Dehşet iddialar, mafya ile kol kola siyasiler, susan iktidar!

Birkaç gün içinde ortaya çıkan haberler, iddialar, söylentiler inanılmaz. Mafya mı devletleşti? Yoksa devlet mi mafyalaştı? Yoksa her ikisi de mi doğru?

Bahçeli, suç örgütü şefi Çakıcı’yı niçin çok seviyor?

Cumhurbaşkanı danışmanının uyuşturucu baronu ile ne ilişkisi var?

Derik Kaymakamı, emniyet amiri tarafından mı öldürüldü?

Cezaevinde öldüğü söylenen MİT’çi Kozinoğlu zehirlendi mi?

Fazla geriye gitmiyorum. 

Şu birkaç gün içinde adeta gözümüze giren bir iki çarpıcı haber ve medyaya, sosyal medyaya yansıyan dehşet iddiaların ardından akla gelen bazı sorular bunlar…

"Biz neler gördük inanılmaz denilen, hepsine inandık ve üstelik de unuttuk" diyenleriniz olacaktır mutlaka. 

Nihayetinde Türkiye’de yaşıyoruz... 

Devletin mafyalaştığı, mafyanın devletle iç içe geçtiği bir ülkenin vatandaşıyız.

Uzatmadan şuradan başlayalım:

Son infaz uygulamasıyla cezaevinden çıkarılan suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi ziyaret etti.

Hatırlarsanız, önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 23 Mayıs 2018'de cezaevinden tedavi için hastaneye yatırılan suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı'yı ziyaret etmişti.

Bu ziyaretin hemen öncesinde Bahçeli, 12 Mayıs'ta, "PKK'lı ve FETÖ'cüler dışındaki mahkûmlar için genel af" çağrısı yapmıştı. Af çağrısı yaparken de Alaattin Çakıcı'dan "ülkü ve ülke sevdalısı" olarak söz etmişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan önce karşı çıksa da sonunda Bahçeli’nin istediği affın, infaz düzenlemesi adıyla ve onun çizdiği sınırlar içinde yasalaşmasını sağladı. 
Nisan ayında Çakıcı da 90 bin civarındaki mahkûmla birlikte salıverildi.

Organize suç örgütü lideri olmak suçlamasıyla yargılanıp hüküm giyerek 16 yıl cezaevinde kalan Çakıcı, dünkü ziyareti ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye teşekkür etmiş oluyordu.

Ziyaretiyle ilgili twitter hesabından Bahçeli ile çekilmiş bir fotoğraf paylaşan Çakıcı, "Türk dünyasının ve Türk milletinin yaşayan efsanevi lideri, mensup olduğum camianın genel başkanı değerli ağabeyimi genel merkezimizde ziyaret ettim. Kendilerine ve Türk milletine saygılarımla arz ederim" diye yazdı.

Çakıcı, daha önce de "Af dilemem" dediği Cumhurbaşkanı Erdoğan ve "yasanın mimarı" dediği Bahçeli’ye tahliyesi sonrası teşekkür mektubu göndermişti.

Böyle bir ilişkinin kamuoyunun gözü önünde, göstere göstere ve fütursuzlukla ilan edilmesinin elbette bir anlamı olacak.

Nasıl anlarsanız artık…

PROF. KUZU’NUN TELEFON ETTİĞİ HÂKİMİN BANKA HESABI

İkinci başlık malum… AKP eski milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu üyesi Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti’nin serbest bırakılması için yargıçlarla konuştuğuna, aslında baskı yaptığına ilişkin iddialar ve açılan davayla ilgili.

Prof. Kuzu bu iddiaları önce yalanlayıp sonra kabul ettiği için mesele iddia olmaktan çıkmış bulunuyor.

Haberler, Zindaşti’yi serbest bırakan hâkimlerden birinin banka hesabına yatırılan yüklü havaleden söz ediyor. 

Uyuşturucu baronu Zindaşti'yi tahliye ettiği iddia edilerek hakkında "görevi kötüye kullanmak" ve "rüşvet almak" suçlarından soruşturma açılan hâkim Cevdet Özcan’ın 16 aylık tek gelir kaynağı maaşı 173 bin 793 TL olmasına karşın hesabına 966 bin 670 TL para yatırıldığı tespit edilmiş.

Kuzu da önce Zindaşti ile yemek yediğini inkâr edip o anda çekilen görüntülerin ortaya çıkmasından sonra da hâkimi aradığını kabul etmişti.

"O dönem bunu yapmak suç değildi" diyerek de kendini savunmuştu.

Bunun üzerine Kuzu hakkında da soruşturma başlatılmıştı. Tabii olayın patlak vermesinden aylar sonra…

Hâkimler de ifadelerinde Kuzu'nun kendilerini defalarca aradığını kabul etmişti. 

Neticede 'nüfuz ticareti' ile suçlanan Kuzu'nun beş yıla kadar hapsi isteniyor.

Bu arada ne tutuklandı ne de görevinden alındı. Suçlama da sadece ‘nüfuz ticareti.’

Daha sonra yaptığı açıklamalar ibretlik.

"Türkiye siyasetinde yargı hissi arayan ne ilk benim ne de son benim. Binlerce arayan var. Bunlar gayet doğal olan şeyler. Yargıyı ben aradım hadi bunu yap, konuşma önemli. Benim nüfuz olarak aradığım zaman bulunduğum konum talimat vermeye müsait değildi."

(Zindaşti ile kimin tanıştırdığına dair soruya) "Şimdi bu soruları duyan da gerçekten zannedecek ki uyuşturucu baronuyla tanıştık. 2011 yılından teşkilattan arkadaşlar getirdiler teşkilata. ‘Ben İranlıyım, yatırım yapacağım’ dedi. 'Vatandaşlık istiyorum' dedi. Ben de 'tamam' dedim. Daha sonra arkadaşlar aradı hocam bu arkadaş sıkıntılı dediler. Dedim ‘tamam kalsın.’ O arada toplantı sırasında fotoğraf çekilmiş. Bu fotoğrafı da basına sızdırmışlar. Bu içeri girdiğinde avukatı geldi. Avukatı benim öğrencim. Dedi ki 'Hocam dokuz aydır yatıyor daha dava açılmadı. Bir şey yapsanız' dedi. Ben de hâkimi aradım ‘Dava açılmamış’ dedim. O da ‘hocam onu savcılık açacak’ dedi. Ben, Zindaşti içeriden çıktıktan sonra yurt dışına çıkınca uyuşturucu baronu olduğunu basından öğrendim."

İster inanın ister inanmayın. Böyle söylüyor.

Bunlar bizim devletimizde normal şeyler demeye getiriyor.

DERİK KAYMAKAMININ MAKAMINA BOMBAYI KİM KOYDU?

Üçüncü başlık, Kasım 2016’da makamına konulan bir bomba ile katledilen Derik Kaymakamı davasıyla ilgili.

Bombalı saldırıda hayatını kaybeden Mardin-Derik Kaymakamı (Ayı zamanda kayyımı) Muhammed Fatih Safitürk’ün ağabeyi Ali Haydar Safitürk, birkaç gün önce kardeşini öldüren bombayı dönemin ilçe emniyet amirinin koyduğunu iddia etti.

Dava zaten son derece karışık ya da karıştırılmış bir dava. Bunca zamandır hâlâ mesele aydınlanmış değil. Davayı burada anlatmanın bir yararı yok. 

Önemli olan öldürülen kaymakamın ağabeyi olan Ali Haydar Safitürk’ün yaptığı son açıklama. 

Aslında doğru ya da yanlış bu da dehşet bir iddia. Ama devlet cenahından, yetkililerden hiçbir tepki gelmedi. Adeta böyle bir iddia hiç yapılmamış gibi davranılıyor.

Klasik devlet refleksi. Hiç ses çıkartmamak. Duymazdan gelmek.

Meseleyi çürümeye ve unutmaya terk etmek. İddia sahibini de kendi kendine söylenen, duyduğu üzüntü nedeniyle afaki ve saçma iddialarla kendisini oyalayan biri gibi göstermek suretiyle meseleyi zaman içinde kapatmak…

Mahkeme de herhalde bu anlayış uyarınca, hiç acele etmeden, dosyayı uygun bir şekilde bitirme yoluna gidecektir elbette.

Son iddia da yeni değil. Birkaç yıl öncesinden gelen ama unutturulmaya yüz tutmuş nazik meselelerden biri. Önemli bir MİT’çinin cezaevinde kalp krizi (!) nedeniyle yaşamını yitirmesiyle ilgili ilginç iddialar…

Ergenekon davası sanıklarından olan Semih Tufan Gülaltay’ın MİT, Perinçek ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkındaki açıklamaları sonrası tutuklandığı belirtiliyor. 

Gülaltay, 17 Mayıs’ta Youtube kanalında paylaştığı bir videoda, cezaevinde ölen eski MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu’nun ölüm emrini Doğu Perinçek’in verdiğini iddia etmişti.

Gülaltay’ın 30 Mayıs’ta yayımladığı başka bir videoda ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ailesinin serveti hakkında iddialarda bulunduğu, bunun sonrasında jet hızıyla tutuklandığı söyleniyor.

17 Mayıs’ta Gülaltay’ın isminin olduğu YouTube kanalında yayınlanan videoda Gülaltay, şunları kaydetmişti:

"Kozinoğlu, Hasan Atilla Uğur’un bulunduğu koğuşta öldü, orada zehirlendi. Hiç kimse Hasan Atilla Uğur’u sorgulamadı. Neler döndü, sen bu adama neler yazdırdın da Doğu Perinçek’e verdin¬? Perinçek yayınladıktan sonra bu adam neden zehirlendi? 1.95 boyundaki bu komando nasıl birden bire kalp krizinden öldü? Kalp krizine yol açan ilacı hangi Maraşlı gardiyan soktu Silivri Cezaevi’nin içine? Biz bunların hepsini biliyoruz."

Bu iddialara deli saçması denilip geçilebilir ama Kozinoğlu’nun cezaevinde ölmesi meselesi hâlâ aydınlanmamış bir olay olarak gizemini koruyor.

Buna rağmen sosyal medyada bile pek dikkate alınmayan bu iddiaların da yukarıdaki kaymakam cinayeti gibi unutturulmaya terk edileceğini şimdiden anlıyoruz.

Mafya mı devletin içinde devletleşti? Yoksa devlet mi mafyalaştı? 

Yoksa her ikisi de mi doğru?

İşte birkaç günlük haberlerden seçmeler.
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi