İnci Hekimoğlu

İnci Hekimoğlu

'Büyük resim' Ağar’ın hücresinde

Asıl sorun, devlet denen mekanizmanın ‘niye çeşitli aralıklarla bu yapılara ihtiyaç duyduğu’ sorusunun yanıtıyla muhalefetin de yüzleşmeye yanaşmaması.

Bir suç örgütü lideri ifşaları ile iktidarı, medyayı sallıyor. Her birinin tek tek peşine düşülmesi, araştırılması gereken çok sayıda başlık sunuyor. Hem yargıya hem gazetecilere…

Şu satırlar yazılırken hâlâ görevde olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, şimdilik iddiaların odağında. Kilit isimler Mehmet Ağar ve  hemen sağında fotoğraf veren Alaaddin Çakıcı ise sanki sırasını bekliyor.

 Her iki isim de, 70’li yıllardan bu yana ülke siyasetine yön veren, suç örgütü lideri oldukları mahkeme kararlarıyla tescillenmiş olmasına rağmen her karanlık dönemde boy gösteren önemli figürler.

Susurluk Skandalı’nda devletin mecburen daralttığı sınırlar, bugün yeniden genişletilmiş, aynı isimlere alan yeniden açılmış. Artık ‘derin devlet’ kavramını kullanmanın zorluğu da burada başlıyor.

Tek Adam etrafında oluşmuş bir grubun medya ve yargıyı tepeden tırnağa yapılandırması nedeniyle, minareye kılıf hazırlama ihtiyacı da ortadan kalktığından gizleme, derine inme ya da derine itme gereği bile duymayacak bir özgüven oluşmuş.

Güç ve para etrafında oluşan karanlık ilişkilerin başka boyutları da, muhtemelen başka isimlerin  eklemlenmesiyle gündemde kalmaya devam edecek.

Asıl sorun ise, devlet denen mekanizmanın ‘niye çeşitli aralıklarla bu yapılara ihtiyaç duyduğu’ sorusunun yanıtıyla muhalefetin de yüzleşmeye yanaşmaması.

İşte Susurluk Skandalı’nda ortaya çıkanlar tam da bu sorunun yanıtını veriyordu. Sorumlular hak ettikleri cezaları almadı, sonuna kadar gidilmedi, davalar zamana yayılarak kadük edildi ama çok önemli bağlantılar kamuoyu önüne serildi.

70’LERDEN BUGÜNE

70’li yıllarda Ülkü Ocakları’ndan yetişme Alaaddin Çakıcı ve o yıllarda emniyet müdürlüğünde çeşitli görevlerde bulunan Mehmet Ağar’ın içinde olduğu devlet, sola karşı kontrgerillayı kullandı.  

MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in işaret ettiği kişiler çok geçmeden öldürülür, Ülkü O"cakları kontrgerillanın doğal elemanı olarak iş görürlerdi. Teşkilatlanmanın başındaki kişi, 12 Eylül ve Ülkü Ocakları davalarında bütün partililer sanık sandalyesinde otururken, ismi bile geçmeyen Devlet Bahçeli’ydi.

Sermayenin taleplerine sivil toplum kuruluşları, siyasal oluşumları, dernekleri ve güçlü sendikaları  ile  direnen toplumsal muhalefeti bu yolla bastıramayacaklarını anlayınca, darbenin koşullarını olgunlaştırma görevini üstlendiler.

Bugün işçiler ve emekçiler için yaratılan kölelik düzeni, örgütsüz toplum; sermayeye bekçilik yapan asker ve siyasete saldığı sağcılar sayesinde gerçekleşti. 

1980 Darbesi’yle ezilip geçilen sol, devlet için öncelikli hedef olmaktan çıkarken, işkencenin sembolü haline gelen Diyarbakır zindanlarında yeniden doğan Kürtler, Türkiye solunun tersine darbe döneminden güçlenerek çıktılar.

Dolayısıyla kontrgerillaya yeniden ihtiyaç doğdu ve JİTEM adlı itirafçı, asker, istihbaratçı ve polislerden oluşan yapıyla, Kürt coğrafyasında binlerce masum insanı katlettiler. Köylerini, evlerini yaktılar, yerlerinden sürdüler. Hatta bu eylemlere karşı çıkan rütbeli subaylar da şaibeli suikastlarla öldürüldü.

GÜLEN İLE AĞAR

Susurluk Skandalı işte bu yapıların, ele geçirdikleri gücü uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi yollarla kendi çıkarlarına kullanmaları nedeniyle patladı. Devlet, sadece çizdiği sınırları aşanları tasfiye etti. "Derin devlet" orada durmaya devam etti.

Halbuki Susurluk Araştırma Komisyonu’nun raporunda şeması bile çizilen yapının   başında Tansu Çiller, emniyet ayağında Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken; TSK’de Yüzbaşı Hüseyin Pepekal ve Söylemez Çetesi, Ülkücü Mafya başlığı altındaysa Alaattin Çakıcı, Sedat Peker v.s vardı. Uzun süre varlığı inkar edilen JİTEM’in kurucusu ise emekli Tuğgeneral Veli Küçük’tü.

Raporda, Komünizme Karşı Mücadele Dernekleri içinde yıldızı parlayan, ilkokul mezunu bir imamın; ülkücü camia ve derin devletle ilişkileri epey eskiye dayanan Fethullah Gülen’in de adı geçiyordu.

Bir dönem devlete  tetikçi yetiştiren Gülen adının, Susurluk Skandalı’nda ortaya çıkan isimler arasına katılması tabii ki tesadüf değildi.

AKP, sözüm ona askeri vesayete savaş açarak iktidara gelirken,  Fethullah Gülen de Avrasyacı vesayete karşı AKP ile işbirliğine gitti. Ama iktidar nimetleri için yapılan kavgada yenildi.  

AKP- Cemaat iktidarının başlattığı Ergenekon davaları ise kirli yapıları temizlemek için değil, bütün muhalifleri tek torbaya atarak gücü konsolide etmek için kullanıldı.

Gülen Cemaati’ni tasfiye etse de kendi de güç kaybeden AKP’nin ihtiyaç duyduğu destek, ‘çekirdek devlet’ten geldi ve MHP ani bir dönüşle sahneye çıktı.

Barış masası devrilip,  Kürt siyasi hareketine savaş açılınca "bin operasyon" ile övünen Mehmet Ağar ile Alaatin Çakıcı, Korkut Eken, Engin Alan gibi 90’lı yılların ‘derin’ profesyonelleri yeniden görev başına geçti.

İlk emareler  2018 yılında bölgede JİT adlı bir yapının faaliyete geçtiğine ilişkin haberlerde vardı. HDP Sözcüsü Ebru Günay da geçen yıl 12 Eylül’ün yıldönümünde örnekler vererek "Jitemvari bir yapı"dan söz etti.

Bodrum’da bir marina etrafında ortaya çıkan güncellenmiş fotoğrafta, uyuşturucu, inşaat gibi rant alanlarından gelen paranın paylaşım savaşı öne çıksa da, aslen halklara açılan savaşın sonuçlarına tanık oluyoruz.

O nedenle Millet İttifakı bileşenlerinin ya da Ahmet Davutoğlu’nun "temiz toplum" talebinin altını doldurmaları için öncelikle Kürt meselesini nasıl çözecekleri konusunda kamuoyunu bilgilendirmeleri gerekir.  

Örneğin hâlâ HDP’yi düşmanlaştırmayı sürdüren, 90’ların İçişleri Bakanı Meral Akşener’in Kürt meselesi konusundaki çözüm önerisini bilmeye hakkımız var.

Susurluk Raporu’nu hazırlayan, dönemin  Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın işaret ettiği "büyük resim" tam da burada. Ve aktörlerin döneme göre yer değiştirdiği  girift ilişkileri tamamlayan; Mehmet Ağar’ın çerçeveletip cezaevi  duvarına astığı Gülen mektubunun yansıttıklarında.

Siyasi nedenler ortadan kalkmadan, ezelden beri süregelen tekçi ideoloji değişmeden hiçbir iktidar barışı, refahı, eşitliği, özgürlüğü, adaleti sağlayamaz.

Son sözüm, yaptırdıkları F Tipi cezaevlerinde kendileri de yatan, şimdi "adalete" ve "ifade özgürlüğüne" herkes kadar ihtiyaç duyan askerlere olsun.

Memnun musunuz devrettiğiniz mirasın sonuçlarından?

Önceki ve Sonraki Yazılar
İnci Hekimoğlu Arşivi