Devletin dehlizlerinde

Devlet Hıristiyanlığı tanıtma adına yürütülen her tür çabayı ‘misyonerlik’ olarak görüyordu, bunu zaten biliyorduk ancak bunu bir de ‘aşırı sağ faaliyet’ içine sokmuştu.

18 Şubat Salı günü iki kritik dava görülmekteydi Türkiye’de. Biri Çağlayan’da Hrant Dink Cinayeti Davası, diğeri de Silivri’de Gezi Davası. Kamu görevlilerinin yargılandığı ve artık tanıkların dinlendiği Dink Cinayeti Davası’nda üç gün sürecek bir celse söz konusu idi, son yıllardaki gibi. Gezi Davası ise tek gün sürecekti ancak o da bir anlamda üç gün sürdü.

Gezi, daha doğrusu Osman Kavala davasında olup bitenleri hem iyi biliyoruz ama hem de aslında pek bilmiyoruz. İktidar önce Kavala’yı hapse atma ihtiyacı görmüş, etrafına da yoktan bir dava inşa etmişti. Zira Kavala’ya yöneltilen suçlama "hükümete karşı bir kalkışma" olarak sundukları Gezi eylemlerini organize etmekti. Kavala bunu tek başına yapamayacağına göre, etrafına bir grup icat etmek gerekiyordu. En az Kavala’ya yöneltilen suçlamalar kadar gerçek dışı ve dayanaksız olan başka suçlamalarla bir grup sanık yaratıldı ve olmayan para transferleri, çekilmeyen filmler, ilgisiz telefon konuşmaları ve seyahatler ile bir dava dosyası yaratıldı. Ve bu dava dosyasında Osman Kavala, Mücella Yapıcı ve Yiğit Aksakoğlu için ağırlaştırılmış müebbet, diğer isimler için de 15 ile 25 yıl arası hapis istendi.

Mahkeme son ana kadar bu talebi yerine getirecekmiş gibi görünürken, tüm sanıklar için beraat kararı verdi. Kavala da 2 yılı aşan bu hukuk dışı tutukluluk süresi sonrası -nihayet- tahliye edilecekti. Sonrası malum. Osman Kavala için bu kez başka bir suçlama icat edildi ve 15 Temmuz ile ilgili zaten tahliye edildiği bir soruşturmadan tutuklandı. Beraat kararı veren hâkimler için de HSK, soruşturma izni verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre "Soros’un Türkiye ayağı, bir manevra ile beraat" ettirilmişti.

Bu açıkça siyasetin yargıya müdahalesi idi ama daha da ötesinde belli ki Erdoğan ve AKP içindeki bir kliğin hamlesiydi. Çünkü Osman Kavala, çözüm süreci sona erdirildiğinden bu yana, AKP içinde güç kazanmış, zihinsel manada eski derin devlet unsurları ile de dirsek temasında olan bir kliğin hedefindeydi.

Toplumsal her gelişmeyi/dinamiği bir komploya ve tek bir kişinin icraatlarına bağlayan bu (aynı zamanda antisemit) grup, belli ki Kavala’ya takmıştı. Çünkü Kavala’nın Soros ile ilişkisi vardı. (Zamanında Erdoğan’ın da ilişkisinin olması önemli değildi çünkü AKP tarzı siyasal İslam’ın, kınadığı her şeyi yapmaya hakkı vardı, iktidar için her şey mübahtı, bunun suç olup olmaması da önemli değildi, nihayetinde Soros bir Yahudi idi) Toplumsal bir hak talebi olan ve kendiliğinden oluşan Gezi direnişine masa sandalye göndererek yardım etmişti, bu da suçtu, çünkü bu zihniyet, toplumsal hareketleri nedenleri ve sonuçları ile değil, (Bakınız 'Payitaht Abdülhamit' dizisi) bir ya da birkaç kişinin komplosu ile değerlendirme yanlısıydı, içinde bulundukları siyasi mantık (her şeyi komplo teorisi ile açıklayan faşizan bir sağ zihniyet) dünyayı böyle anlar ve böyle açıklardı. Yetmiyordu, Kavala’nın Siyasal Kürt hareketi ile diyalogu vardı (yine bu zihniyete göre Kürt meselesi de toplumsal bir vaka değil, Batı’nın yarattığı bir sorundu), yine yetmiyordu Kavala Ermeni meselesinde de normalleşme/yüzleşme yanlısı bir çizgiyi savunuyor ve bu kapsamda sergiler kültür sanat faaliyetleri yürütüyordu, ki bu da bu zihniyete göre Diaspora’nın adamı olmak demekti. Bu zihniyet, bu mantık, niyeyse 1930’ların Almanyası'na bakmıyor, aynadaki suretini görmezden geliyordu.

Öyle anlaşılıyor ki, Kavala’nın tekrar tutuklanması Erdoğan’ın birlikte hareket ettiği bu kliğin hamlesinin sonucuydu. Bunlar tahmin tabii, daha doğrusu, olup bitenlere baktığımızda çıkan bariz bir sonuç.

Dink Cinayeti Davası’nda ise ilginç bir tanıklık vardı celsenin son oturumu olan 20 Şubat Perşembe günü. Cinayetin işlendiği dönemde İstanbul Jandarma Komutanlığı görevlisi olan Serkan Özel tanık olarak dinlendi. Özel o dönemde İstanbul Jandarma İstihbarat'ta aşırı sağ faaliyetlere baktıklarını söyledi. Genel olarak sorulara "hatırlamıyorum" diye yanıt verdi. Ancak Dink Ailesi avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu’nun bir sorusu vardı ki, verdiği yanıt ilginçti. Bakırcıoğlu, madem ki Özel’in içinde bulunduğu ekip aşırı sağ faaliyetlere bakıyor, Hrant Dink’in yargılandığı dönemde mahkeme önlerinde gerçekleştirilen ve Dink’i hedef haline getiren ırkçı eylemleri izleyip izlemediklerini sordu. Özel’in yanıtı ilginçti. Aşırı Sağ Faaliyetler olarak ('ASAF' diye kısaltılıyor) sadece dini tarikatlara ve misyonerlik faaliyetlerine baktıklarını söyledi.

Devletin dehlizlerinde, tahmin ettiğimiz, ancak bu kez resmi olarak öğrendiğimiz bir manzara ile karşılaşıyorduk. Devlet Hıristiyanlık adına ya da Hıristiyanlığı tanıtma adına yürütülen her tür çabayı "misyonerlik" olarak görüyordu, bunu zaten biliyorduk ancak bunu bir de "aşırı sağ faaliyet" içine sokmuştu.

İster istemez Malatya’da gerçekleştirilen Zirve Yayınevi Katliamı’nı hatırladım. O katliamdan sonra da ortaya çıkmıştı ki devlet, elindeki her türlü bilgiye rağmen, katliamı gerçekleştiren failleri değil, bir yayınevi çalışması yürüten maktulleri takip etmişti, istihbari anlamda. Ve yine Hrant Dink’in, sağlığında, devletin "Ermenicilik" dosyası altında takip edildiğini hatırladım. Dava sürecinde ortaya çıkan, Dink’in öldürüleceğine dair, cinayetten 11 ay önce elde edilen istihbarat bilgisi üzerine ne yapıldığı sorusu ise elbette yanıtsız kaldı. Çünkü devlet bu bilgiyi elde ettikten sonra hiçbir şey yapmamıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi