Bir turna göçü: Edvin Minassian’ın ardından

Bir turna göçü: Edvin Minassian’ın ardından
Edvin kendine, toplumuna ve tarihe eşine az rastlanır eleştirellikte bakmayı başarıyordu. Zira Hrant Dink’in bahsettiği derin kuyudan çıkabilmiş belki az sayıda Ermeniden biriydi.

Edvin Minassian (sağda) Hrant Dink ile


Yektan TÜRKYILMAZ


Bu satırları yazıyor olmak çok zor. Sevdiğim, yakınım insanların ölebileceği, öldüğü fikriyle hep kaçarak bir ilişki kuruyorum sanırım. Saatlerce ekran karşısında duruyorum ama parmaklarım aklımla, hafızamla koordine olmayı reddediyor. Hatıralarımın derinliklerine her kürek atma girişimimde parıldayan bir yüz beliriyor zihnimde; zeki, belki biraz da iğneleyici, bir gülümsemenin aydınlattığı bir yüz! Orada donuyor bütün anılar.

Sevgili Edvin ile tanışmamız yirmi seneyi bulmuş. Geriye dönüp bakınca yıllar boyunca karşılaşmalarımızın hikayesi hep onun bir yaraya derman olma çabası ile bezenmiş. Zira zor zaman insanıydı o. Bir yanıyla avukat olması dolayısıyla belki. Ama bence daha önemlisi bilhassa merhum babasından miras aldığı ve kendi yaşamına da damgasını vuran yıkıntıdan, imkansızlıktan ve felaketten gelip inanç, emek ve umut ile yoğrulmuş yeni hayatlar kurabilmekten duyduğu haz ve haklı gururdu. Böylece Edvin hep en karanlık anların orta yerinde rüzgarda sallansa da hiç sönmeyen mütevazi ama inatçı bir mum gibi dayanışmaya, diyaloğa ve geleceğe ışık oldu. Bunun iki istisnasını biliyorum; Hrant’ın katledilmesi ve yakın dönemde Karabağ savaşı. Edvin bile umuda, akıla küstü, sustu!

Detaylarına burada girmem mümkün değil ancak bütün yakından tanıyanlar bileceklerdir ki Hrant Dink Edvin’in hayatında çok etkili olmuştur. Biraz kendi hikayesinden ve doğasından biraz da Hrant’dan mülhem Edvin hep diyaloğa inandı. Sözün gücüne, insan aklına güvendi. Herkesle konuşabilir kaldı. Ama naif değildi asla. Hayatta çok az kişiyle tamamen hemfikir oldu. Ve hep tartışmaların, gerilimlerin içerisinde kaldı. Sesini kısmadı, ortama göre şekil almadı. O da Hrant gibi en çatışmalı fikir ayrılıklarının ortasında kırmadan, dökmeden kendini ifade etmeyi, diyaloğu sürdürmeyi başardı. Bu yüzden her çevrede Edvin’e yönelik ortak duygu derin bir güven ve saygı idi. Bunu belki de en kolay görebileceğiniz yer Los Angeles idi: Türkiye ve Ermenistan Konsolosluklarından, Ermeni siyasi partilerine, Amerikan siyasetçilerinden Türkiyeli entelektüellere her kesim için Edvin hep saygıdeğer bir muhatap olarak kaldı.

ERMENİLİKTEN KOPMADAN TRAVMA ÖTESİ BİR ERMENİ OLMAYI BAŞARMAK

Mesleğim ve araştırma konularım sebebiyle çok farklı Ermeni cemaatlerini, zümrelerini, bireylerini tanıma imkanım oldu. Tereddütsüz söyleyebilirim ki Edvin en müstesna ve fark edilir bir sima olarak kazındı aklımda. Özellikle vefatı sonrasında çok düşündüm, neden acaba diye? Mutlaka sıradışı zeki, nüktedan ve yardımsever olmasının büyük etkisi vardı. Ama geriye dönüp baktığımda onu en kalın çizgilerle ayırt eden nokta Ermenilikten kopmadan travma ötesi bir Ermeni olmayı başarabilmesi idi. Edvin tarihsel ve süregiden haksızlıklar konusunda çarpıcı bir şekilde duyarlıydı. Bu haksızlıkların onarılması uğruna bilhassa hukuk cephesinde atılabilecek her adımın önünde yer aldı. Kendisiyle en son konuşmam amansız hastalığının oldukça ilerlemiş olduğu, bir doktordan diğerine koştuğu bir dönemde gerçekleşti. Sağlık durumunun ve muhtemel sonucun gayet farkındaydı. Bu durumda bile beni  süregiden bir dava sürecini konuşmak için aramıştı. Bu adalet mücadelesi onun için herşeyin üstündeydi. Bu bağlamda İstanbul Ermenileri Derneği onun öncülüğü ve büyük katkılarıyla önemli bir entelektüel tartışma platformuna dönüşmüştü.

Ancak öte yandan Edvin kendine, toplumuna ve tarihe eşine az rastlanır eleştirellikte bakmayı başarıyordu. Zira Hrant Dink’in bahsettiği derin kuyudan çıkabilmiş belki az sayıda Ermeniden biriydi. Bu yüzden geçmişi silmedi sahiplendi ve hep geleceğe, dermana odaklandı. Çoğu kez sert tartışmlarımıza vesile olan bir övüncü onun Osmanlılığı sahiplenmesiydi. Bununla gurur duyuyordu çünkü onun tahayyülünde bu Ermenilerin yaratıcılığını ve üreticiliğini, birlikte yaşamın tutkalı  olduklarını gösteriyordu. Ve onun hayal dünyasında Selanik’ten, İstanbul’a oradan Xarpert’e barış içerisinde  kalacak bir hayat geleceğin aynasında gülümsemeyle aksettiler hep. 

Ve sevgili Edvin yokluğunla kahrolduğum şu an seni düşündüğümde bir Krikor Zohrab silüeti geliyor gözlerimin önüne. Ve bir de ısrar fikri doluyor içim: Geçmişi kaybetmemekte, unutmamakta ve hep ileriye bakmakta ısrar! 

Bu güzü unutamayacağım. Seni kopardı hepimizden. Bir turna gibi uçtun uzaklara, şu dizeye karışarak: 
Աշունն է մոտեցել, գնալու ես թետպիր
Güz geldi dayandı, hazırlanmalısın göçmeye


* İlk kez AGOS gazetesinde yayımlanmıştır: http://www.agos.com.tr/tr/yazi/26238/bir-turna-gocu-edvin-minassianin-ardindan

Öne Çıkanlar