Çetin Ali Nergis: Kürt sorunu ordunun değil Meclis'in işi

Çetin Ali Nergis: Kürt sorunu ordunun değil Meclis'in işi
Militarizmin toplumu çürüttüğünü belirten ADAM-DER Başkanı Çetin Ali Nergis, Kürt sorunun bir 'güvenlik' sorunu olmadığını ve çözümün savaşta değil Meclis’te olduğunu söyledi.

Türkiye, kurulduğu günden bu yana egemenliğini savaşla ve şiddetle inşa etmeye çalıştı. Bugün hala devam eden "ulus inşası" sürecinde bütün farklılıkları tekleştirmeye çalışarak homojen bir toplum yaratmaya çalıştı. Bunu yaparken de şiddet ve zor yolunu hep bir "yöntem" olarak gördü. Bu yönüyle militarizm ve şiddet "ulus-devletin" tarihinden hiç eksik olmadı. Özellikle Kürt sorununun çözümünde yüzyıllık geleneksel "güvenlikçi" politika Türkiye tarihinde katliam, inkar, soykırım, savaş, göç ve ekolojik yıkım getirdi. 

Bugün hala aynı eksende devam eden bu politikada militarizmin rolü, toplumsal inşası ve savaşla devem eden süreçte Türkiye halkları ve siyasetine etkisini Askeri Darbelerin Asker Muhalifleri Derneği (ADAM-DER) Yönetim Kurulu Başkanı Çetin Ali Nergis’le konuştuk. Nergis, 12 Eylül askeri darbesinden sonra 1983 yılında siyasi düşünceleri nedeniyle ordudan tasfiye edilen bir teğmen. Darbelere ve militarizme karşı mücadele veren Nergis, militarizmin halkların başına getirilmiş bir "bela olduğu" düşüncesinde. Nergis, Türkiye’nin demokratikleşmesinin sağlanması için ise Kürt sorunun çözümünün askeri değil siyaseten çözülmesi ve bunun için de barışın sağlanması gerektiğini belirtti. 

ADAM-DER sürecini biraz anlatır mısınız, neden böyle bir oluşuma ihtiyaç duyuldu?

ADAM-DER, yani Askeri darbelerin Asker Muhalifleri Derneği, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinde TSK’den ilişiği kesilmiş askerlerin kurduğu bir dernektir. Bu askerlerin haklarında herhangi bir mahkûmiyet kararı yok. Yani bir hizmet kusurundan atılmadılar. Doğrudan doğruya siyasi görüşleri nedeniyle ilişikleri kesildi. Sol, yurtsever, devrimci düşüncelere sahip oldukları için ilişikleri kesildi. 

Hedefiniz nedir ve amaçlıyorsunuz?

Öncelikle darbe dönemlerinde gasp edilmiş olan özlük haklarının iadesini istiyoruz. Türkiye’de bir daha darbeler yaşanmasın diyoruz. Bunun içinde darbelere, diktatörlüklere, militarizme karşı bir duruş sergilemeye çalışıyoruz. Bunlara karşı mücadele ediyoruz. Darbe dönemlerinde tasfiyelerle birlikte ordu içinde yaşanmış olan insan hakları ihlallerini, kötü muamele ve işkenceye uğramış olanları arşivlerken, bir yandan da darbeleri toplumun hafızasında canlı tutmaya çalışıyoruz. Türkiye’nin güncel sorunları olan her ne konu varsa bizi de ilgilendiriyor. Gelişmeler karşısında açıklamalarda bulunuyoruz, demokrasi güçleri ile omuz omuza durmaya çalışıyoruz. Türkiye’de darbelerden arındırılmış bir demokrasinin inşası için elimizden gelen ne varsa bunu yapmaya çalışıyoruz.

'HARBİYE'YE YURTSEVER DUYGULARLA GELDİK'

Sizi tasfiyeye götüren düşünceleriniz mi oldu? 

Yani şunu gördük bir kere o dönem idam edilen, vurulan, sokaklarda kıstırılıp öldürülen gençler ne istedi? Onlar emperyalizme ve sömürüye karşıydılar. Yani köylünün,  işçinin, halkın yanındaydılar. İlk çıkışları da zaten özgür ve özerk üniversite içindi. Biz de ordu saflarında, ordunun girdiği ilişkileri gördük. Yani NATO ile ilişkileri. Bağımsızlığı savunuyoruz ama bağımlı bir ordumuz var. Bu bir çelişki değil mi? Yurtseversiniz ama ordunuz teslim alınmış, ülkeniz teslim alınmış. Bütünüyle ekonominiz teslim alınmış. Bunları görüyorsunuz. Zaten yurtsever duygularla geldik Harbiye’ye.

Yurtseverliğin bir sonraki aşaması sosyalist olmaktır. Samimi değilseniz yani kendi milletinizin bir diğer milleti ezmesi gibi bir milliyetçi duygunuz varsa ki, milliyetçilik çoğunlukla buraya varır.  Daha ileri aşaması ise zaten ırkçılığa, faşizan bir düşünceye varır. Yurtsever duygular zaten sizi sosyalizme götürüyorsa o zaman yüzünüzü dışarıya dönersiniz doğal olarak. Ne oluyor bu ülkede diye bakmaya başlarsınız.

Bu eğilimleri hoş görmeyenler, daha devletçi yaklaşanlar ki, onlarda daha sonraki dönemlerde sağ siyasetlerin destekçileri oldular. Mesela ordudan biz tasfiye edildik, çoğunlukla bu tür arkadaşlar kaldı. Onların bir kısmı da tabii Türkiye’de gelişmekte olan savaşın sürdürücüleri oldular. Halka sıkılan kurşunlar, asit kuyularında öldürülen köylüler, yargısız infazlar… Bunları kim yaptı, yaptırdı? Bizler orduda kalmış olsaydık o emir komuta zinciri içerisinde bu emirleri yerine getirebilecek arkadaşlarımız mutlaka olurdu. Ama nereye kadar? Vicdanlı insan zaten bir yerde bırakıp çıkar. Terk etmek zorundasınız o safları. Bu anlamda zaten ordunun o zihniyetiyle ile uyumlu karakterde değildik. Onlar bizi tehdit olarak gördüler tabii ki. Bunu karşı tarafın bakışı olarak değerlendirdiğimizde anlaşılır şekilde duruyor. Ama doğru mu? Hayır.  Yanlışlık bizim düşüncelerimizde değil, yanlışlık ordunun üstlendiği rolde. Yurt savunması dışında başka bir işle uğraşıyor ordu.

'TARİKAT ÖRGÜTLENMESİNİ YIKIYORLAR AMA YERİNE BENZER BİR YAPI KURUYORLAR'

 Nedir o uğraştıkları işler? 

Ordu uzun yıllardır ‘iç güvenlikle’ ilgileniyor. Halkına silah çevirmiş durumda. Şu anda da öncelikle Kürt halkına yöneltilmiş bir şiddet var. Kürtler bu ülkenin vatandaşı. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değil, bu ordunun işi değil. Ordunun böyle bir rolü olmamalı. Ordu ülkesini koruyacaksa yapacağı iş bellidir. Kürt sorunu siyasi bir mesele ve çözüm yeri Meclis’tir. Bugün TSK içerisinde hala doğruyu yanlışı ayırt eden, toplumun barış içinde bir arada yaşamasını arzulayan, bunu samimiyetle isteyen unsurlar olabileceğini düşünüyorum. Bunun aksini iddia etmek, bütün bir toplumu bu savaş makinesinin parçası olarak görmek anlamına gelir.

Ama devlet, özellikle "FETÖ" kalkışmasından sonra ordunun yapısını büyük ölçüde değiştirdi. Askeri okulların tamamını kapattı. Doğrudan doğruya harp okullarına seçilmiş öğrencileri alıp kısa dönemde yetiştirip subay çıkarttılar. Bunların nasıl seçildiğini de biliyoruz. Bugün Suriye’de savaşan İslamcı terör örgütleri var. Yani IŞİD benzeri oluşumlar. Onların yetiştirilmesinde rol üstlendiğini açıkça ifade eden SADAT denilen bir örgüt var. Bu örgüt, daha başka siyasi unsurlarla birlikte Harp Okulları giriş sınavlarında mülakatlara giriyor, subay adaylarını seçiyorlar. Yani ordunun kadroları çok farklılaşıyor. 15 Temmuz kalkışmasından sonra büyük bir tasfiye oldu. Bu kadar büyük bir tarikat örgütlenmesini yıkıyorlar ama öte taraftan yerine başka benzer bir yapı kuruyorlar. 

Bu sadece bu döneme has bir şey mi yoksa iktidara gelen her güç kendi ordusunu mu yaratıyor?

Aslında bu devlet aklına da ters bir durum. Çünkü devlet halkın nezdinde tarafsız, düzenleyici bir güç, bütün bir milleti temsil eden bir güç olarak tarif edilir. Öyle midir, değil tabi ki. Ama iktidardaki güçler, mevcut egemenliği bütünlüklü bir biçimde sürdüremez hale getirirlerse, o zaman bu durum, devleti ve bütün toplumu parçalanmaya doğru götürür. Şuanda Türkiye’nin içinde bulunduğu durum tam da budur. Yani devleti bir grup ele geçirdi ve bu grubu tanımlarken, AKP ile sınırlamamak lazım. Ergenekon soruşturmaları ile başlayan bir hesaplaşma, sürekli çatışma ve tasfiye söz konusu. Devlet içinde bir çatallaşma var. 

Türkiye’nin geleneksel bir yapısı vardı. Buna uygun bir bürokrasi, ordusu, emniyet teşkilatı, yargısı, eğitimi, bütünlüklü bir yapısı vardı. Ama Türkiye, dünyadaki genel değişime uygun olarak kendi içyapısında bir değişim yaşıyor. Aslında bu, ekonomik yapıdaki değişimin devletin bütün kurumlarına yansımasıdır. 70’lerden sonra bütün dünyada başlayıp Türkiye’de 80 darbesi ile uygulamaya konulan neo liberal ekonomi politikasının Türkiye siyasetine, devletine yansımasıdır. Bütün alanların soyguna, sermayeye, sömürüye, talana açılmasını hedefleyen bir politika. Bunun önünde duran hangi güç varsa hepsini yok etmek istiyor. Bu politika ekonomik alanda özelleştirmeyi, siyasi alanda tekleşmeyi hedefliyor. Çünkü böyle bir tekleşme olmadan bunu sürdüremezsiniz ki, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen rejim, tam da bunun karşılığıdır. 

'DENİZ GEZMİŞ'İN İDAMINI HÜZÜNLE KARŞILAMIŞTIK'

Militarizmin içinde bulunup militarizme karşı mücadele etmeye iten şey ne oldu sizi?

12 Mart döneminde askeri lisedeydim. O dönem görüyorduk, kulağımıza geliyordu. Mesela Deniz Gezmiş’in idamını böyle garip bir hüzünle karşılamıştık. Mesela Kızıldere… O dönemki komutanlarımız, gazeteleri derslere getirip önümüze atmışlardı. ‘İşte anarşistlerin sonu’ diye.  Terörist demiyorlardı o zaman. Kızıldere’de öldürülenlerden bir de Saffet Alp’tı, bir teğmen. Yaralı olarak ele geçirilip sonra üzerine onlarca kurşun boşaltılarak öldürülmüştü. Mesela ona çok büyük bir öfke duyuyorlardı. Çünkü ordunun saflarından çıkmış, yurtseverlerin, devrimcilerin saflarına geçmişti. Ama onlar için o anarşist, komünist. O dönem hızla yükselen bir muhalefet vardı. İşçi hareketleri yeniden başlamıştı. Türkiye’de devrimci hareketler 12 Eylül’e kadar büyüyerek yükseliyordu. İşte biz o süreci yaşadık ve gözlemledik tabii ki. Askeri okullarda yemek yediğimiz çatal, kaşıkların ve mataralarımızın üzerinde USA damgası vardı. Bu, insanı düşündürten, yaralayan bir şey. Kullandığınız daha gelişkin silahlar size ait değil NATO’nun silahları. Türk ordusu 1974’te Kıbrıs çıkarması için ‘Barış Harekâtı’ demişti ama bu bir işgale dönüştü. Bu çelişkileri gördük.

Okuldan çıkıp kıtalara geçtiğimizde askerlere uygulanan zulmü gördük. Askerlere dayak atılıyordu. Şimdi bu yok ama mobbing var. Mesela çokça gündem yapılmayan LGBTİ+ bireylerine karşı ordunun içinde korkunç bir baskı var. Ordudaki intiharlar mesela, bunlar ayrı ayrı konuşulması gereken şeyler. Bunun dışında sakıncalı olarak fişlenmiş olanlara, Ermeni vatandaşlara uygulanan zulüm. Şüpheli ölümler o kadar çok fazla ki orduda. Bunlar hiç sorgulanmıyor, intihar denilip geçiştiriliyor. Hepsi aslında sorgulanmayı, araştırılmayı bekliyor. 

Sizin tanık olduğunuz ‘intihar’ veya şüpheli asker ölümü oldu mu? 

Hayır olmadı. Ancak, çok sayıda basına, mahkemelere yansımış olay var. Ama dayak olaylarına tanık oldum tabii ki. Askeri okullarda bile vardı. Askeri okullarda, liselerde dayak kıyamet gibiydi. Bir üst devreyi alt devreye ezdirirlerdi. Ama şimdi yok, bunları kaldırdılar.

Asker geleneğinden gelen biri olarak militarist olmayı nasıl tanımlıyorsunuz? Sadece askerlik ve orduya dair bir şey mi? 

Militarizm orduya yani sadece askere ait bir şey değil. Özü itibariyle bir militarist yapı denildiği zaman ilk akla tabii ki silahlı güçler geliyor. Ama bunu sadece ordu ile devletin silahlı güçleriyle sınırlandırmamalıyız. Aynı zamanda paramiliter güçleri de bunun içine katmak lazım. Ama bundan da ibaret değil tabii ki. Militarizm ulus devletle bağlantılı bir şey. İlk düzenli ve bir meslek olarak merkezi ordunun kuruluşu ulus devletlerle beraber gelişti. Ulus devletin ideolojisi ise milliyetçiliktir. Bu nedenle milliyetçiliği militarizmden ayıramayız. Milliyetçiliğin hedefi ise bütün bir toplumdur. Yani bütün bir toplumu milliyetçilikle zehirleyip militarize etmektir.

 Zihinsel alt yapısına biraz değinir misiniz? 

Mesela dilimize iyice yerleşmiş ordu-millet, asker-millet söylemleri tüm bunlar zihinsel alt yapıyı oluşturuyor. Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde militaristleşme süreci Kurtuluş Savaşı ile başlıyor. Uluslaşma süreci aynı zamanda militer yapının da inşa süreci. Bu kuruluş süreci, bir sürü sıkıntıyı da içinde barındırıyor tabii. Bugün nasıl muhalifler eziliyorsa, Cumhuriyet’in kuruluşunda da muhalifler, sosyalistler, Kürtler, Aleviler ezildi. Bütün bunlar Türkiye’nin birikmiş sorunu olarak bugün karşımızda. Kurtuluş Savaşı adı üzerinde emperyalizme karşı bir savaş ama bunu toplumun zihnine hep bir savaş hali olarak taşırsanız bu alt yapıyı oluşturuyorsunuz. Kurtuluş Savaşı, onun bağımsızlık ve anti emperyalist duruşunu canlı tutmak adına sürekli gündemde tutulsa bunun olumlu bir yanı olabilir. Ama burada tam bir ikiyüzlülük var. Hem Kurtuluş Savaşı’nın militarist yanını canlı tutacaksınız yani asker-millet kısmını canlı tutacaksınız, ama bir taraftan da ülkeyi Amerika’ya teslim edeceksiniz. NATO’cu bir ordunuz olacak ve siz kalkacaksınız asker millet diyeceksiniz, vatansever olduğunuzu iddia edeceksiniz. Bu büyük bir çelişki. 

 Sivilde militarizm zihniyetini inşa eden parametreler nelerdir?

Militarizm - milliyetçilik bağlamını iyi kurmak lazım. Bunun toplumu nasıl zehirlediğini görmek gerekiyor. Bu zehirlenme ta aileden başlıyor. Eğitim sistemi, kışla, iş hayatı her yerde militarist dili görmek mümkün. Bütün kamusal alanı etkisi altına almış ve toplumu da bir şekilde zehirleyen bir süreç yaşanıyor. Ama militarizmi her zaman esas besleyen unsur, sürekli bir ‘tehdit’ algısının diri tutuluyor olmasıdır. Yani iç tehdit ve dış tehdit. Çünkü milliyetçiliğin her zaman güçlü olması için bir tehdide ihtiyacı var. İç tehdit olarak da sürekli bir terör konusu. Mesela 80 döneminde Türkiye’nin iki büyük iç tehdidi vardı. Bir "irticai" tehdit, ikincisi "bölücü" tehdit. Şimdi irticai tehdit devlet katında ortadan kaldırılmış görünüyor, çünkü o güç iktidarı paylaşıyor şuanda. Ama Türkiye’de militarizmi en çok besleyen damar, devletin diliyle söyleyecek olursak ‘bölücü’ tehdit. Tehditler gerekçe gösterilerek, toplum sürekli terörize ediliyor ve sürekli bir güvenlik kaygısı ile devlete, iktidara bağlanmaya çalışılıyor. Biliyorsunuz, bugünkü iktidar da sürekli her kötülüğün kaynağı olarak diğer devletleri gösteriyor.

'HDP'Yİ YALNIZLAŞTIRMA ÇABASI ARTTI'

Toplumda nasıl bir karşılık buluyor militarizm?

Bu terör tehdidi herkesin kafasında bir düşman algısı yaratıyor. Örneğin; Millet İttifakı’nın ortaya çıkmasıyla birlikte, bu ittifakı da parçalamak için HDP’yi yalnızlaştırma çabası daha da arttı. Saray iktidarı HDP’yi halkın gözünde düşmanlaştırmaya çalışırken, Kürt siyasetini, sosyalistleri ve bütün muhalefeti düşmanlaştırıyor.

Türkiye’de militarizasyonu sürekli canlı tutmada yüz yıllık Kürt sorununun çözümsüzlüğünün rolü var mı?

Tabii ki var.  Esas mesele bu. Türkiye’de eğer Kürt sorunu çözülemezse, mevcut savaş politikalarında ısrar edilirse, toplum daha da çürüyecek ve aynı zamanda daha da yoksullaşacak. Çünkü militarizmin toplumu çürüten bir yapısı var. 

Nasıl bir çürümeden bahsediyorsunuz? 

Söz söyleyemez hale gelirseniz, hiçbir şeye itiraz etmezseniz bunun sonucu ne olur? Barış Akademisyenlerini gördük; barış istedikleri için işlerinden edildiler, tutuklandılar. TTB, ‘savaş bir halk sağlığı sorunudur’ dediği için kapatılmasını istediler. Hak isteyen herhangi bir işçi terörist suçlamasıyla korkutuluyor. Sendikalar ‘terörist’ denilerek baskı altına alınıyor. Bu baskıya boyun eğdiğinizde, çürüme böyle başlıyor.

'SAVAŞLAR NEDİYLE KAYNAKLAR TÜKETİLİYOR'

Türkiye halkları militarizmin sonuçlarını bugün nasıl yaşıyor?

Savaşlar nedeniyle kaynaklar tüketiliyor, tahrip ediliyor. Bugün dünyada büyük bir gıda krizi yaşanıyor ve enflasyon çok yüksek. Türkiye bunu çok daha derin yaşıyor. Gıda krizi kapıda ve bunu şimdiden yaşıyoruz zaten. Çünkü fiyatlara yansıdı. Savaş ekonomiyi bozuyor. Militarizm nerden bakarsanız bakın halkların başına büyük bir bela. Bütün ülkelerin savunma sanayi – bu kavram bir aldatmaca- doğrusu savaş sanayii, ülke bütçelerine, dolayısıyla halkların sırtına büyük bir yük. Militarizm çok dert edilmiyor Türkiye’de. Militarizmi gündem yapan bir kurumda yok maalesef. Bizler, yani TSK’den gelen, ölmek ve öldürmek üzerine eğitilmiş kişiler tarafından, militarizme eleştiri getirilmesi ayrı bir anlam taşıyor.  Ama bunun demokrasi güçleri tarafından siyaset alanına taşınması lazım.

Militarizmden arındırılmış bir dünya mümkün mü? 

Bugünden bakınca hiç kolay bir şey değil elbette. Ama başka da bir yol yok. İnsanlık bu savaştan, çatışmadan çıkamazsa, kendi kendini yok edecek. Savaşın bu kadar kutsanması, ekonominin bu kadar militarize edilmesi aynı zamanda bütün kaynakların da yok edilmesi demek. Militarizmin neden olduğu savaşlar, hem kaynakları tüketiyor hem de ekolojik tahribata yol açıyor.

Militarizm reddedilmeden demokratikleşme mümkün mü? 

Militarizmi reddetmeden, gerçek bir demokrasiyi kurmak mümkün değil. Bu şu anlama geliyor: Eğer Türkiye’de demokrasi istiyorsak mutlaka barış istemek zorundayız. Gerçekten bir demokrasi talebi varsa, militarizme karşı durmakla bağlantılı. Mesela bugün Türkiye’nin tek adam rejimine karşı parlamenter bir sistem, güçlendirilmiş demokrasi isteyenler önce militarizmle hesaplaşmak zorunda. Darbelerle ayrımsız hesaplaşmak zorunda. Militarizm neticede toplumu yıkıma uğratıyor. 

Türkiye şu an Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde bir savaş yürütüyor. Bunun Türkiye demokrasisine, halklarına yansıması nasıl olacak?

Bugün devam eden bu savaş, sınırın ötesinde görünüyor ama bu savaş içeride aslında. Yıllardır devam ediyor. İlle silahlı olması gerekmiyor. Burada da insanları öldürüyor. Cezaevlerinden ölüm haberleri geliyor. Kalp krizinden öldü deniliyor ama Silivri’de darp edilip öldürülen görüntüleri ortaya çıktı bir tutuklunun. Peki, bu savaş ne ile yapılıyor? Kendisi itiraf etti, ‘Siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz?’ diye. Şimdi, tam da bunu sormanın zamanı. ‘Ne kadar ödüyorsunuz bu savaşa?’ diye. Halkın bütün gıdasından kesiliyor. Kaynaklar savaşa aktarılıyor. İlk 3 ay sonrasında Milli Savunma Bakanlığı’nın başlangıç ödeneği 80 milyar iken bu rakam 95 milyar liraya yükseltildi. Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneği birkaç kat arttırıldı. Halkın parasının savaşa harcandığı açık değil mi?

Geçmişte de benzer operasyonlar yapıldı ama çok büyük kayıplarla dönüldü. Bu savaşlar, içeride barış ortamını giderek sabote ediyor. Kaynakları tüketiyorlar, halklar arasında düşmanlığı arttırıyorlar, bölge barışını bozuyorlar. Bunun Türkiye’ye ne gibi bir yararı var? Olaya buradan bakmak gerekiyor.  Askeri olarak üstünlük kazansa ne olacak! Türkiye aynı zamanda dünyanın pek çok yerinde ordusunu bulunduruyor. Türkiye bundan ne kazanıyor? Türk halkı ne kazanıyor? Türkiye sanayicisi bir yerden bir şey kazanıyor elbette. Ama Türkiye halkları kaybediyor. Türkiye’de militarizm güçlendi ve Türkiye demokrasiden uzaklaştı. Onun için barış sürekli vurgulanmalı.

Savaşın yarattığı bir infial var toplumda. Tam bir infial hali olmasa da yarattığı bir kırgınlık var. Bundan dolayı rahatsızlar. Askerlerin ölüm haberleri gelmeye başladı ama çok yansımıyor. Ancak rütbeliler hayatını yitirdiğinde Türkiye’de manşet oluyor. Eskiden bayrağa sarılı tabutlar gelirdi dizi dizi, ayrı cenaze törenleri düzenlenirdi. Kitleler sokağa salınır, militarist şovenist sloganlar atılırdı. Bunlar toplumu tekrar tekrar ayıran, bölen, düşmanlığı arttıran sahnelerdi. Mesela bugünlerde bunlar pek olmuyor. Kayıplar saklanıyor. Çeşitli kaynaklardan bakıyoruz. MSB, ‘çok büyük sayıda teröristi etkisiz hale getirdik’ diyor. Ama diğer cepheden yapılan açıklamalarda ise yüzün üzerinde asker kaybından söz ediliyor. 

'BU İŞİN ASKER TARAFINDAN ÇÖZÜLECEK YANI YOK'

Bu savaşı askeri açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Askeri açıdan söyleyebileceğim tek şey şu; bu işin asker tarafından çözülecek yanı yok. Siyaseten bakmak lazım.

Türkiye neyi hedefliyor?

‘KDP güçleri ile ortak yapıyoruz’ diye açıklama yapıyor ama KDP açıklama yaptı. ‘Hayır, bizim doğrudan katılımımız yok’ dedi KDP. Ama aralarında bir anlaşma olduğu açık. Kürt coğrafyasında parçalanmalara yol açabilecek bir niyet var. Bu da açık. Kürdü Kürde kırdırmak istiyorlar. Irak coğrafyasında Kürt özerk bölgesinin içinden zaten itirazlar da geliyor. Bu çok sürdürülebilir bir şey değil. Havadan bombalarsınız çünkü hava üstünlüğünüz var. ABD zaten yol vermiş. Rusya’nın zaten kendi dertleri var. Rusya’dan da itiraz gelmediği belli. Türkiye’nin fırsattan yararlanma düşüncesi var. Bölge siyasetinde etkili olma gibi bir düşüncesi var. Ama Türkiye, bölge siyasetinde etkili olamaz. Bu tür politikalarla böyle bir etkinlik hayal.

Peki, iktidar sizin deyiminizle toplumu yoksulluğa götürürken, barışı sabote ederek Türkiye’yi demokrasiden uzaklaştırırken, sistem içi muhalefetin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kılıçdaroğlu açıklama yaptı ve ‘aman askerimizin ayağına taş değmesin’ dedi. Tabii ki kimseye bir şey olmasın ama savaş var orada. Gerçekten barış istiyorsa buradan karşı çıkması lazım. 6’lı masa (CHP, İP, SP, DEVA, GELECEK, DP), Türkiye’nin demokrasisini gerçekten inşa etmek istiyorsa önce Kürt sorununa net bir tavır almaları gerekiyor. Bu savaşı durduracak bir irade ortaya koyamıyorlarsa o zaman söylediklerinin hepsi boş oluyor. 

Millet ittifakının kurulmuş olması önemli ama bu partiler de, yeri geldiğinde devlet aklı ile hareket ediyorlar. Cumhur ittifakı ile aynı safa geliyorlar. Kürt meselesi gündeme geldiğinde hepsi bir güvenlik anlayışının etrafında diziliyorlar.

Temel mesele "güvenlik" mi? O devlet "aklı" tam olarak neye ortak refleks gösteriyor?

Topluma güvenlik diye söyleniyor ama gerçek öyle değil. Orada bir iktidarı paylaşmama arzusu var. Yani Türkiye’nin demokratikleşme çabası ile şu mevcut sistemin devamı arasındaki çatışma anlamında bir şey var. Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesini istemiyor o masanın etrafındakiler. Yani toplumun özgürleşmesini istemiyorlar. Gerçekten istiyorlarsa barış konusunu çok net olarak ortaya koymaları gerekir. İstemiyorlar, bu konuda bir samimiyet yok. Ama onların temsil ettiği milyonlarca insan var. Milyonlarca insanın duygusu, düşüncesi o masada yok. Mesela CHP’nin tezkereye hayır demesi kendi başına mı? Tabii ki de tabanın baskısı var. HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına dair CHP tabanında rahatsızlıklar var. Halkın önemli bir çoğunluğu, barış konusunda o ittifakın daha ilerisinde.

Bahsettiğiniz bu partiler savaşa karşı duran bir açıklama yapmadı ve açıktan destekledi. Kürt sorunu ve demokrasinin iç içe olduğunu bu partiler de görmüyor mu?

Onlarda görüyor fakat bir devlet refleksi var. Yani tek devlet, tek millet, tek bayrak. Biz bu ülkede çoklu bir yapıyız. Kültürel bir zenginlik var. Bu bütünlüğü kucaklayacak bir devlet yapısına ihtiyacımız var. Yani bir toplumsal mutabakata ihtiyaç var ve bu toplumsal mutabakatın da gerçekten eşitlikçi olması lazım. Daha adil bir yaşamı sağlayabilecek, barış içinde, eşit yurttaşlık temelinde bunu sağlayacak bir irade ortaya konulması lazım ama maalesef o masada bu yok. O zaman demek ki başka bir seçeneğe ihtiyaç var. Başka bir seçeneği güçlendirmek ve bu masayı da toplumsal mutabakatta emekten, barıştan yana tutum almaya zorlamak gerekiyor.

Nasıl bir seçenek?

Üçüncü bir seçeneğe ihtiyaç var. Aslında Türkiye’de bu seçeneğin güçlü bir biçimde ortaya çıkması için imkanlar var. HDP’nin bu yönde koymuş olduğu irade son derece değerli. HDP’nin çağrısıyla kurulmuş olan masanın etrafında bir toparlanma oldu ama hala eksiklikler var.

'TÜRKİYE TOPLUMU UMUT İSTİYOR'

Nedir bu eksiklikler?

Mevcut yapı çok ağır ilerliyor. Türkiye toplumu bir umut istiyor ve bu umudu hemen görmek istiyor. Seçim olacak olmayacak bilemiyoruz ama bu iktidar, sandığı mutlaka ortaya getirmek zorunda. Geldiği zaman ‘ya niye geç kaldık’ olmamalı. O zamana kadar sadece bir masa etrafında değil, aynı zamanda halkın içinde de ittifakın tabana yansıması olarak örgütlenmiş bir yapıya ulaşmak gerek. Türkiye yeniden kurulacaksa, toplumsal bir mutabakat sağlanacaksa, emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin, özetle ötekileştirilmiş, dışlanmış tüm kesimlerin bu kuruluşta sözü olmalı. Bu sözü, bu basıncı ancak böyle bir yapı ortaya koyabilir. Bu nedenle hızlı hareket edilmesi gerekiyor. Bu hazırlık aynı zamanda bir seçim hazırlığı da olacak kuşkusuz. Bütün toplumun taleplerine kulak veren, toplumsal bir mutabakatı sağlayacak, bu cumhurbaşkanlığı sistemine nokta koyacak bir kişi seçeceğiz. Yeni tek adam seçmeyeceğiz. Bu sistemin bitirilmesi için güvenilir bir kişi seçeceğiz. Bu toplum böyle birini çıkaramıyorsa yazıklar olsun. Bu lider sağdan çıkmaz böyle bir vicdan sahibi kişi soldadır. Onu çıkarıp bulmak lazım. Bu bizim baskımızla olabilir.

Sınırın ötesine gerçekleştiren bu saldırı "seçim hamlesi" olarak da yorumlandı. Erdoğan buradan bir güç devşirirse, bunun sandığa yansıma riski var. Muhalefet saldırıya destek sunarken bu riski göze mi alıyor?

Evet, Saray bu hesapları mutlaka yapıyordur. Millet ittifakının durumu ise çelişkili elbette. Hem bu savaşı destekleyeceksin ve Cumhur İttifakı ile aynı safta yer alacaksın. Ondan sonra ‘merak etmeyin, sokağa çıkmayın, sandıkta halledeceğiz’ diyeceksin. Sarayın hamlelerine karşı sürekli ürkek bir tavır sergilemek, her şeyi seçim gününe bırakmak doğru değil. 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerini hatırlayalım ve artık bundan bir ders çıkarmak lazım. Yıllardır, kartları sürekli Cumhur İttifakı’nın açtığı, oyunu sürekli yeniden kurup, kartları yeniden karıp, her defasında kuralları yeniden belirlediği bir süreci yaşıyoruz. 

Erdoğan’ın hesapları tutar mı?

Eskisi kadar etkili olacağını düşünmüyorum. Çünkü o kadar sorun var ki…

Savaşın sonuçlarını nasıl hissedecek Türkiye halkları?

Savaşın yarattığı ekonomik, ekolojik tahribattan daha önce söz etmiştik. Bu savaş hali hepimizi yok edecek bir tehlike ve bütün bölgeyi de yakar. Çeteleşmiş, mafyalaşmış bir iktidar var. Düşünün devletin parasını çalan bir devlet başkanı. Böyle bir şey olabilir mi? Bütçeden alıyor, senden, benden vergi alıyor ama kendisi, yakınları ödemiyor. Herkes yoksulluktan bahsediyor. Yoksulluğun değil zenginliğin hesabını soralım. Bu zenginlik senin, benim halkın parası. Nereden aldılar, nasıl çaldılar bunların hepsinin hesabının sorulması lazım.

Türkiye’nin demokratikleşmesi için sivil toplum örgütlerine, sendikalara, muhalefete çağrınız nedir?

Türkiye’nin en önce barışa ihtiyacı var. Darbelerle ayrımsız hesaplaşılması gerekiyor. Geçmişle bir hesaplaşmaya ihtiyacı var Türkiye’nin. Bu anlamda hakikatlerin ortaya çıkarılması lazım. Bu yöndeki girişimlerin desteklenmesi lazım. Türkiye’nin çok sorunu var. Bu sorunlar karşısında ortaya çıkmış talepleri birleştirecek, gerçekten ana halkayı yakalayacak birleşik bir harekete ihtiyaç var. Bunun için de bir demokrasi programı olması ve bu programın etrafında bir araya gelinmesi gerekir. Seçimin yapılması için baskıda bulunmak ve sandıkta her türlü hilenin yapılabileceğini dikkate alarak, seçim güvenliği için ayrıca örgütlenmek gerekiyor. Halkın nezdinde bir umut olmak, geleceğe yani yeniden bir inşaya dair bir toplumsal mutabakat için çalışmamız lazım. Bu iradeyi ortaya koymamız lazım. Bunu yapacak olanda soldur, sosyalistlerdir. Artık sağ ömrünü tüketti. 

Türkiye’nin tek adam rejiminden kurtulması ilk adımdır. Bunun için Üçüncü İttifakın yaratacağı sinerjinin, topluma bir umut olmasını diliyoruz. Ama elimizi çabuk tutalım. İttifak ne kadar genişlediyse o kadarını hemen tabana yayalım ve artık bu ittifakın dışında kalmaya kimsenin lüksü yok. Tarihsel bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Hepimiz bu sorumlulukla davranmalıyız.

(MA / Diren Yurtsever)

Öne Çıkanlar