DİB iktidarın neyi olur?

Devletin bir yorumu sahiplenip, diğerlerini ikincilleştirmesi hatta onlara baskı uygulaması, bu cemaat, tarikat ve dini grupları yok etmedi. Tam tersine varlıklarını korumaya devam ettiler.

Son günlerde yine Diyanet'in (Diyanet İşleri Başkanlığı -DİB-) verdiği fetvaları konuşuyoruz. Bazıları eski, bazıları yeni fetvalar. Mesela cinsel arzuları tahrik eden müzik günah, mesela alkol satışı yapılan yerden alışveriş yapılmaması yasak gibi...

Cinsellik, alkol gibi konularda hassas olan Diyanet'in ne yazık ki, nepotizim, kayırmacılık, hırsızlık, cinsel istismar, rüşvet gibi pek çok konuya hassasiyeti neredeyse yok denecek kadar az.

Elbette burada sorun, Diyanet'in kendisinden değil, kurumun siyasetle (ve Devlet’le) kurduğu ilişkide. Daha doğrusu Devlet’in (ve siyasetin) kurumsal süreklilik olarak Diyanet'le olan ideolojik ilişkisinde.

Bu açıdan şunu en başta ifade edeyim ki; Devlet, DİB’e gerçekten laikliğin gereği olan biçimde toplumda var olan farklı dinsel inanç ve inançsızlıklara eşit mesafede duran, hakem bir kurum olarak bakmamış; tersine kurumu, toplumu denetim altında tutmanın araçlarından biri olarak görmüştür.

Bu açıdan DİB, Devlet-siyasetin ikilisinin denetime sadece AK Parti iktidarı ile girmedi. Bu eskiden bu yana böyleydi.

Ama AK Parti ile ortaya çıkan fark, DİB’in kurumsal olarak iktidarın kültürel kimliğinin yani Sünni yorumunun iştahlı bir taşıyıcısına dönüşmesidir.

İDEOLOJİK AYGIT OLARAK DİB

DİB, kurulduğu günden bu yana esas olarak Devlet’in toplumu denetim altında tutmak ve yönetmek için kullandığı operasyonel kurumlarından biri oldu. Bu açıdan Alhusserci söylemle DİB, devletin ideolojik aygıtlarından biri oldu.

Devlet, DİB üzerinden toplumda var olan dini yorumlarından tercih edip onu "biricikleştirip", bunu tek İslami yorum ilan etti. Ve bunu da topluma empoze etti.

Bir adım daha atarak kamusal alanı da bu yoruma göre dizayn etti. Bu yorum, "makbul vatandaşlığın" temel nosyonlarından birisi oldu. Böylece "din", toplumu kontrol etmenin bir araçlarından birine dönüşmüş oldu.

Gerekçesi, koşulları ne olursa olsun, devletin üstlendiği bu rol yanlıştı. Bu, Türkiye’nin evrensel anlamda "laik" olmasını da önledi.

Bugün bu politika, bilinçli olarak sürdürülüyor. Devletin sahipleri kültürel kimlik olarak değişse de, ideolojik süreklilik devam etmektedir. Bunu DİB’in misyonu üzerinden net görüyoruz. 

İNANÇ ÇOĞULCUDUR

Oysa dini inanç ve pratikleri -sadece İslam değil tüm dinler- esas olarak kutsal kitabın birer yorumudur. Farklı dönemlerde, farklı insanlar bu kitabı daha iyi açıkladığını iddia ederek kendi çevrelerinde bir cemaat, tarikat, dinsel grup oluştururlar. Bu kişiler birer dini rehber olarak o cemaat, tarikat ve dini grubun lideri olurlar. 

Bu açıdan dinler, yorum ve bu yorumların pratikleri açısından çoğulcudur yani heterojendir. Hiçbir rehber, dinin, kutsal kitabın "gerçek" yorumunu ben yapıyorum diyemez. Bu yüzden dinlerde farklı yorumları ifade eden farklı cemaat, tarikat ve dini gruplar hep vardır. Olmaya da devam edecektir.

En basit biçimde bırakın Türkiye içinde farklı dini yorumları, farklı İslam ülkelerinde farklı İslam yorumları ve pratikleri söz konusudur:

CEO’YA DÖNEN DİNİ LİDERLER

Devletin bir güç olarak, toplumda var olan bu dinsel yorumlardan birini seçerek biricikleştirmesi ve bu dini yorumu tek doğru olarak topluma empoze etmesi kaçınılmaz olarak diğer dinsel yorumların kendilerini gizli tutarak korunmaya çalışmalarına yol açmıştır. Türkiye’de de olan budur.

Nitekim, devletin bir yorumu sahiplenip, diğerlerini ikincilleştirmesi hatta onlara baskı uygulaması, bu cemaat, tarikat ve dini grupları yok etmedi. Tam tersine bunlar varlıklarını korumaya, devam ettiler.

Bugün gelinen noktada farklı cemaat, tarikat ve dini grupların siyasetle kurdukları ilişki de tam da bu "korunma" kaygısının sonucudur.

Bu kaygının en önemli sonucu ise cemaat, tarikat ve dini grupların kurumsal önceliğinin ilahi olan inanca değil dünyevi olan var olmaya, iktidar olmaya vermesi oldu.

O noktadan sonra devlet, sahip olduğu imkânlar açısından siyaset aracılığıyla içine girilmesi, fethedilmesi gereken bir amaca dönüştü. Ve siyaset bu dinsel gruplar için büyümenin bir aracına dönüştü.

Bugün irili ufaklı her dini grup, cemaat ve tarikat yöneticileri birer ilahi rehber olmanın ötesinde ticari holding CEO’ya dönüşmüşlerdir.

DİB’İN KURUMSAL MİSYONU

Son yıllarda Devlet/iktidar eklemlenmesi ile siyasi iktidar eliyle yukarıdan aşağıya bir toplumsal mühendislik projesi yürüyor. Bu projenin önemli araçlarından birisi de DİB’dir. Eğitim ve medya diğer güçlü aracıdır. İşte bu toplumsal mühendislik üzerinden yeni bir "makbul vatandaşlık" tanımı yapılıyor.

Bu vatandaşlığın bir nosyonu yine dini bir yorum olarak karşımıza çıkıyor. Ve bunun için yine DİB kullanılıyor. Siyasi iktidarın içinden geldiği Sünni yorum, bu yeni vatandaşlığın önemli bir nosyonu oluyor.

Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’da temsilini bulan, resmî olarak DİB, gayriresmî olarak bir ilahiyat hocasının yorumlarında vücut bulan "Sünni dini yorum" devlet için tek dini yorum kabul edilerek, makbul vatandaşlığın nosyonuna dönüştürülüyor.

Bu haliyle DİB, Osmanlı’daki Şeyhlüslamlığın kurumsal devamıdır. Şeyhlüslam ise sivil ilahiyat hocasıdır.

DİB’in çeşitli zamanlara yayınladığı fetvalara, DİB Başkanı’nın kamusal görünürlüğünü ve DİB’in her yıl artan bütçe, personel sayısı ve ilgi alanlarının artışına bu toplumsal mühendislik projesi içinde bakmakta fayda var.

Kabul edelim ki DİB, sadece DİB değil.

Not: Tüm okuyucularıma iyi bir bayram diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murat Aksoy Arşivi