Cihat Yaycı meselesi

Bu kızağa çekme ve istifa hikâyesi ulusalcı basında Libya meselesinde bir politika değişikliğinin ürünü olarak işlendi, yansıtıldı. Açıkçası bu yönde bir emare görünmüyor.

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı, bir sabah kararnamesiyle "genelkurmay emrine" alındı. Buna tepki olarak da istifa etti. Sözcü gibi gazetelerin genişçe yer vermesi ile birlikte konu gündeme oturdu ve tartışılmaya başlandı. Zira Yaycı, "Mavi Vatan" kavramını Libya ile yapılacak bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması ile hayata geçirmeyi önermişti. Libya’ya yönelik yayılmacı politikaların önemli uygulayıcılarındandı. Keza "Fetömetre" denilen, "irtibat ve iltisak" gibi tartışmalı kavramlar üzerinden bir tasfiye mekanizması oluşturan bir amiraldi. Yakın zamana kadar Erdoğan tarafından açıkça övülüyordu. Şimdi bir cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, Deniz Kuvvetleri Komutanı’nın haberi bile olmaksızın görevden alınması dikkat ve ilgi çekti.

Bu kızağa çekme ve istifa hikâyesi ulusalcı basında Libya meselesinde bir politika değişikliğinin ürünü olarak işlendi, yansıtıldı. Açıkçası bu yönde bir emare görünmüyor. Zira, bu işlemlerin yapıldığı günlerde, Ankara destekli İhvancı güçler Libya’da El Watiya hava üssünü ele geçirdiklerini açıkladılar. Libya’da izlenen siyasette herhangi bir değişim emaresi görülmüyor.

Cihat Yaycı meselesi, daha ziyade, AKP iktidarına her iki meselede verdiği kritik destek ile azımsanmayacak bir kişisel ün de elde eden Kemalist bir amiralin, bu sebeple tasfiyesi gibi görünüyor. Zira "darbe" senaryolarıyla fazlasıyla meşgul olan iktidar, bir amiralin bu denli sivrilmesinden pek hoşnut olmamışa benziyor. 

VATAN DOĞALGAZ YATAKLARIYSA…

Muhalif cenahta Yaycı’nın tasfiyesi vesilesiyle hayli şişirilen "Mavi Vatan" kavramı ve Akdeniz’e yönelik yayılmacı politikalar üzerinde kısaca durmak da gerekir. Zira Cihat Yaycı, akademisyen kimliği de olan, bu konuda kitaplar yazan birisi. Türk emperyalizminin teorisyenlerinden diyebiliriz. "Mavi Vatan" kavramı, halkı şovenizmle kandıran bir kavramdır. Münhasır Ekonomik Bölge’nin (MEB) hiçbir şekilde o devletin "sınırlarını" belirlemediğini, uluslararası sulardaki ekonomik kaynaklardan yararlanma hakkını, yetki alanlarını belirlediğini gizlemektedir. Münhasır Ekonomik Bölge sanki "vatanmış" gibi bir ajitasyon yaparak, halk kitlelerini aldatmaktadır. Bu yayılmacı teoriye göre, vatan doğalgaz kaynakları olmaktadır. Zira bizzat Yaycı’nın makale ve kitapları açıkça, Doğu Akdeniz’e olan ilginin sebebinin doğalgaz yataklarının paylaşımı olduğunu yazmaktadır. (Örneğin şu makaleye bakılabilir.)

ÇOKTARAFLI ANLAŞMALAR YERİNE TEKYANLI GÜÇ KULLANIMI

İkincisi, Münhasır Ekonomik Bölgenin ancak çoktaraflı uluslararası anlaşmalarla belirlenebileceğini, Libya ile Türkiye’nin imzalayacağı ikili mutabakat zaptı ile Akdeniz’deki ekonomik kaynakları kendi aralarında bölüşemeyeceklerini de gizliyor. Daha doğrusu, tekyanlı askeri güç kullanımı ile doğalgaz kaynaklarına el konmasını öngörüyor. Akdeniz’e sınırı olan diğer ülkeleri, Yunanistan’ı, Suriye’yi, Güney ve Kuzey Kıbrıs’ı, Mısır’ı ve İsrail’i bypass ederek sadece Libya’yla, Libya’daki tartışmalı Trablus hükümeti ile anlaşarak bu meseleyi çözmeyi öngörüyor. Tabii ki, Kıbrıs’ta olası çözüm çabalarını da öteliyor, zira birleşik bir Kıbrıs’tansa, KKTC’nin varlığı üzerinden doğalgaz kaynaklarına erişimin daha kolay olacağını hesaplıyor. Hatta bu militarist zihniyetle KKTC’nin varlığı bile bir sorun olarak görülmeye başlıyor. (Yakın tarihte KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’ya yönelik salvolar hatırlansın.)

Doğu Akdeniz’de paylaşım mücadeleleri kızışırken, ortada henüz fiilen bulunmuş, varlığı teyit edilmiş bir doğalgaz kaynağı da yok. Aramalar sürüyor. (gerçi şu ara doğalgaz fiyat düşüşlerinden dolayı sürmüyor.) Ne var ki, böyle bir kaynak bulunsa dahi, bu kaynaklar kesinlikle 83 milyonun çıkarına kullanılmayacak, bir avuç yandaş enerji şirketi tarafından yağmalanacaktır. 

Dünya genelinde petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki olağanüstü düşüş, doğalgaz aramalarını kârsız bir iş haline getirirken, enerjide dışa bağımlılığın Türkiye ekonomisi üzerindeki yükünü de oldukça azaltıyor. Ama buna rağmen Doğu Akdeniz’e yönelik yayılmacı konsept muazzam kaynaklar harcanarak sürdürülüyor. Uluslararası konumu hayli zayıflayan Trablus hükümetine giderek artan kozlar yatırılıyor. Hafter’in olası bir zaferinin Ankara’ya maliyeti dengesizce artırılıyor. (Tıpkı geçmişte Mısır’da izlenen çizgi gibi.) Oysa, bunun tam tersi de mümkündür. Bölge ülkeleri ile barış içerisinde bir siyaset izlenebilir, Münhasır Ekonomik Bölgeler çoktaraflı anlaşmalarla belirlenebilir. AKP iktidarının mevcut bölge politikaları bunu olanaksız kılmakta, ama bunun sorgulanmaması için, Libya’nın %5’ini kontrol eden bir hükümet ile yapılan anlaşmalar üzerinden enerji kaynaklarına el konulabileceği yanılsaması yaratılmaktadır.

YAŞ’A GİDERKEN

İşte bu noktada Cihat Yaycı gibi Kemalistlerin "Mavi Vatan" kavramı ile AKP ve İslamistlerin Osmanlıcılığı örtüşüyor, bir ittifak haline giriyor. Suriyeli cihatçı çetelerin Libya’ya taşınması bu şekilde ortak bir iş haline geliyor. Ne var ki, bu ittifak haline rağmen, yine de "sivrilen" generaller dönem dönem tasfiye ediliyorlar. Aydınlık (Vatan Partisi) grubu, Cihat Yaycı’nın tasfiyesinde de AKP ile işbirliği yaparken, manşetten verdikleri haberde Deniz Kuvvetleri’nin yeni kurmay kadrosunun hazır olduğunu müjdeliyorlar! Acaba YAŞ’ta, Aydınlık’ın haberinde isim isim sıralanan (Balyoz’dan yargılanmış) amirallerin de emekliye ayrıldığını görecek miyiz? Hükümet tarafından hiçbir somut mesnedi gösterilmeksizin sürekli köpürtülen "darbe" söylentileri, YAŞ’ta kapsamlı bir tasfiyenin habercisi de olabilir.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alp Altınörs Arşivi