çözülen bir yün yumağı

git gide daha hızlı ve daha karman çorman bir halde birbirinin üzerine yuvarlanan günlerimizin arasında ezildi gitti helin. yetişemedik, yetişemiyoruz.

helin de gitti işte.

başlıktaki şarkı

savrulan yapraklar gibi
akıp giden günlerimiz
cenaze törenlerinde
sessiz sitemsiz

diye devam eder.

nuriye gülmen’in helin hakkında yazdıklarını okudum, ilgiden utanırmış, sahneye çıkmaya nasıl alıştı acaba? kocaman dövmelerine bakılırsa, kısacık ömrüne birden fazla hayat sığdırmış ve tabii annesi hayatta olan herkes gibi, anasının kuzusu. bir can, bir rakam değil o; duvarlarımızda, afişlerimizde bir resim, takvimimizde bir anmanın ötesinde, tercihleri, korkuları, direnci, neşesi, mutsuzluğuyla bir insan.

usulünce defnedilmesi bile engellendi ve belki de tam da hak ettiği gibi kalktı cenazesi; mücadeleyle. mezarının üstüne gelinlik konulmasını, kadınlara iffet dayatılmasına dair yaşatılmaması gereken geleneklerin bir tezahürü olarak görüp hiç benimsemesem de, cenazesine biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edilmişken… kelimeleri başka şeylere saklamak gerektiğini düşünüyorum.

git gide daha hızlı ve daha karman çorman bir halde birbirinin üzerine yuvarlanan günlerimizin arasında ezildi gitti helin. yetişemedik, yetişemiyoruz. hazırlıksızlık, bölünmüşlük sözü kurmanın bile çok zaman almasına sebep oluyor. 

salgın, birçok şeyi değiştirirken insanlarımızın yanı sıra araçlarımızı da elimizden alıyor.

söz az şey değil. biliyorsunuz, disk, kesk, ttb ve tmmob yedi acil önlem belirleyip bunları destekleyen bir imza kampanyası düzenledi. bunlar, birkaç sokak röportajı yapma imkânı bulunsa toplanabilecek, temel talepler.  ama sosyal medyada kısa bir dolaşma iki konunun eksik bırakıldığını gösterir.

bunlar, corona bahane edilerek gerçekleşen infaz düzenlemesi ve erkek şiddetine karşı kadınların en önemli dayanaklarından biri olan 6284 sayılı yasanın uygulanmasının gevşetilmesi. ikisini de önceki yazılarda ele aldım, tekrar yazıp başınızı ağrıtmayayım, zaten duymuşsunuzdur.

siyasi mahkumların infaz düzenlemesinden yararlanmaması meselesini hdp çok sık gündeme getirdi.

erkek şiddetine yönelik 6284 sayılı yasayı da kadın hareketi gündeme taşıdı.

kadın hareketi ve özellikle feministler bugün sokakta varlık gösterebilen nadir hareketlerden. solun içinde bunu takdir eden çok kesim de var zaten. bu kurumlara üye olan birçok feminist de var. öyleyse, çoğunluğu solculardan oluşan bu kurumların ortak talepler listesinde, tam da salgın dönemine dair bir talep neden yer almıyor? neden varlığı, dinamizmi görülen, tanınan bir harekete ve üyelere kulak verilmiyor, verilmeyebiliyor?  oysa toplumun birçok kesimi kadın hareketini ve feminizmi dikkate alıyor, akp feministlerle kavgayı hiç ihmal etmiyor. feminizmin alanını daraltmak için stk bile oluşturdu. o yüzden ben bu ihmalin kadın hareketinden çok bu kurumların türkiye’nin gerçekliğine gözlerini kapatmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum ve bir feminist olarak değil, emek örgütlerinin üyelerinden biri olarak tez zamanda, "helal olsun, bu devirde sokaktalar"dan "ne diyorlar acaba"ya geçilmesini diliyorum.

corona sebebiyle cezaevlerinin boşaltılması meselesi de çok farklı değil. sadece siyasal mahkumlardan söz etmiyorum, binlerce insan salgınla baş başa bırakılması meselesi nasıl olur da acil talepler arasında yer almaz!

söz önemli evet. sözün doğru kurulması, olabildiğince eksiksiz olması çok önemli. ama başta söylediğim şeyi tekrar edeyim. bu talepleri sıralamak çok büyük bir feraset ya da örgütlülük gerektirmiyor.  bu kadar kurumun bir araya toplanması bizlerde bu talepleri hayata nasıl geçireceğimiz yönünde bir beklenti oluşturuyor. hadi hayata geçirmek zor diyelim, bir dayatma… bu imza kampanyası değil herhalde.

çünkü bir şeyler yapmak hiçbir şey yapmamaktan daha iyi değil her zaman. işe yaramasa da bir şey yapmak bazen gerçekliğin algılanmasını (elimiz kolumuz bağlıysa, bu gerçekliği mesela) engelleyebiliyor ve bu da bir sonraki döneme de hazırlıksız yakalanılmasına sebep oluyor. genel grevin çok kolay örgütlenecek bir şey olmadığının farkındayım ama yakın tarihimizde böyle bir çağrının bu kadar karşılık bulacağı başka bir dönem olmadı. hayat durur mu, sanmam. ama örneğin 2013’te gezi sırasında da hayat durmayacaktı ve böyle bir çağrı yapılabildi.

bugün konu kelimenin gerçek anlamıyla hayati. emekçilerin özellikle mavi yakalı olarak tanımlanan kesimi gözden çıkartıldı, bu insanların çalışmayı sürdürdükçe hastalanacakları, bir kısmının öleceği bilinerek çarklar döndürülüyor. çarka çomak sokmanın daha gerektiği bir zaman olamaz. zaten bazı işyerlerinde iş bırakma eylemleri yapılıyor.

bu olmaz başka bir şey olur ama bizi salgın sonrasına hazırlayacak hareket, adı imzası tanınanlardan daha çok imzası kargacık burgacık olanlardan, imza atamayıp parmak basanlardan da oluşmayacak mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi