'Cumhuriyet'e bedel ödetiliyor'

'Cumhuriyet'e bedel ödetiliyor'
İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Cumhuriyet davasının arkasında yatan hesabı anlattı, savcılığın 'tanıklarını' deşifre etti.

HABER MERKEZİ- Cumhuriyet davasında tutuklu yargılanan İcra Kurulu Başkanı avukat Akın Atalay, davanın asıl amacının gazetenin el değiştirtilerek susturulması olduğunu söyledi.

Siyasi iktidarın, Cumhuriyet'in bağımsız ve özgür bir basın kuruluşu olarak yayıncılık yapmasından, iktidar güdümüne girmemesinden, gerçeklerin, siyasi otoritenin olmasını emrettiği gibi değil de aslında olduğu gibi kamuoyuna aktarmasından rahatsız olduğunu vurgulayan Atalay, "Bunun hesabı sorulmakta, bedeli ödetilmektedir. Cumhuriyet gazetesini kapatmanın, bu ülkenin en eski, kadim, uluslararası düzeyde tanınmış, güvenilir ve saygın bir gazetesini kapatmanın ulusal ve uluslararası zeminde yaratacağı tepki göze alınmamıştır" dedi. Bu nedenle gazetenin kapıtılarak susturulması yerine "sırtını iktidara yaslanarak, gazeteyi ele geçirmek isteyen bazı kifayetsiz muhterislere devredilmesi planının uygulamaya konulduğunu" vurguladı.

Savcının 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle verdiği mütalaadan sonra söz alan Akın Atalay, esasında çok daha kısa, tutukluluk çerçevesinde bir değerlendirme yapmayı planladığını ancak mütalaadan sonra daha geniş bir beyana gerek gördüğünü söyledi.. Mütalaanın neredeyse iddianameyle birebir aynı olmasına dikkat çeken Atalay, bundan dolayı kendisinin de soruşturmanın başına dönme ihtiyacı duyduğunu vurguladı.

5 Kasım'da arkadaşlarının tutuklandığını kendisi hakkında da yakalama kararı çıkartıldığında Almanya'da olduğunu anımsatan Atalay, 9 Kasım'da Cumhuriyet çalışanlarına gönderdiği mesajı okudu. Söz konusu mesaj şöyleydi:

"Buraya kadar anlatımımdan artık yurda dönüş ve ardından -sizleri göremeden- belirsiz bir müddet zorunlu ikamete tabi tutulacağımız anlaşılan Silivri'ye gidiş zamanının geldiğini anlamışsınızdır. Bu dönüşü "kahramanlık" olsun  diye  yapmadığımı, genellikle serinkanlı olarak ve duygularımdan ziyade akıl ve mantık süzgecinden geçirerek ortak yararlar için en doğru kararı vermeye çalıştığımı bilmenizi isterim.

Dönüş kararını vermemdeki temel belirleyiciler;
1-Gazetemizin başını öne eğdirmemek,
2-Cumhuriyet gibi köklü bir geçmişe, onurlu duruşa ve haklı bir saygınlığa sahip bir gazetenin, başkan vekili ve İcra Kurulu Başkanı üzerinden "kaçaklık", "firar", "suçlu" gibi olumsuz iftiralara maruz kalmasına neden olmamak,
3-Türkiye'nin demokratik, laik bir cumhuriyet, insan haklarına dayalı sosyal bir hukuk devleti olması için yılmadan mücadele eden insanlarına ve ülkemin güzel geleceğine olan umudumu ve inancımı eylemli olarak da göstermek,
4- Kaçma şüphesiyle tutuklanan dokuz arkadaşımızın aleyhinde olacak şekilde "bakın işte bazıları nasıl kaçtıysa, serbest kalırsa bunlar da kaçabilir" şeklinde bir mazereti kullanabilmelerini engellemektir.

Değerli arkadaşlar, sizden sonra kamuoyuna da duyuracağım gibi 11 Kasım 2016 günü, Türkiye saatiyle saat 12:00'de İstanbul'a Atatürk Havalimanı'na inmiş, yurda dönmüş olacağım. Ondan sonrasını hep birlikte göreceğiz, izleyeceğiz.

Hani dedik ya boyun eğmeyiz diye, FETÖ'ye üyelikten yargılanan bir sanığı, tarafsız ve bağımsız yargı görevlisi olarak görmemiz ve onun bizi (kendisinin üye olmakla suçlandığı) bir örgüte yardım etmekle suçlamasına daha doğru deyişle kara mizah türünün başyapıtı olacak bir oyuna dahil olamayız, olmayız.

Eğer o FETÖ üyesi sanık, kendisinin de üyesi olduğuna dair kuvvetli şüphe ve olgular bulunduğu iddia edilen örgüte kimlerin yardım ettiğini gerçekten arıyorsa, Cumhuriyet gazetesi ve onun mensupları, yöneticileri, yazarları doğru adres olamaz.

Doğru adres, kendisine muhtemelen 'Bu soruşturmayı aç, Cumhuriyet'i sustur, bunu yaparsan seni diğer meslektaşların gibi ihraç etmeyiz, hatta Yargıtay'da iki müebbet hapisle yargılandığın davadan beraati hak edersin' diyenlerdir.

Ne zamandan beri gazetelerin yayın politikasını savcılar belirlemeye başladı! Yayın politikasını   beğenmiyorsanız almaz ve okumazsınız, hepsi bu. Onun ötesi sizin haddinizi de, yetkinizi de aşar.

'Cumhuriyet Vakfı'nı ve Cumhuriyet gazetesini ele geçirmiş, yayın politikasını değiştirmişsiniz, bu hususta ifadenizi verin' diye sormuşlar. Bu konuda savcıya verilecek cevap bellidir: Sana ne! Sana mı soracağız, senden izin mi alacağız?

Suçumuz "usulsüz toplantı yaparak gazetenin ele geçirilmesi" ise, usulsüz toplantıya ve karara katılanlardan (Arcayürek dışındaki) üçü (Erinç-Çetinkaya-Atalay) bu suçun sanığı, ikisi (Balbay-Yıldız) neden ve nasıl tanığı oluyorlar?

Şundan dolayı müsterihiz: Gazetenin bağımsızlığını koruduk, kimseye peşkeş çekmedik, hiçbir siyasi/dini/ekonomik güç odağıyla gizli/illegal, dolaylı/dolaysız, ilişkimiz, irtibatımız, iltisakımız, yardımımız, tanışıklığımız olmadı.

Gazeteyi zan altında bırakabilecek, gazeteye toz kondurabilecek herhangi bir davranışımız olmadı.
Bir daha görüşünceye kadar kalın sağlıcakla."

'TÜRKİYE'DEKİ YARGIÇLARIN ÇOĞU FONLARDAN YARARLANACAK EĞİTİM ALDILAR'

Savcının mütalaasında "AB fonları nedir diye polemik yaptığını" vurgulayan Atalay, şunları söyledi:

"Türkiye'deki yargıçların çoğu insan hakları gibi fonlardan yararlanarak eğitim aldılar. Onlar bağımsızlığını yitirmiş mi oluyor?

Bu davanın hazırlayıcısı, soruşturmanın amiri olan savcının konumuna ve içinde bulunduğu durumuna birkaç defa değindik. Bize FETÖ suçlaması yönelten savcının kendisi FETÖ üyeliğinden yargılanıyor.

Cem Küçük gibi bir zamanlar FETÖ'nün yancısı olduğunu biliyoruz, bunların arasında dediğine göre "patron baskısıyla" Gülen'i övücü yazı yazmış Rıza Zelyut da var. Geçen duruşmada Leyla Tavşanoğlu da dinlendi, İbrahim Yıldız'dan izin aldığını söyledi.

'AKIL TUTULMASI YARATAN BİZ SANIĞIZ İBRAHİM YILDIZ TANIK'

Yıldız'ın ifadesi de okundu. 'Hayır bana döndükten sonra söylendi" dedi Yıldız. Hangisi doğru söylüyor bilmiyoruz ama bizi ilgilendirmiyor. Ama burada akıl tutulması yaratan biz sanığız, Pensilvanya'ya giden Tavşanoğlu, kendisine izin verdiğini söylediği Yıldız tanık.

Gelelim Doğan Satmış'a. Bu iddianamede suçlama konusu yapılan haber ve manşetlerin çoğunluğu onun yayın danışmanlığı dönemine ait. Ama her ne hikmetse tutuklanmadan önceki 20 günlük sürede yayın danışmanlığı yapan ve bu döneme dair iddianamede suçlama konusu olan tek bir yayın dahi olmayan Kadri Gürsel sanık, suçlama konusu olduğu dönemki yayın danışmanı Doğan Satmış tanık.

Satmış diyor ki 'Dündar tutuklu olduğu dönemde gazeteyi biz yapıyorduk. Hiç taviz vermedik'. Burada yargılanmamıza neden olan haber ve manşetlerin bir kısmını o yapmış, öyle diyor.

'AZEZ DÜĞÜMÜ MANŞETİNİ ATAN SATMIŞ TANIK BİZSE SANIK'

'Azez Düğümü' manşeti, Satmış döneminde atılmış. Tabi biz hiç korkaklığa teslim olmadık 'biz atmadık' demedik, tanık gelip 'biz attık' dedi.
Neden olan kişi tanık. O zaman sormak hakkımız değil mi? Zaman gazetesiyle ortak manşet atmaya neden olan kişi tanık, bizse sanık.

O adı geçen tanıklarla, Doğan Satmış ile Mehmet Faraç ile ilgili şunu söyleyeceğiz: Cumhuriyet gazetesi toplumun bu döneminde gerçek haber susuzluğunu gideren nadir kurumlardan biridir. Diğer gazete ve medya mecralarının çoğunluğu siyasi otorite ve yandaşları tarafından tehdit ediliyor

Bu her iki tanık, Satmış ve Faraç, farklı dönmelerde Cumhuriyette çalışmış kişiler. 'Onurlu bir insan suyunu içtiği kuyuya taş atmaz' diyor Amin Maalof. Bu iki insan taş atmakla kalmadı, iftira atmak zilliyetine de düştüler.
Allah kurtarsın.

'VAKIF SEÇİMİNİN DE YAYIN POLİTİKASININ DA SUÇLAMAYLA ALAKASI OLAMAZ'

Cumhuriyet Vakfı'nda yapılan seçimin de, yayın politikası değişikliğinin de suçla ve suçlamayla alakası olamaz. Eğer suçlamaya temel oluşturan haber ve yazılar hiç yayınlanmamış olsaydı usulsüz olduğu iddia edilen seçim de, yayın politikası değişikliği iddiası da ceza davasına konu edilecek miydi? 

Ya da şöyle soralım: 2013 yılı öncesinde yer alan görevliler değişmemiş olsaydı, suçlamaya neden gösterilen haber ve yazılar yine de yayınlanmış olsaydı bunlar suç olarak mı değerlendirilecekti?

Ya da abartıp şöyle diyelim: Vakıf oturdu ve gazetenin bugün birçok yayın kuruluşunun yaptığı gibi siyasi iktidar doğrultusunda yayın yapmasına karar verdi. İktidarın hoşuna gitmeyen şeyleri yayınlamama kararı verdi.

O zaman yayın politikası değişikliği nedeniyle ceza davası mı açılacaktı? Yayın politikası bakış açısına göre değişen bir değer yargısıdır, ceza hukuku değer yargılarıyla değil eylem ve fiillerle uğraşır.

İddianamede neden Önder Saraç seçildi, Vakıf Senedine uygun toplantı oldu mu, kararlar geçerli mi, hazır yapmışken bu vakfın işlemlerini bir daha denetleyelim, belki oradan da suç üretebiliriz; terör örgütüne yardım bahanesiyle vakfa ve gazeteye ayar verelim kaygısı var.

"FETÖ/ PDY, PKK/KCK ve DHKP/C terör örgütlerine yardım etmekle suçlanıyoruz. İddianameye göre suçumuz buymuş. Peki, ne yapmışız da bu suçu işlemişiz? Hangi davranışımız, hangi eylemimiz bu suçlamaya temel oluşturmuş?

Bilindiği gibi Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 225. maddesine göre 'Hüküm, ancak … suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilebilir.' Dolayısıyla esas soru, 'Suçumuz ne' sorusu değil, 'hangi davranışımız suçlanmamıza neden olmuş', 'suça ilişkin eylemimiz nedir' sorusudur."

Bu davada benim de aralarında olduğum bazı sanıklar, Cumhuriyet Vakfı ya da bağlı şirketinde yönetim kurulu üyesi yahut imza yetkilisi oldukları iddiası ve gerekçesiyle yargılanıyor.

Aralarında gösterildiğim, yasal bir temeli ve izahı olmasa da gerek iddianamede, gerek mahkeme heyeti nezdinde diğer sanıklardan ayrı ve ayrıcalıklı bir değerlendirmeye, en ziyade muameleye mazhar kılınmamın nedenini zannederim ileride hükümle birlikte ben de öğreneceğim.

İddianamede yönetim kurulu üyelerine isnat edilen fiiller şunlardı:
1- Cumhuriyet Vakfında boşalan bir yönetim kurulu üyeliği için 2 Nisan 2013 tarihinde yapılan seçimde iki aday arasından (A)’yı değil de, (B)’yi seçmiş olmak.
2- Cumhuriyet gazetesinin yayın politikasını değiştirmek.
3- Terör örgütlerine yardım etme suçunu oluşturan manşet, haber, röportaj ya da köşe yazılarının gazetede yayınlanmasına olanak tanımak, engellememek. u tür haber ve yazıları denetim ve kontrole tabi tutmamak. Diğer bir deyişle, sansür uygulamamak!.

'EDİTORYAL BAĞIMSIZLIK SUÇLAMA NEDENİ YAPILDI'

Yeri gelmişken belirtmek isteriz ki, bizim gurur duyduğumuz bir davranış biçimini, bir gazetecilik geleneğini yani editoryal bağımsızlık ilkesini, savcılık suçlama nedeni yapmıştır. Ne denilebilir ki!..

İsnat edilen bu fiillerle ilgili olarak esas hakkındaki savunmamız sırasında söyleyeceklerimiz olacaktır. Bu aşamada, tutukluluk hali değerlendirmesine dair çerçevede şunları belirtmek isterim.

Vakıflar ve Dernekler, yönetim kurulu üyeliği seçimlerini yaparlarken adaylar arasından hangisini seçeceğini önceden savcılık kurumuna danışmak, izin ya da talimat almak gibi bir yükümlülük altında mıdır?

Değilse, bize neden A’yı değil de B’yi seçtiniz diye bir suçlama yöneltiliyor? Eğer seçtiğimiz kişiye yönelik bir terör örgütü üyeliği suçlaması olsa idi, bize neden bir terör örgütü üyesini seçtiniz denilebilirdi. Ama böyle bir iddia yok.

Öyleyse, nasıl olup da Mustafa Pamukoğlu değil de 34 yıllık Cumhuriyet çalışanı ve eski yönetim kurulu üyesi Önder Çelik’i seçtik diye suçlanırız? Karşımızdaki kurum savcılık mı, yoksa Mustafa’yı seçtirme kurumu mu? Akıl karı bir iş değil

Üstelik bu tercihi yapanların bazıları bu tercihten dolayı suçlanmışken, bazıları tanık sayılıyor. Neden? Cevap yok!...  Mustafa’yı değil de Önder’i seçmek suç teşkil eden bir davranış ise, neden Önder’i seçenlerin bazıları suçlanırken, bazıları suçlanmıyor?

İddianame bizi İnan Kıraç’ın toplantıya katılmayıp kapalı zarf içinde temsilci aracılığıyla gönderdiği oyu kabul etmemek, vekaleten kullanılan oyu 2013’te geçersiz saymak suretiyle usulsüzlük yapmakla da suçluyor."

ALEV COŞKUN GAZETEYİ İSTİYOR

Akın Atalay, bunca mağduriyetin yaşanmasının arka planındaki isimlerden olan ve gazeteye yönelik bu kirli kumpasın içinde aktif rol üstlenen Alev Coşkun'un siyasi iktidarın desteği ve girişimiyle gazetenin kendilerine devir teslim edileceği beklentisi içinde olduğunu vurguladı. Ve şöyle devam etti:

"İddia makamının ve Cem Küçük, Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan, Rıza Zelyut, Alev Çoşkun, Namık Kemal Boya, Mehmet Faraç gibi kamuoyunda pek saygın(!) duruşları ve tavırları ile tanınan iddia tanıklarının sübjektif, belirli bir maksada yönelik değer yargılarıdır

Buna karşılık olarak Cumhuriyet gazetesini on yıllardır okur olarak takip eden binlerce, on binlerce okur ise yukarıda belirtilen tanıkların ve iddia makamının bu değer yargısını reddetmektedir.
O kişileri temsilen Altan Öymen, Kani Beko ve Rıza Türmen isimleri savunma tanığı olarak gösterilmiş, son oturumda ikisi dinlenmiştir.

'TÜRKİYE'NİN DEMOKRASİ UTANCIDIR'

Yayın politikası değişikliğinin,böylesi bir iddianın, bu mahkemede bu yargılamanın konusu yapılması Cumhuriyet gazetesinin, burada yargılanan sanıkların değil, Türkiye’nin demokrasi ve basın özgürlüğü utancıdır.

Heyetiniz oy çokluğu ile tutukluluğun devamına karar verirken, taşıdığım sıfat dikkate alınarak denetim görev ve sorumluluğum olduğuna vurgu yapıyor. Yani gazetenin içeriğine, yayınına, haberlerine, yazılara ilişkin önceden bir denetim, kontrol görevim olduğu kanaatinde heyetiniz.

Oysa ben sorgumda belirtmiştim. Dinlediğiniz diğer sanıklara, iddia tanıklarına, eski genel yayın yönetmenlerine de sordunuz. Hep aynı cevabı aldınız: Burası Cumhuriyet gazetesi… Burada editoryal bağımsızlık vardır.

Burada yönetim kurulu üyeleri, icra kurulu üyeleri yayınları, gazeteyi önceden denetleyip, kontrol etmez, edemez… Manşetlere, hangi haberlerin yayınlanıp yayınlanmayacağına, ne şekilde yayınlanacağına, köşe yazarlarının yazılarına karışılmaz. Ertesi gün çıkacak gazete önceden yönetim kurulunun bilgisine ve onayına sunulmaz. Hep böyleydi; umuyor ve diliyorum ki bundan sonra da, gelecekte de böyle olur.

'BU YARGILAMANIN ARKASINDA YATAN HESAP...'

Peki, gazeteler gerçeği, olanı yazınca, terör örgütleri bundan yararlanıyor, kendi propagandası için kullanıyor diye neden suçlanır? Ne yapmalı gazeteler ve gazeteciler? Yalan mı yazmalı? Gerçeği gizlemeli mi?

Sayın Heyet, Cumhuriyet gazetesine yönelik bu operasyonun arkasındaki amaç açık ve nettir.

Siyasi iktidar, Cumhuriyet'in bağımsız ve özgür bir basın kuruluşu olarak yayıncılık yapmasından, iktidar güdümüne girmemesinden, gerçeklerin, siyasi otoritenin olmasını emrettiği gibi değil de aslında olduğu gibi olduğunu kamuoyuna aktarmasından fevkalade rahatsızdır.

Bunun hesabı sorulmakta, bedeli ödetilmektedir. Cumhuriyet gazetesini kapatmanın, bu ülkenin en eski, kadim, uluslararası düzeyde tanınmış, güvenilir ve saygın bir gazetesini kapatmanın ulusal ve uluslararası zeminde yaratacağı tepki göze alınmamıştır.

Bu nedenle gazetenin kapatılarak susturulması yerine gazeteden ayrılmış ama siyasi iktidara yaslanarak, bu gazeteyi tekrar ele geçirmek isteyen bazı kifayetsiz muhterislere devretmek daha iyi bir tercih olarak görülmüştür. Bu plan uygulamaya konulmuştur..

Bu yargılamaya neden olan operasyonun, soruşturmanın arkasında yatan hesap budur. Ama bilinsin ki bu hesap tutmamıştır… Tutmayacaktır.

Biliyoruz ki, siyasi iktidarın yancısı olmayı kabul ederek, onun desteği, yardımı ve lütfuyla Cumhuriyet gazetesi yönetimine dönecek olmayı hayal edenler vardır.

Böylesi bir zillete düşmüş olanlar, majestelerinin muhalefetini yapma taahhüdü karşılığında Cumhuriyet gazetesi yönetimini ele geçirmiş olsalardı dahi, o takdirde yayınlayacakları gazetenin yalnızca adı Cumhuriyet gazetesi olacaktı.
Hiç kimse doksan dört yıllık kadim ve saygın bir gazetenin devamı olarak görmeyecektir bu şekilde ele geçirilmiş bir gazeteyi… Gazetenin adından daha çok çizgisi, içeriği, duruşu öne çıkartacaktır.

'SENDE ALİ'NİN YÜREĞİ YOKSA ZÜLFİKAR NEYE YARAR'

Mevlana’nın şu sözlerini nakletmek isterim: -Bilmeyenler için söylüyorum. Zülfikar, Hz. Ali’nin kılıcının adıdır.- "Tut ki Ali’den miras kaldı sana Zülfikar / Sende Ali’nin yüreği yoksa / Zülfikar neye yarar…" Tut ki Cumhuriyet gazetesini ele geçirdiniz.

Son diyeceklerim şunlardır: Hakimliğin çok zor, sorumluluğu çok ağır bir meslek ve kutsal bir görev olduğu genel olarak kabul edilen bir kanaattir. Bundan ötürü birçok etik ilkeye tabidir.

Sizin gayet iyi bildiğiniz mesleki etik ilkeleri anımsatacak değilim. Sadece, bundan 42 yıl önce verilmiş bir karardaki tanımlamaya değineceğim

argıtay 1. Hukuk Dairesinin 31 Aralık 1976 tarihli kararında, hakimlerin görevine dair şöyle bir tanımlama yapılmış: 'Hakim; insana, gerçeğe, tabiata, olağana sırt çevirmeden, uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm bulmak zorundadır.

Bu yargılamada şu ana kadar bırakınız insana ve gerçeğe sırt çevrilmesini, yasaya ve hukuka bile sırt çevrildiği kanaatimi ifade etmek isterim. Bırakınız insan kokusu taşıyan bir çözümü, hakkaniyet ve adalet, ölçülülük ve insafın kırıntısıyla bile muhatap olamadık.

En ağır tedbir olan tutuklama yoluyla peşinen cezalandırılmış olduk. Şimdiye kadar olmadı…Artık benim için çok geç… Ama belki başkalarına hukukun ve adaletin geç de olsa geri geleceğine, gelebildiğine dair bir umut ışığı yakılabilir."

SAVCI, 15 YILA KADAR HAPİS İSTEDİ

Öne Çıkanlar