'Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi' ekonomide neo-patrimonyal icraata dönüştü

Küçük bir parselin özelleştirilmesi, kimin at yarışı düzenleyeceği, lisanslı depoculuk fonunda oran değişikliği, entegre devre topoğrafyası kullanımına kadar cumhurbaşkanı kararı gerekiyor.

İkinci yılı dolayısıyla "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" tartışılıyor. Bu tartışmalar daha çok Meclis’in fonksiyonu, kanun yapma biçimleri, kuvvetler ayrılığı üzerinden yapılıyor. Bu muhakkak gerekli ve asıldır. Fakat ekonomik icraat düzeyinde de sistem, teknik olarak "tek adamcı" ve tıkanıktır. Siyasette ‘tek adam’ anlayışı; tabiatı gereği, bir uzvunu daha tutarlı olarak tamamlar gibi ekonomiye yansıdı. İktidarın söylem düzeyinde kendisini bağladığı, "tekelleşmeleri önlemek, piyasaların rekabet hukukuna göre çalışmasını sağlamak için regülasyonlar yapmak" olarak tanımlanan neoliberal dönem devletinin düzenleyici rolü, AKP uygulamasında neo-patrimonyal tarz bir devlet algısına yaslandı ve giderek "işleri, rütbeleri, makamları, ihaleleri istediğine verme, kamu varlıklarını istediğine satma" şeklinde tezahür etmeye başladı. Tekelleşmeleri önlemesi beklenen devlet, 5 - 6 şirkete 150 milyar dolarlık iş vererek bir çeşit ihale tekeli oluşturdu. İstediğine maaş bağlatmaya, istediğine 2 - 3 maaş vermeye, bir banka yönetimine güreşçi atamaya, ihalesiz kamu malı tahsisine vardı. "Mülkün sahibi" değil ama "sahibiymiş gibi" eyleyen bir yapı çıktı ortaya.

Bunu süreçte şöyle izledik: Rejim düzeyinde "kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine" geçişe paralel olarak, ekonomide de başta özerk kurumlar olmak üzere Merkez Bankası (MB), Hazine, Maliye ve bütün bürokratik ara kademe inisiyatif kurumları etkisizleşti. Bu, kısmen mevzuatla yapıldı. Kısmen de bürokrasinin, Erdoğan’ın yönetim üslubunu içselleştirmesiyle oldu. Böylece bütün önemli kararların tek merkezden alındığı, "kumanda ekonomisine" geçildi. Bugün hangi patronun rafineri yapıp yapamayacağına, hangi boru hattını kimin çekeceğine, borularını kimin vereceğine, hangi yabancı şirketin kiminle ortaklık yapacağına, hangi kupon arazinin kime verileceğine, hangi bankanın kime kredi vereceğine, köprünün nereye yapılacağına, milli tankı, gemiyi, tüfeği kimlerin üreteceğine, hangi kamu varlığının kime satılacağına veya verileceğine, faizin indirilip indirilmeyeceğine, hangi kurumun başına kimin atanacağına, hangi gazeteyi kimin alacağına, hatta genel yayın müdürünün kim olacağına kadar karar veren bir tek adam yönetimi var. 

Ekonomide de çarşının karışacağının ilk işareti AKP iktidarının ilk yılında Erdoğan’ın özerk kurumlarla ilgili rahatsızlığını ifade etmesiyle gelmişti. Bu tür kurumlar kuvvetler ayrılığı prensibinin yerleşik olduğu ülkelerde gelişebilirdi. Ama Türkiye, kuvvetler birliğine gidiyordu…

Hükümeti rahatsız eden şey, bu kurulların ihaleleri düzenleme, denetleme, eşit rekabeti gözetme, enerji lisansı dağıtma, kimin banka kuracağına karar verme gibi yetkileriydi. Bunların tamamını elinde istiyordu. (Merkez Bankası’nın para politikası kararları dahil!)

Sonuçta bunların bazıları kapatıldı. Kalanların mali özerklikleri kaldırıldı, atama usulleri değiştirildi. Bütün kadrolarına partizan, nepotik atamalar yapıldı. Bu kurumlar halledildi.

1100’den fazla konuda yetki

 "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"ni öngören Anayasa değişikliğinden sonra, 2 Temmuz 2018’de 700 sayılı KHK çıkarıldı. ("Anayasada yapılan değişikliklere uyum sağlanması amacıyla bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılması hakkında KHK")  200 kanun veya KHK’da toplu değişiklik yapıldı. Cumhurbaşkanı’na Anayasa ile verilmiş görev ve yetkilerin dışında kanunlardaki yetkileri de belirlenmiş oldu. Bakanlar Kurulu yerine konulan "Kabine"ye de başkanlık ettiği için eski dönemin "Başbakanlık" kurumu yetkileri de haliyle Cumhurbaşkanı’na geçti. 

Fakat yeni rejimin ‘tek adamcı’ karakteri asıl "Bakanlar Kurulu" yetkilerinin aktarımında kendini gösterdi.  Eskiden "Bakanlar Kurulu" yetkisinde olan konuların, yeni dönemdeki sahibinin muadil kuruluş olarak "kabine" olması beklenirdi. Ancak öyle olmadı… Kanunlardaki bütün "Bakanlar Kurulu" ibareleri çıkarılarak, yerine "Cumhurbaşkanı" yazıldı. 1100’den fazla konuda, doğrudan doğruya "Cumhurbaşkanı" veya "Cumhurbaşkanınca" denildi. 20’den fazla bakan ve başbakandan oluşan Bakanlar Kurulu’nun yetkileri, tek bir kişide toplandı. "Kabine"ye hiç yetki aktarılmadı. Cumhurbaşkanı çıkarıldığında ‘kabine’ yetkisiz kuruma dönüştü. Yetkiler toplantı salonuna Cumhurbaşkanı ile birlikte girip çıkıyor. 

Cumhurbaşkanı’na aktarılan yetkiler içinde, neler yok ki? 700 sayılı KHK’nin 27’inci Maddesi ile 6132 sayılı At Yarışları Hakkında Kanunun 5’inci maddesinin birinci fıkrası değiştiriliyor. Böylece at yetiştirme ve ıslahını teşvik için kurulmuş̧ derneklerden hangilerinin at yarışı düzenlemeye yetkili olacağına da Cumhurbaşkanı karar verecek. Bir entegre devre topoğrafyasını, hak sahibinin izni olmaksızın kullanmasına, Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu gelirlerinde oranların değiştirilmesine de Cumhurbaşkanı karar verecek. 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanunun 18’inci maddesinin dördüncü fıkrası değişikliği ile zorunlu lisansa da Cumhurbaşkanı’nın karar vermesi gerekiyor. 

İhale Kanunu yönünden de durum aynıdır: "İtirazen şikayette bulunanlardan (…) bedelin dört katı tutarına kadar başvuru teminatı alınmasına Cumhurbaşkanı’nca karar verilebilir.

"Bedeli yabancı para cinsinden sabit fiyatlarla sözleşmeye bağlanan yapım ve yapımla ilgili hizmet işlerine uygulanmak üzere; fiyat farkı esasları belirlemeye, sözleşmelerin tadil veya tasfiye edilmesine imkân veren kararlar çıkarmaya Cumhurbaşkanı yetkilidir. 

"(Yerli malı kullanımı ile ilgili madde) kapsamında yapılacak alımlara ilişkin; alım yapacak idareler, alım yapılacak ürünler, alım garantisi verilecek ürünler ve garanti süreleri, ürünün yerli katkı oranı, uygulanacak fiyat avantajı oranı ve süresi, yüklenme süresi, miktar, parasal limitler, alım yöntem ve kuralları, fiyat farkı, iş artışı ve eksilişi ile sözleşmeye ilişkin hususları da kapsayan uygulama usul ve esasları ile sınırlamalar Cumhurbaşkanı kararı ile belirlenir." Kanunda böyle birçok değişiklik var.

Şimdi durumun vahametini göstermek bakımından başka bir örnek verelim. Eskiden Özelleştirme İdaresi ihaleleri yapardı. Onay kurumu Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) idi. ÖYK lağvedildi. Onama makamı artık Cumhurbaşkanı. Onayı olmadan 2 metrekare kamu arazisi bile satılamaz. Geçici 29 Madde, "KHK’nın yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla ÖYK’ca görülmekte olan işler Cumhurbaşkanı veya yetkilendireceği makam tarafından sonuçlandırılır" diyor. Açın ÖİB sitesini bakın. Cumhurbaşkanı’nın Muğla’da bir parselin imar plan değişikliğini onayan kararı var: "Datça ilçesi, İskele Mahallesi, 165 ada, 42 numaralı parsele ilişkin (…) imar plan değişikliğinin onaylanmasına…" İmza Cumhurbaşkanı.

İzmir Çiğli’de bir parselin revizyon uygulama imar plan değişikliğine itirazların reddedilmesine Cumhurbaşkanı karar veriyor. Ayvalık’ta 1840 ada 26 parselde plan değişikliğini Cumhurbaşkanı onaylıyor. Munzur Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin adının değiştirilmesine Cumhurbaşkanı karar veriyor. İller Bankası’nın sermaye artırmasına, Orman Genel Müdürlüğü taşra teşkilatında düzenlemeye, yüzlerce acele kamulaştırmaya, TMO’nun un ve bakliyat hibesi için görevlendirilmesine, naylon veya diğer poliamidlerden iplik ithalatına koruma önlemine, 2019 yılı sulama ve tahliye tesisleri işletme ve bakım ücret tarifelerine Cumhurbaşkanı karar veriyor. 

Durum budur. Kumanda ekonomisi anlayışının bir başka tezahürüne daha işaret ederek, bitirelim: "Faizleri indirerek enflasyonu aşağı çekme" teorisi ile (faizler Cumhurbaşkanı’nın isteği ile düşürülebildiğine göre) enflasyonla mücadelenin de talimatla yapılabilir bir şey olarak görüldüğü anlaşılıyor. Yanı sıra; yine enflasyonla mücadele için indirim kampanyaları düzenleniyor. Soğan deposu basılıyor. Marketler, pazarcılar "terörist" ilan edilebiliyor. Eğer ekonomik büyüme isteniyorsa bankalara "kredi verin" talimatı gidiyor. Vermeyenler faiz lobisi, vatan haini filan ilan ediliyor. İşsizliği düşürmek mi gerekiyor? "Herkes birer ikişer işçi alsın" talimatı veriliyor. Olmadı,  işadamları Külliye’ye çağırılıp açık artırma yapılıyor. Yüksek kurla mücadele edilmek mi isteniyor? Vatandaşa elindeki döviz satması tavsiye ediliyor. Yoksullukla mücadele mi gerekiyor? Zenginler zekat vermeye çağrılıyor. Erdoğan’a göre "Müslümanlar zekâtı verecek olsa İslam ülkelerinde fakir kalmaz."

Oysaki bir ekonomi emirle değil teşvik ve vergi politikalarının bir işi avantajlı veya dezavantajlı hale getirmesiyle, bir ekonomik ortam - iklim yaratılmasıyla yönetilebilir. Bu da en başta siyasete, hukuka, demokrasiye işaret eder.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi