Demokrasinin delikanlı hali

Türkiye sancılı bir dönemden daha geçiyor. Muhalifler hapiste. İktidardakiler alabildiğine özgür. Bu nasıl bir sistem, diye sorabilirsiniz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) ilk yıllarında demokrasi ve insan hakları alanında işleri ağırdan alması eleştiriliyordu. Büyük vaatlerle iktidara gelmişti AKP, aydınlar ise hâlâ ifade özgürlüğünü tadamamışlar mahkeme kapılarında sıralarını bekliyorlardı.

Can Dündar bu durumu eleştiren yazısında AKP için "Atalet ve Kandırma Partisi" diye yazmıştı. Atalet yani "devinimsizlik, tembellik, çalışmadan oturma, gevşeklik, uyuşukluk" hali…

AKP sonradan üzerinden bu "ataleti" attı. Hem de öyle bir attı ki, ortalarda kimseyi bırakmadı. Can’ı da Silivri zindanlarına savurdu. Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla kendini dışarı zor attı.

AKP "atalet" nasıl atılırmış gösterdi!

Şimdi ülke "12 Eylül Askeri Cunta Dönemi" benzeri bir süreçten geçiyor. Bu benzetme ile acaba 12 Eylül Cuntasına haksızlık mı ediliyor? Çünkü 12 Eylül’de avukatlar savunma mesleğinin bütün gereklerini yerine getirmede 2020 Türkiye’sinin daha ilerisinde olduklarını düşünüyorlar.

O zaman mahkeme başkanları rütbeli subaylardan seçiliyordu. Avukatlar savunmalarıyla, sıkıyönetim savcılarının hazırladıkları iddianameleri rezil rüsva ediyorlardı. İşte o zaman kışladan gelen başkan avukatı salondan dışarı atıyordu.

Peki, 18 yıllık AKP iktidarı sonunda 2020 Türkiye’sinde ne oluyor?

Nitelikli savunmalara sinir olan başkanlar avukatları önce dışarı, sonra "içeri" atıyorlar!

İçeri atılanlar elbette sadece avukatlar değil. Gazeteciler, siyasetçiler, akademisyenler, belediye başkanları, kadın hareketi öncüleri, artçıları artık kimi gözlerine kestirirlerse!..

Hapishaneler "herkes için özgürlük alanı" haline geldi. HDP Eş Genel Başkanı olarak Edirne’ye kapatılan Selahattin Demirtaş bu meseleye açıklık getirmişti:

-Burada (cezaevinde) içeri düşme kaygınız yok!

Türkiye yine bir baskı rejiminden çıkış sancıları yaşıyor. Yeni partiler kuruluyor. Umut aşılıyorlar. Demokrasi diyorlar. İnsan hakları diyorlar. Parti içi demokrasi diyorlar. Liyakat diyorlar.

Sadece ülkede yaratılan değerlere kim el koyacak bunu söylemiyorlar. Liderler geometrik olarak zenginleşecek mi? Bunu da söylemiyorlar.

Ülkede insanlar "fakr-u zaruret" içindeler.

Gerçekler "sol"u çağırıyor.

Ama hayat belirtileri -yeni partiler- sağ cenahtan geliyor.

"Yeni" diye ortaya çıkanların hepsi iktidarın en ağır dönemlerinde emekçilerin ümüğüne kördüğümler atmış parlak şahsiyetler.

Demokrasi karneleri de pek parlak değil. Faili Meçhul cinayetlerin simgesi beyaz Toroslarla seçmenden oy istemişlerdi:

-Bize oy vermezseniz faili meçhul cinayetlerle öleceksiniz!

İlk kez Ateş İlyas Başsoy söylemişti bir Artı TV/Gün Başlıyor programında… AKP Başkanının sokak kültürüne olan hakimiyetini şöyle selamlamıştı:

-Madem delikanlılık istiyor, çıkarsın hapistekileri kim kimi yeniyorsa belli olsun!

Türkiye sancılı bir dönemden daha geçiyor. Muhalifler hapiste. İktidardakiler alabildiğine özgür. Bu nasıl bir sistem, diye sorabilirsiniz. Cevabı da hazır:

-Demokrasinin delikanlı hali!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Nazım Alpman Arşivi