Bir şeyler yapmalı! Ne yapmalı? Nasıl Yapmalı?

Bir şeyler yapmalı! Ne yapmalı? Nasıl Yapmalı?
1932’de Almanya Komünist Partisi’nin 6 milyon, Sosyal Demokrat Parti’nin ise 7,5 milyon oyu vardı. Bu iki parti Nazilere karşı birleşip önüne geçmek yerine kendi iç çelişkilerini öne çıkardı

Cemal ÇAĞLI


Öncelikle süreci bütünlüklü tanımlayıp çözümlemeli. Sürecin nereye evrildiğini bilmeli. Siyaset dilinin, yerini küfre, hakarete, yalana, kışkırtmaya, saptırmaya, hedef göstermeye, tehdit etmeye neden bıraktığı doğru kavranmalı.

Fikri olan saldırmaz.

Haklı olan hakaret etmez.

Topluma vadettiklerini yaşama geçiren iktidarlar toplumu germez, ayrıştırmaz, düşmanlaştırmaz, hukuku ayaklar altına almaz…

Öyleyse siyaset dili yerini kavgaya bırakmışsa, yönetenlerin fikri tükenmiş, toplum nezdinde meşruluğunu yitirmiş; toplumun yoksulluğuna, işsizliğine, can güvenliğine, adalet arayışına çare bulamamış demektir.

Toplumsal meşruluğunu yitiren iktidar ne yapar?

İki şey yapar.

Ya, "ben ülkeyi yönetemiyorum, daha iyi yönetenler gelsin" deyip demokratik bir seçimin yolunu açar ya da iktidardan düşmemek için her türlü anti-demokratik yol ve yöntemi kullanarak baskı rejimini en üst seviyeye çıkarır ve en sonunda da demokrasiyi askıya alıp tek adam diktatörlüğünün hukuksal zeminini tamamlar.

 "Biz ülkeyi yönetemiyoruz, daha iyi yönetenler gelsin" diyen bir dönem asla yaşamadık; ama seçimle iş başına gelmiş seçilmişleri zor yöntemi kullanarak devre dışı bırakıp atanmışlarla yoluna devam bir iktidar da olmamıştır. Böyle olunca da bugünkü iktidarın da demokratik bir seçim yolunu açıp halkın iradesine başvurması mümkün değil; çünkü rejim değişti, devletin yapısı değiştirilerek her şey yürütmenin emrine verildi. Yasama yok hükmünde, yargı tüm kurum kuruluşlarıyla yürütmeye bağlı. Böyle olunca da kendi değimleriyle; devlet artık bir şirkete dönüştü.

2011 yılında ilk baskısı, şimdi ise yeni baskısı yapılan sevgili Merdan Yanardağ’ın yazdığı  "Cumhuriyet’in Sonbaharı", aradan geçen dokuz yılın ardından  "Cumhuriyet’in Kışı"na dönüşerek kar altında kaldı. Kar altından çıkar mı bilinmez. Bu, muhalefetin iktidar karşısındaki örgütlülüğüne bağlı.

Gidişat nereye?

Bu sorunun doğru yanıtını vermek için öncelikle geçmişe dönüp bakmak şart. Bunun için Samir Amin, Bertolt Brecht, Umberto Eco, Pierre Milza ve William I. Robinson’ un "Faşizm, ırkçılık, ayrımcılık" üzerine yazılarını yeniden okumak gerekir*

Küresel krizin yol açtığı küresel milliyetçiliğin özelde Avrupa’yı, genelde dünyayı nasıl etkisi altına aldığını daha iyi algılamak için  de Ergin Yıldızoğlu’nun yeni çıkan "Yeni Faşizm" kitabını okumakta yarar görüyorum.

Peki, bu okumalar sonucunda iktidarın nereye yöneldiğini söyleyebilir miyiz?

Bunun için de iktidarın kime yöneldiğine bakmamız gerekir.

Bütün dünyada olduğu gibi, otoriter rejimler öncelikle muhalefeti bölüp, parçalayıp siyasetin dışına atarak tek parti diktatörlüğüne yönelmişlerdir.

Rejimin hedefinde, Kürt halkının demokratik, siyasal, kültürel haklarını demokratik düzlemde savunan ve Kürt sorununun çözümünü cumhuriyetin demokratikleşmesinde gören HDP vardır. Kürt sorununun barışçıl çözümü aldatmacasıyla Kürt oylarının önemli bir kısmını toplayan AKP iktidarı, 7 Haziran  2015 seçimlerinde HDP’nin parti olarak seçimlere girip yüzde 13 oyla 80 milletvekili kazanıp AKP’nin tek başına iktidar olmasını engelleyince olanlar oldu, bu sonucu asla kabul etmeyeceğini açıklayan iktidar, yüzlerce insanın ölümüne sebebiyet veren, yıkımlara sahne olan çatışmaların sonucunda   1 Kasım 2015 olağanüstü koşullarda gerçekleşen erken seçimle; MHP’yi de yanına alarak  yeniden iktidar oldu. AKP, o gün bugündür HDP’yi siyaset dışı bırakmak için demokratik olmayan her türlü yönteme başvurmayı sürdürdü. 2018 genel seçimlerinde de  HDP’yi baraj altında bırakamayan iktidar;  izlediği yanlış politikalar ve neoliberal sistemin çöküşüyle  ülkeyi yönetilemez duruma getirdi. Kriz arttıkça sanal gündemler yaratarak, iç ve dış çatışmaları yaygınlaştırarak kaçınılmaz düşüşün önüne geçmek isteyen iktidarın karşısına en etkili biçimde yine HDP çıktı. Bu kabul edilemez bir durumdu, dolayısıyla HDP’ye yönelik siyasal linç politikasına hız verildi. Nelerin yapılığı bilindiği için tekrar etmenin bir anlamı yok.

"Ölümcül Hata!"

1932’de Almanya Komünist Partisi’nin 6 milyon, Sosyal Demokrat Parti’nin ise 7,5 milyon oyu vardı. Bu iki parti Nazilere karşı birleşip onun kitleselleşmesinin önüne geçmek yerine kendi iç çelişkilerini öne çıkardı. Bu "ölümcül hata" yı fırsat bilen Hitler, muhalefete ölümcül darbeyi vurmanın koşullarına sahip oldu. Başta Alman Parlamentosu'nun toplandığı Reichstag binasının yakılması  olmak üzer birçok provokasyon eşliğinde önce Alman Komünist Partisi, arkasından da Alman Sosyal Demokrat Parti’yi siyasetin dışına atarak, Nasyonel Sosyalist Parti’nin Hitler başkanlığındaki iktidarı sağlanmış oldu.  Ders çıkarılması gereken bu tarihi süreci hatırlattıktan sonra bizdeki ‘ölümcül hataya" gelelim.

Bizdeki "ölümcül hata" 2015-2016 döneminde yapıldı. Bilineni tekrar etmeden somut olarak söylemek gerekirse, "Darbeden darbe çıkaran" siyasal iktidarın HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının oylandığı tarihte yapıldı bu hata. "Anayasaya ters ama evet diyeceğiz" diyen CHP eliyle yapıldı. Durmadı, seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atanmasına sessiz kalınarak devamı sağlandı   ‘ölümcül hatalar’ın.

Yeni bir kırılma noktası.

İktidar 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra sıkıştığı her dönemde "Devletin bekası" parametresini kullanıp muhalefeti arkasında dizmeyi başaran Saray rejiminin Garê operasyonundan bir başarı hikâyesi yaratma isteği fiyaskoyla sonuçlandı ve HDP’ye vurulmak istenen ölümcül darbe şimdilik vurulamadı.

Muhalaefet, başta CHP olmak üzere "Millet İttifakı"  yakın zamanda HDP’li dokuz milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik mecliste yapılacak olan fezleke oylanmasıyla "tarihi bir dönemeç" olarak tarihe geçecektir. Ya "ölümcül hata" ya da demokrasinin tümüyle askıya alınmasının önüne geçecek "tarihi bir kazanım" olacaktır.

HDP kapatılır mı?

Hiç kimse kesin ‘evet’ ya da kesin ‘hayır’ diyemez. Demokrasi güçlerinin sınıfsal ve toplumsal konumlanışına bağlı olarak olay sonlanacaktır.

Bir yıl öncesine kadar hedefte HDP’ li seçilmişler ve partili kadrolar vardı, şimdi ise HDP’ ye oy verenler var. Böylesi, hiçbir dönemde olmamıştı. Demek oluyor ki HDP ya siyaset yapamaz hale getirilecek ya da geçmişte defalarca uygulandığı gibi, kapatma seçeneğiyle karşı karşıya bırakılacak. Bunun sonuçlarının ne olacağını siyaset bilimcilere bırakarak şu soruyu soralım:  

HDP kapatılırsa sıra CHP’ye gelir mi?

"Hayır, kapatamazlar" diyenlere somut bir örnek vermek mümkün. 1981 darbesinden sonra başta CHP olmak üzere bütün partiler kapatıldı ve genel başkanları gözetim altına alındı. CHP’nin SHP olarak yeniden tarih sahnesini çıkışı ise yanılmıyorsam 1992’dir.

Otoriter, totaliter rejimlerin iktidardan düşmemek için yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını tarih çoğu kez göstermiştir. Demokratik yöntemlerle gelen AKP’nin, demokratik yöntemlerle gitmeyeceğini 16 Temmuz 2016 sonrası uygulamalara bakarak anlamak mümkün. Bunun için siyasetçi olmak gerekmez diye düşünüyorum. Bu anlamda CHP hem kendi geleceği hem de ülkenin geleceği açısından kilit bir konumda. HDP’ li dokuz milletvekilinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya yönelik hazırlanan fezlekeler meclise geldiğinde CHP’nin ve öteki muhalefet partilerinin "Hayır" oyu vererek iktidarın oyununu bozmaları ülkemiz açısından yeni bir başlangıç olabileceği gibi, tersi durumda yani muhalefetin  "evet" oylarıyla fezlekeler meclisten geçerse de  "sonlu karanlığın" başlangıcı olabilir.


*Sibel Özbudun ve Temel Demirer’in derlediği ’Ütopya" yayınlarında çıkan kitap:" Faşizm Irkçılık Ayrımcılık Yazıları."

Öne Çıkanlar