Çaba mı yoksa zekâ mı övülmeli?

Çaba mı yoksa zekâ mı övülmeli?
Zekâ, geliştirilebilir potansiyel bir enerji, çaba ise o potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye, kinetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren güçtür.

Cemal ÇAĞLI*


Gelmiş geçmiş bütün filozoflar, ün yapmış bütün bilim insanları başarılarını ve dünyayı değiştiren buluşlarını gece gündüz hiç bitmeyen çabalarına borçlular. Dünyanın bir numarası ilan edilen basketbolcusu ya da futbolcusu onca sporcu içinden sıyrılıp bir numaraya oturmaları kesintisiz devam eden çabalarına borçludur. Kimse onların zekâsından bahsetmiyor, başarılarından bahsediyor. 

Hepimizin çok iyi tanıdığı modern fiziğin babası sayılan Albert Einstein, başarısını çok zeki olduğuna değil ilgi ve çabasına bağlıyor.

Başarını neye borçlusun, sorusuna Albert Einstein aşağıdaki cevabı vermiş.

"Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum." 

Çabanın ne kadar önemli olduğuna çok güzel bir örnek de, elektromanyetizma ve elektrokimya alanlarında büyük katkı koyan, Faraday Kanunları’yla anılan İngiliz bilim insanı Michael Faraday’dır. Sadece temel eğitim alan, yoksulluk yüzünden üniversiteye gidemeyip, bir yandan çıraklık yapıp bir yandan da yedi yıl boyunca bilimsel kitaplar okuyarak kendini yetiştirmiş; elektrik transformatörlerinin ve elektrik jeneratörlerinin arkasındaki prensip olan elektromanyetik endüksiyonu keşfetmiş. Hiç şüphe yok ki Faraday, merak ve çabaya değil zekâya inansaydı, büyük olasılıkla, çalışmaya başladığı çiftçinin yanında büyüyüp çiftçi olacak ve de bilim dünyasında çığır açan Faraday Kanunları olmayacaktı. 

Buradan şu sonuç çıkar: Çaba, hem zekâyı geliştirir hem de çoklu zekâya giden yolu açar. Biz biliyoruz ki bir insan tek bir zekâ türüne değil birden çok zekâya sahip olabilir. Bilişsel bilimcilerin ortaya çıkardığı en az 8 zekâ(yetenek) çeşidi vardır. 

Ben, çaba ile zekâ arasındaki ilişkiyi şöyle kuruyorum: Zekâ, geliştirilebilir potansiyel bir enerji, çaba ise o potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye, kinetik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren güçtür.

Bilimsel bir eğitimin ve pedagojik donanıma sahip eğitimcinin görevi, başarıyı ya da başarısızlığı getirip zekâya bağlamak yerine, güçlü bir amaç uğruna sürekliliği olan çabayı öne çıkarmasıdır. Bir öğrenciyi gösterdiği çapayı övmek yerine onun çok zeki olduğunu söylersek, büyük olasılıkla o genç zekâsına güvenerek araştırma gerektirecek karmaşık süreçlerden kaçacaktır ve büyük olasılıkla büyük bilim insanları bu tür gençlerin arasından çıkmayacaktır.

Çaba kendiliğinden ortaya çıkmaz, öğretmenin bilişsel süreçlere uygun olan yöntemleriyle ortaya çıkartılır. Hepimizin hayatında okulu sevmemize ya da sevmememize, başarılı olmamıza ya da başarısız kılınmamıza sebep olan mutlaka bir öğretmen modeli vardır. "Bir öğretmen tanıdım hayatım değişti!" sözü abartı gibidir ama, aynı zamanda gerçektir.

Ortaokula başladığımda resme hiç ilgim yoktu, dolayısıyla çabam da. Öğretmenimiz çizimle ilgili ödev verdiğinde, başkalarına çizdirtirdim. Ama, kulakları çınlasın, Mehmet Marangoz(Keş Mehmet) adlı resim öğretmenim bendeki resim yeteneğini ortaya çıkartınca, gece-gündüz resim yapmaya başlamış ve okulun en iyi resim yapan öğrencisi olmuştum.

Liseyi bitirip üniversite sınavına girdiğimde fizik dersiyle ilgili soruların çok azını çözebilmiştim; çünkü fizik öğretmenim fiziğe ilgi duymamı sağlayamamış, ek çabalar göstermem için beni motive etmek yerine, suçlamış ve notumu kırarak cezalandırmıştı. Bu hatalı sürecin sonucunda "öğretilmiş başarısızlık" la tanışmış ve sorunun benden kaynaklandığına, fizik dersi için zekâmın yetersiz olduğuna kendimi inandırmıştım. 

Derken, özel okul kurucusu olan İbrahim Arıkan (Kendisini saygıyla ve sevgiyle anıyorum), üniversite hazırlıkta fizik öğretmenim olunca, bir anda dünyam değişmişti. Olayları ezberleten değil yorumlatan, sadece yazdırmayıp tartıştıran, somut örneklerle algı dünyamıza ışık tutan, başarısızlıklarımızı değil başarılarımızı öne çıkartan, çabamızın sürekli kılınmasını, neden–sonuç ilişkisini kurmamızın yolunu açan olgusal(derinlikli) bilgiye erişimimizi sağlayan, uyguladığı dinamik yöntemler ve de hiç eksik etmediği sevgi-hoşgörü sayesinde bendeki gizil kalan fizik yeteneğini ortaya çıkarmıştı. Artık en çok çalıştığım ve sevdiğim ders fizik olmuştu.

Sonuç:

Öğrencilerin öğretilenleri çabuk unutmasından yakınıyoruz; ama unutmaya neden olanın öğretme yönteminde gizli olduğunu bir türlü kabul etmiyoruz.

Yeterince çaba göstermemelerinden dert yanıyoruz, ama çabanın ilgiden beslendiğini, ilginin ise kavramlara dayalı bir öğretim tekniğinden geçtiğini hiç mi hiç dile getirmiyoruz.

Nota ve sınava odaklı bir eğitim sisteminde, deneye, araştırmaya, keşfe dayanmayan bir zeminde ilgi ve çabanın kolay kolay ortaya çıkmayacağı gerçeğinden de sürekli kaçıyoruz.

Çaba diyince, damlayan su damlacıklarının sürekliliği sonucunda aşınan mermer ve inatla, sabırla yuvalarına yiyecek taşıyın karıncalar gelir aklıma…

 

Öne Çıkanlar