Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Devlet kapısı ve bizim kapılarımız

Derdim devlet kapısında vatandaşın aradığı ile devletin vatandaşın kapısında aradığını irdelemek.

Dedem iki erkek çocuk sahibi olan babamı karşısına alarak, biraz da sert bir biçimde ‘Askerliğini yapıp geldin çocukların da büyüyor. Benim halimi görüyorsun, rençberlik hiç kolay değil ve senin yapacağın bir iş de değil. Çocukların için ne iş yapmayı düşünüyorsan git o işi yap. Kocaman adam oldun, ortalıkta boş boş dolaşma’ demiş. Hatırlıyorum, babam dedemin tazyiki ile Elazığ’a iş aramaya gittiği günün sabahı kurşun kalemini bıçağıyla ortadan ikiye ayırarak, yarısını bana, yarısın da kardeşim Zeynel’e verip çekip gitmişti.

Babamın anlatımıyla: Elazığ’da 10. dönem Tunceli milletvekilliği yapmış, Avukat Bahri Turgut’un yanına gidip iş bulması için yardımını istemiş. Bahri Turgut babamı da yanına alarak Elâzığ Cumhuriyet Savcısı'nın yanına gitmiş. Savcının odasının kapısını çalmadan bastonu ile iterek içeri girmiş, savcıdan devlet dairelerinin birinden iş istemiş babama. Savcı da Bahri Turgut’a yer göstererek ‘Cezaevinde gardiyana ihtiyacımız var, sınavına girsin, elimden geleni yaparım’ demiş. Babam savcının istediği sınava girip kazanmış ve Elâzığ Kapalı Cezaevinde Başgardiyan olarak devlet kapısında iş bulmuş kendine. 12 Eylül’le beraber ‘20 yılını dolduran memurların isterlerse emekliye ayrılabilirler’ kararıyla o gün emekliye ayrılmıştı babam. 

Derdim burada babamın hikayesini uzun uzadıya anlatmak değil elbet. Derdim devlet kapısında vatandaşın aradığı ile devletin vatandaşın kapısında aradığını irdelemek. Hayatın hiçbir garantisinin olmadığı yerde dedelerimiz, babalarımız çocuklarını imkanları oranında okutarak hayatlarını kurtarmalarını amaçlayarak bugüne gelmişlerdir. Okumuş, diploma sahibi olmuş o çocuklar binbir güçlüğü yenerek devlet dairelerinde iş bulmuş, buldukları işin hakkını vererek aldıkları maaşla hayatlarını sürdürmüş, tıpkı babaları gibi onlar da çocuklarının gelecek kaygılarına düşerek yaşamışlardı. Bunu yaparlarken, tıpkı bugün KHK ile mağdur edilenler gibi evlerinden uzaklara sürülmüş, haklarında dava açılmış, meslekten el çektirilerek kendisi ve çocukları açlığa sürüklenmişlerdi. Cumhuriyet tarihi, devlet kapısında binbir güçlükle iş bulanların siyasi nedenlerle hayat garantisi olmaktan çıkıp eziyete dönüştüğünün tarihidir. 

Devlet bununla kalmamış, devlet kapısında aradığını bulamayan vatandaşının kapısından hiç eksik olmamıştır. Vatandaş devletin kapısını nezaketle çalıp ‘Gir’ sesi gelince ceketini düğmeleyip saygıyla girerken, çağırsa karakola gidecek vatandaşın kapısını gecenin bir saatinde koçbaşı ile kırarak girmeyi hak görmüştür kendine. Kapıların dili olsa da konuşsa. 

Devletin sadece iş bulmak için başvurulan kapısı yoktur. Devletin gözaltı ve sorgu kapıları var; Devletin ağız bağız doldu cezaevi kapıları var; Devletin din ayrımı yapan diyanet kapıları var; Devletin ırk ayrımı yapan tek ulus kapıları var; Devletin cins ayrımı yaparak kadın katillerini cesaretlendiren mahkeme kapıları var; Devletin şiddetle besleyerek eğittiği, alevinin, solcunun, demokratın alınmadığı, sadece fanatik sağcıların alındığı polis okullarının kapıları var; Devletin vatani görev adı altında diri olarak askere aldıklarını evlerine ölü yollayan kapılar var. Bu kapıların gerisinde devlete vergisini ödeyerek vatandaşlık görevini yerine getirenlerin beş kuruşluk değeri yoktur. Yıllardır kayıp olup hâlâ bulunmayanlar o kapıların gerisinde gömülüdürler. Yaşayanlar çok iyi bilirler ki, hak-hukuk-adalet yoktur o kapıların gerisinde. İnsan hayatı sudan ucuzdur o kapıların gerisinde...

Bir de Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu'nun kapısı var ki, oralarda nezaket, incelik, haneye ve o hanede yaşayanlara saygı, insan hakkı, çocuk hakkı, kadın hakkı hak getire. Orada evlerin dış kapıları bir gün devlet tarafından kırılacağı biline biline o evlere takılır. Kapısını kilitlenmeden uyumayı herkes çoktan unuttu. 

Hiçbir yerde can güvenliği kalmadı. Devlet önünü hep açık tuttuğu şiddeti, muhaliflerine yaptığı yetmezmiş gibi kendi etini ve kemiğini yemeye başlayan canavara dönüştü adeta. Kardeşi devlet katında polis olan 18 yaşındaki İpek Er adındaki genç kız, yine devlet katında görev yapan Uzman Çavuş Musa Orhan tarafından tecavüz ve şiddete uğradığı için intihar etti. Sözün bittiği yerdeyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi