Devrimler tarihinden iki Türkî alıntı

Amerikalı bir siyaset bilimi profesörü, Erdoğan'ı; Fransız bir felsefeci de istibdat rejiminde yaşayan insanları tahlil ediyor. Kardeşin duymaz el oğlu duyar! (Livaneli)

Fransız Le Monde gazetesi ile aynı grubun haftalık solcu Katolik dergisi La Vie'nin birlikte hazırladığı özel dosyaların sonuncusu, "Devrimler Tarihi-Taş Devrinden Dijital Çağa" başlığını taşıyor (Temmuz 2018). 186 sayfalık derlemede toplam 67 makale, söyleşi var. Yedi bölümün altbaşlıkları şöyle: Nedir söz konusu olan?/ Devrimin İlk Zamanları/ Avrupa Devrimleri/ Komünist Devrimler/ Globalleşen Devrimler/ Devrimci Kopuşlar/ Yarın Nasıl Devrimler?

İnsanlık var olduğundan bu yana siyasal, ideolojik, toplumsal, ekonomik, teknolojik ve kültürel yaşamın olmazsa olmazı Devrim'ler. 21. yüzyılın başında unutturmaya çalışıyorlar ama önemli uzmanların imzasını taşıyan bu derleme, bugün Devrim'i hatırlamak, düşünmek ve tartışmak için olumlu bir zemin.

Spartaküs'den Firavun'a başkaldıranlara, Uzakdoğu'daki isyanlardan Fransa ve İngiltere'de Kilise'ye karşı yapılan devrimlere, Paris Komünü'nden Latin Amerika'daki devrimlere, Lenin'den Mao'ya, hatta Pol Pot'a, Nelson Mandela'dan dijital devrime kadar bu derlemede yok yok. Fotoğraf, illüstrasyon ve infografiklerle de zenginleştirilen özel dosya Türkçe'ye çevirilip yayınlansa, eminim geniş bir okur kitlesi bulur. (Hakikaten emin misin?)

Derlemenin başındaki ve sonundaki söyleşilerden birer bölümü çevirmekle yetinebileceğim.

"Her radikal değişim bir devrimdir" başlıklı söyleşide, ABD'de George Mason Üniversitesi profesörlerinden sosyolog ve kamu politikaları hocası Jack A. Goldstone konuşuyor:

"- Monarşiden Cumhuriyet'e geçiş devrimdir. Ama bunun tersi de doğru mu?

J. Goldstone: Evet bence doğru. Zaten birçok tarihçi, iki dünya savaşı arasında Almanya'da Nazi Partisi'nin iktidara geçmesini böyle değerlendiriyor. Kara Gömlekliler'in sokaklarda şiddet eylemlerine başvurmasının ardından, Nazi Partisi'nin seçimlerde başarı kazanması ve Şansöliye Adolf Hitler'in 1933'de Reichstag'ın tüm yetkilerini üstlenip demokrasiyi yıkarak otoriter bir rejim kurduğunu biliyoruz. Zaten bundan birkaç yıl önce, İtalya'da Benito Mussolini'nin faşist rejimini kurarken benzeri aşamalardan geçtiği de biliniyor. Ve bu şema bugün Türkiye'de tekrar ediliyor: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yasal bir şekilde elde ettiği yürütmenin araçlarını, demokrasiden otoriter bir rejime geçmek amacıyla, yasama ve yargının yetkilerini ve medyayı köreltmek için kullanıyor diyebiliriz."

Dünya lideri olunca haliyle böyle her taşın altından çıkma riski var. Sayın Beştepe Savcılarına bilgi: Yukarıdaki görüşleri basın yoluyla yayan profesör, 1953 doğumlu ve San Francisco'da mukim.

İkinci alıntı çevirisi, 1965 doğumlu siyaset felsefesi profesörü Frederic Gros'dan. Kendisi Paris'te mukim. "Kurtarmamız gereken devrim değildir, devrimci umuttur" başlıklı söyleşide boyun eğme yani biat ile başkaldırı arasındaki güncel ilişkileri deşiyor:

"- Bugün hiçbir dönemde olmadığı kadar boyun eğiyoruz. Halbuki çağımız bizi her zaman olduğundan daha fazla kendimiz olmaya teşvik ediyor. Bu paradoksu nasıl açıklarsınız?

F. Gros: Kuşkusuz, burada bizim modernitemizin gizemlerinden biri söz konusu. Hatta bu belki de yeni ekonomik modellerin başarısının sırrı: Bu modeller, bireyin arzularının en yakınına kadar gidiyor. Bize şu vaat ediliyor: Eğer şu ya da bu ürünü/hizmeti satın alırsanız, bu tam da sizin imajınıza uygundur! Böylece mucizevi bir şekilde kendinizle buluşacaksınız! Kurtulacaksınız! Yani, bizatihi kendiniz, bir tüketim tarzı haline geleceksiniz. Bu paradoks, kişiselleştirilmiş pazarlama yöntemiyle anlaşılabilir. Bu durumda insan kendi kendisinin bağımlısı oluyor, ki bu da köleliğin en kötü halidir. Son birkaç on yıldır gelişen, 'neo-liberal' adı verilen bu paradigma, rekabetçiliği ve yarışmacılığı mecburi kılarak, kolektif ve dayanışmacı projelerin yaratılmasını sistematik bir şekilde caydırıyor. Kolektif ütopyaların yerine, kendi kendimizin deney alanları olarak gördüğümüz iç devrim vaatlerini koyduk. Halbuki, ortak projeler macerasında, kişisel alanda sınırlı kalan neo-liberal iç devrimlerde bulunmayan bir yoğunluk vardır.

- Kitabınızda yazmıştınız: 'Dünyanın mevcut durumu hakkında umutsuzluğa kapılmak' neden 'bu kadar kolaydır da, bu duruma karşı çıkmak' neden 'çok zordur'?

F. Gros: Boyun eğmemeyi zor kılan öncelikle korkudur. Bu korku çok çeşitlidir ve sürekli olarak biçim değiştirebilir. Bu korkunun en yoğun ve en acil biçimi öncelikle yaptırım korkusudur. Ama başka birçok çeşit ve biçimi de vardır korkunun: Yalnızlık korkusu (Boyun eğmezseniz yalnız kalma riski ortaya çıkar), sevilmeme korkusu (uysallık da bir sevgi isteğidir, tanınma ihtiyacını ifade eder), aynı zamanda yenilik korkusu, alışkanlıkların yumuşak yalpalamasının kırılma korkusu...

- Psikiyatr Willhelm Reich (1897-1957) 'Esas sorun insanların neden başkaldırdığı değildir, neden başkaldırmadığıdır' der. Sizin nedir görüşünüz?

F. Gros: Willhelm Reich, boyun eğmenin dibindeki nihai bir korkuyu ön plana çıkarıyor: Özgür olma korkusunu. Her insanın özgür olmak istediğini ve özgürlüğün insanın en değerli istidatı olduğunu sandığımızda çok hızlı gitmiş oluyoruz. Aslında özgürlük, can sıkıcı bir baş dönmesidir, ezici bir yüktür. Sorumluluğu üstümüzden atabilmek için, kararların bir başkası tarafından alınması için kuşkusuz çok zaman geçiririz."

F. Gros'nun ilk söylediklerini kaçınılmaz olarak Batı kültürü bağlamında ele almakta yarar var. Özellikle tüketim toplumunun yarattığı başağrısı bizde de özellikle büyük kentlerde kendini gösteriyor. Biat etme ile korku arasındaki ilişki ise sanki güncel Türkiye örneğinden esinlenmiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi