her türlü asimilasyon politikalarına son verilmesi, bu bağlamda Alevi köylerine cami yapma politikasının derhal durdurulması ve Sünnilik dışındaki tüm inançlara karşı sistemli bir asimilasyon politikası yürüten Diyanet İşleri Başkanlığının kapatılması da talepleri arasında.

ALEVİLERİN KİMLİKSEL DÖNÜŞÜMÜ

Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ve "Aleviliğin Politikleşme Süreci" kitabının yazarı Dr. Mehmet Ertan Alevi kimliğinin kimliksel dönüşümüne ilişkin iki önemli tarihsel dönemden bahsedileceğini söylüyor. İlkinin 1960’lardan itibaren yaşandığını, bu dönüşümün en önemli dinamiğinin kentleşme olduğunu çünkü kentleşmenin o zamana kadar kırsal hayat içinde daha çok Alevilerle sosyalleşen Alevilerin, Alevi olmayanlarla daha yoğun sosyo-ekonomik ilişkiler geliştirmesi olduğunu belirten Ertan, kentleşmenin Alevi köylerinin dışa açılmasını ve dışa kapalı kırsal bir yaşam örüntüsünde Alevi dedelerinin sosyal otoritesi altında icra edilen geleneksel Aleviliğin çözülmesini de beraberinde getirdiğini ifade ediyor. Ertan şöyle devam ediyor,

"Bu süreçten bağımsız olarak Türkiye 1960 ve 1970’lerde sol hareketlerin yükselişine de sahne oluyor. Birbirinden bağımsız ama eş zamanlı bir şekilde gerçekleşen bu süreç Alevilerin politikleşme dinamiklerini de etkiliyor. Aleviler kentleşme etkisiyle geleneksel Aleviliğin çözüldüğü tarihsel iklimde sosyal demokrat ya da sosyalist sol hareketler üzerinden politikleşerek dar anlamda kentsel bölgelere geniş anlamda Türkiye siyasetine dâhil oluyorlar. Burada Alevilerle sol hareketler arasında bir yakınlaşma var, Alevi olmaları onların sol hareketlere yönelmesini kolaylaştırıyor ama sol hareketler içinde Alevi kimlikleriyle var olmuyorlar, orada sosyal demokrat partilerin seçmenleri ya da sosyalist örgütlerin aktivistleri olarak var oluyorlar. Yani burada politikleşen bir kimlik olarak Alevilik değil, bireysel olarak Aleviler"

"ALEVİLER SİYASİ HAREKETLER İÇİNDE YERİNİ ALIYOR"

Ertan, Aleviliğin kimliksel dönüşümüyle ilgili olarak tarihsel önemi olan 1990’lar ve sonrası döneme de değiniyor. 1990’larda, 1960’lar ve sonrasında Aleviliğin farklı olarak artık politikleşen bir kimlik olduğunu söyleyen Ertan, burada Aleviliğin bir kimlik siyaseti olarak örgütlenmeye başlamasının arka planında bütün dünyada kimlik siyasetlerinin yükselişe geçmesinin etkisi olduğunu belirtiyor. "Kültürel kimliklerin siyasi karar alma süreçlerindeki rolü 1980’lerden itibaren bütün dünyada artıyor ki Kürt sorunu ya da siyasal İslam’ın yükselişiyle beraber kimliğin yükselen gücünü Türkiye siyaseti üzerindeki etkisini takip edebileceğimiz mecralardan biri de Alevi hareketinin doğuşu oluyor" diyen Ertan, 1990’lardan itibaren Alevilikle ilgili bizzat Alevi araştırmacı yazarlar tarafından kaleme alınan onlarca kitabın basıldığını, Aleviliği merkeze alan dergilerin çıkarıldığını, yine Alevi ulularını anmak için kamuya açık ve ulusal siyasetçilerin de katıldığı Hacıbektaş Şenlikleri gibi anma törenlerinin düzenlendiğini ve bu törenlerin Aleviliğin kamusal görünürlüğünü arttırdığını, yine Alevilerin haklarını savunan, taleplerini formüle eden bu doğrultuda siyasilerle müzakereler yürüten derneklerin kurulduğunu söylüyor. 1990’lardan itibaren kimlik siyasetlerinin yükselişi ve bunun Türkiye siyasetinde de etkilerini göstermeye başlamasıyla beraber Alevilerin kamusal alanda Alevi kimliklerine sahip çıkmaya ve Alevi kimlikleriyle görünür olmaya başladığını belirten Ertan, Aleviliğin herkesin bildiği sır olmaktan çıkarak, bizzat Aleviler nezdinde görünür olmaya başladığını belirtiyor.

"TÜRKİYE’DE ALEVİLİK İNANÇ OLARAK GÖRÜLMÜYOR"

Garip Dede Dergâhı Yönetim Kurulu ve Alevi Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu Başkanı Celal Fırat, Aleviliğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına rağmen Türkiye’de inanç olarak kabul görmediğini söylüyor. Bir inancın ibadet olup olmadığınıa o inancın sahiplerinin karar vereceğini söyleyen Fırat, Alevilerin yüzyıllar boyunca Alevi kimlikleriyle oldukları mekân ve bölgelerde kaçak göçek yaşadıklarını, egemen mantık tarafından baskı, zulüm gördüklerini, bugün de farklı olmadığını ifade ediyor. Alevilerin Kerbela’dan bu yana, Selçuklular döneminde de Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de katliamlarla yüz yüze kaldıklarını söyleyen Fırat, bugün dahi Cemevlerinin ibadethane olarak görülmediğinin altını çiziyor.

"EN TEMEL SORUN EŞİT YURTTAŞLIK HAKKI"

"Aleviler örgütlendiler, kendi öz kaynakları ile Cemevlerini kurdular. Egemen mantık hala Cemevlerini ticarethane olarak görüyor. Devlet maalesef Alevileri asimile ederek kendi içinde eritmeye çalışıyor" diyen Fırat, Alevilerin en temel sorununun eşit yurttaşlık hakkı olduğunu söylüyor. Alevilerin bu ülkede eşit yurttaş olarak görülmediğini, hayatın her platformunda, kamuda, özel sektörde kendilerini ifade etmekte zorlandıklarını söyleyen Fırat, okullarda ise çocuklara zorunlu din dersi dayatmasıyla Alevi çocuklarının Sünnileştirilmeye çalışıldığını ifade ediyor.

"İMAM HÜSEYİN’İN ZÜLFİKARI BOYUNLARINDA OLUR"

Celal Fırat, İçişleri Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakanlığının 2022 Aralık ayında 300 Alevi dedesini önce Kerbela’ya, oradan da Umre’ye, yine aynı organizasyonda Alevi gençlerini Kapadokya’ya, oradan da Hacıbektaş’a götürme projesini sert bir dille eleştiriyor.

"Şu anki mantık kendi Alevi’sini, kendi dedesini yaratmak. Türkiye’de zulüm var, insanlar sınıflara bölünüyorsa, Alevi dedeleri onların verdikleri üç beş kuruş parayla kendi halkına yabancılaşarak Kerbela’ya gidiyorsa, inanın bugün olsa İmam Hüseyin Zülfikar’ını onların boynuna geçirirdi, bu kadar net söylüyorum. Doğru bir yaklaşım değil. Bir Alevi dedesi bu kadar problemin içerisinde tek bir kelam etmiyorsa, koşa koşa Kerbela’ya gidiyorsa yazıklar olsun demekten başka bir laf bulamıyorum"

"GEÇMİŞTE OLDUĞU GİBİ BU SALDIRILARIN DA ÜZERİ KAPATILIR"

Son günlerde Cemevlerine yönelik saldırıları değerlendiren Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSKAD) Genel Başkanı Cuma Erçe, önemli olanın bu saldırıları gerçekleştiren gerçek güçlerin açığa çıkarılıp, çıkarılamama meselesi üzerinde durmak gerektiğini söylüyor. Bir kişinin 40-45 dakika içerisinde kameralara, arama noktalarına rağmen 4 ayrı kuruma saldırmasının bilimsel ve teknik olarak mümkün olmadığını belirten Erçe, 10 Ekim Gar katliamı ve Sivas Katliamı sonrası açılan davalarda gerçek sorumluların yargılanmadığını, Cemevlerine yönelik saldırıların da üstünün kapatılacağını ifade ediyor.

ALEVİLER NEDEN SALDIRILARA MARUZ KALIYOR?

Alevilere duyulan tarihi bir öfkenin olduğunu belirten Erçe, bunun nedenini ise Alevilerin değişimin tarafında yer almaları, sistemin değişmesinden yana taraf olmalarından kaynaklandığını söylüyor. Alevilerin karanlığa karşı bilimi savunduklarını, kadın sorununda her zaman kadından yana, çevre sorunlarında doğadan yana tavır aldıklarını, her türlü kutuplaştırıcı anlayışa, ayrımcı anlayışa karşı olduklarını söyleyen Erçe, Alevilerin her dönem hedef olduğunun da altını çizen Erçe sözlerini şöyle sürdürüyor.

"80 öncesi Maraş’ta Alevi katliamı gerçekleşti, bu katliamın hemen sonrasında 12 Eylül Askeri Faşist cuntası geldi. Çünkü toplumsal kesimlerin, işçi sınıfının, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, siyasi grupların, sosyalistlerin sömürü sistemine karşı çok ciddi dirençleri vardı, bu direnci kırabilmenin en güçlü yolunu Maraş’ta Alevileri katletmekle buldular, arkasından amaçlarına bir bir ulaştılar. Aynısını Sivas’ta, Çorum’da, Gazi’de, Gezi’de görmek mümkün. Bunu niye söylüyorum, önümüzdeki dönem açısından 2023 genel seçimleri öncesi güçlü bir değişimin yaşanması ortaya çıktı. Toplumda bir sıkışma var, bu tekçi anlayışa, bu tek adam rejimine yönelik ciddi bir refleksin, ciddi bir karşı duruşun örgütlenme durumu söz konusu. Yine toplumun geniş bir kesiminde seçim öncesi kaos çıkacağı yönünde bir algı operasyonu var, tam da bu noktada Cemevlerine yönelik saldırılar, toplumdaki bu algının derinleşmesine yol açıyor"

"SALDIRILAR SÜRERKEN DEVLET ERKANI CEMEVLERİNE GİDİYOR"

Devlet erkanının Cemevlerine yönelik seferler yapmasını da eleştiren Erçe şöyle devam ediyor:

"Emniyet müdüründen, kaymakamlara, milletvekillerinden bakanlara, valilerden müftülere, genel kurmaydan Cumhurbaşkanına akın akın Cemevlerine seferler düzenleniyor. Bir yandan Alevileri kendi içlerinde parçalamaya, kendi içlerinde tartıştırmaya yönelik çabalar sarf ediyorlar ama en önemlisi yaptıkları bu seferlerde Alevilerin taleplerini kabul ettiklerini söylemiyorlar. Tersine, "sizin ile bizim aramızda fark yok, siz de bizim gibisiniz. Sizin inancınız bizim inancımızla aynı, yanlış yapıyorsunuz, cemevinde ne işiniz var, camilerimiz var" diyerek Aleviliği kendilerine göre tarif etmeye çalışarak bu seferleri düzenliyorlar"

"ALEVİLERE DÖNÜK YÖNELİMLER ARTARAK DEVAM ETMEKTE"

Üryan Hızır Ocağından Araştırmacı Veli Büyükşahin, Alevilerin son 30-40 yılda, kendilerini ifade etme, görünür olma, örgütlenme ve kimliklerini kent koşullarında yeniden inşa etme çabalarının arttığını belirtirken, bu süreçte her ne kadar geleneksel Alevilik ile kent koşullarında farklılaşan Alevilik ile ilgili sorunlar yaşansa da kendileri ile ilgili hak arayışların da kapasitelerini de geliştirdiklerini ifade ediyor. Alevilere yönelik geçmişte olduğu gibi günümüzde de çok ciddi yönelimlerin artarak devam etmekte olduğunu söyleyen Büyükşahin, günümüzdeki yönelimlerin biçim değiştirerek sürdüğünü, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken elbette bir muhasebe yapılması gerektiğini, hak temelli bilindik talebin her fırsatta dile getirilmekle beraber sorunun anlaşılması ve çözümünde yetersiz kaldığını ifade ediyor.

"SORULMASI GEREKEN SORULAR VAR"

Sorulması gereken sorular olduğunu söyleyen Büyükşahin sözlerine şöyle devam ediyor.

"Geleceğin Türkiye’sinde Aleviler nasıl var olacak? Sadece belli başlı ritüellerin yerine getirilmesi ve cemevlerinin durumunun daha da rahatlatılması, Alevi toplumu açısından hakiki bir çözüm olabilecek mi? Aleviler demokratik, özgürlükçü, doğayla uyumlu ve diğer tüm kimliklerle birbirini tanıyan, rızaya dayalı özünü koruyabilecek mi? Nasıl bir devlet, nasıl bir laiklik ve en önemlisi nasıl bir toplumsal düzen tasavvuru var? Elbette bütün bu soruların cevaplarını Aleviliğin özünün, tarihinin, Ocak sistemi ve toplumsallığının derinliğinde görülebilir. Aslında Alevilik bu soruların yanıtlarını da kendi içinde barındırıyor. Ancak burada karşımıza başka sorunlar çıkıyor. Gelecek sadece Alevilerin omuzlarında mı yükselecek? Bütün bunları sadece Aleviler kendi başlarına mı yapacak, sadece kendi sorunlarını mı çözmeye çalışacak?"

Bütün bu sorulara cevap olmanın en önemli yollarından birisinin bu konuda gerçekçi ve yerinde ittifaklar geliştirilmesi gerektiğini söyleyen Büyükşahin, sorunun sadece mevcut iktidarın değişmesi olmadığını, onun karşısında kendilerini konumlandıran kesimlerin nasıl bir toplumsal yapı öngördükleri olduğunun altını çiziyor. Muhalefet ve iktidardan bazı yerel yönetimlerin, kısmi birtakım ihtiyaçları karşılama çabasının hiçbir şekilde çözüm olamadığını söyleyen Büyükşahin, demokrasi, özgürlük, laiklik vb. talepleri olan toplumsal kesim ve çevrelerin doğru bir ilişkisinin ve mücadelenin geliştirilmesi gerektiğini ifade ediyor.

"DEMOKRASİ OLMAZSA ALEVİLİK KENDİ GERÇEĞİNDEN KOPMUŞ OLUR"

Demokrasi olmadan, eşit yurttaşlığa dayalı yeni bir anayasa ve toplumsal düzen olmadan, değil Aleviler, bu ülkedeki hiçbir toplumsal kesimin özgür olmayacağını söyleyen Büyükşahin, demokrasi olmazsa Aleviliğin özünden ve kendi gerçeğinden kopmuş olacağını, özgür ve demokratik toplumun Aleviler açısından olmazsa olmazı olduğunu ifade ediyor.

 

Öne Çıkanlar