Dindarların zor sınavı

İktidara eklemlenen kanaat önderleri, köşe yazarı, dini kurum, cemaat ve tarikatlar verdikleri bu tepkilerle, iktidarla ideolojik bir ilişki kurmaktadırlar. Bu bir 'korunma' ilişkisidir.

Son dönemde İslami kesim içinde bazı tartışmalar oluyor. Bunlar, "iç" gibi görülse de, Türkiye’nin genelini ilgilendiriyor. Bu tartışmalar, iktidara eklemlenen ya da kendini iktidarın parçası algılayan İslami kesimin kamuoyundaki "kanaat önderleri", "gazeteci" ve kendilerini ontolojik olarak da iktidarın parçası olarak gören "kişi, kurum, cemaat ve tarikatların" sadece farklı İslami yorumlara değil, aynı zamanda farklı düşünce ve ifadelere tahammül sınırlarını göstermesi açısından önemli oldu.

Bu iki tartışmadan çıkarak yazının sonunda söylenmesi gerekeni başta söylemek gerekirse; İslami kesim, bu sınavda başarılı olamamıştır. Geçmişte kendisine sahip çıkan demokratlar kadar demokrat olamamıştır.

Bu tartışmalardan öne çıkan iki örnek var. İlki İlahiyatçı Mustafa Öztürk’ün yayınladığı bir kitap ve orada ifade ettikleri; ikincisi ise Ahmet Taşgetiren’in bir TV programında söylediklerine olan "sert" tepkiler.

ÖZTÜRK VE TAŞGETİREN ÖRNEĞİ

Mustafa Öztürk bir ilahiyatçı ve uzmanlık alanı tefsir. Yakın zamanda yayınladığı bir kitapta mealen; "Kur’an’ın lafız yani kelime olarak değil de anlam olarak indiği; Hz. Peygamberin onu kendi kelimeleriyle yazıya döktüğünü" ifade etmekte ve savunmaktadır.

Öztürk’ün, bu görüşleri nedeniyle farklı şehirlerde daha önce planlanmış konferansları iptal edildi, bazı konferanslarda protestolarla karşılaştı. Sosyal medya başta olmak üzere farklı platformlarda her türlü tehdit ile karşı karşıya kaldı.

Ahmet Taşgetiren ise İslami kesimin önde gelen kanaat önderi ve gazetecisi. Ahmet Taşgetiren, katıldığı bir TV programında; "12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat döneminde yazdım, kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim" ifadelerini kullandı.

Taşgetiren, ülkenin içinde bulunduğu siyasi iklimle ilgili olarak bir tespit yapıyor, düşüncesini ifade ediyor. Ona da hayli sert eleştiriler yapıldı. Bu eleştirilerin büyük kısmı sosyal medya üzerinden oldu.

Bu iki örnek bize, İslami kesimin bırakın farklı kesimlere karşı olanı, kendi içindeki farklılıklara dahi tahammülünün sınırının, eşiğinin çok düşük olduğunu gösteriyor. Bu iki kişinin, Karar gazetesinde yazdığını da küçük bir not olarak ekleyelim.

Gerek Mustafa Öztürk’ün daha önceki dönemlerde de savunulmuş bir görüşü ifade etmesine karşı olan tepki, gerekse Ahmet Taşgetiren’in ülkenin içinde bulunduğu siyasal havaya ilişkin sözlerine gösterilen tepki; İslami kesimin sadece dışarıdan değil içeriden de gelen farklı görüşe, eleştiriye tahammül eşiğinin hayli düştüğünü gösteriyor. Bu durum, salt iç konsolidasyonu sağlamak kadar, çoğulcu olan dinin homojenize edilmesinin de aracıdır.

TÜM DİNLER GİBİ İSLAM DA ÇOĞULCUDUR

Oysa bütün dinler gibi İslam da, çoğulcudur. Dinin kaynağı kutsal kitap olsa da, dinin gündelik hayattaki pratiği o dine inananların yorumuna dayanır. Bunun için her dinde, dini farklı yorumlayan ve yaşayan farklı tarikatlar, cemaatler, yollar vardır.

Bugün İslam dünyasına bakıldığı zaman farklı ülkelerde farklı dinsel yorumlar, farklı yollar, farklı pratikler görürüz. Bu açıdan dinler, yorum ve pratik açısından çoğulcudur yani heterojendir. Bu yüzden dinlerde farklı yorumları ifade eden farklı dini grup, cemaat ve tarikatlar vardır. Olmaya da devam edecektir.

Bunun içindir ki, hiçbir kişi ya da cemaat İslam’ı, "en iyi ben yorumluyorum" ya da "ben temsil ediyorum" deme iddiasında olamaz.

Hele hele bir kişi ya da grubun, meşruiyetini dinden alarak ya da din adına, kendisinden farklı düşünen insanları ötekileştirmesi, haklarının kısıtlaması, onlara zulmetmesi, şiddet uygulaması hangi din olursa olsun kabul edilebilir değildir.

KİM KENDİ ÖZGÜRLÜĞÜNE SAHİP ÇIKACAK?

Nitekim Öztürk’e ve Taşgetiren’e verilen tepkiler, düşüncelerini teolojik ve siyasal bağlamda tartışmayı içermiyor. Verilen tepkilerin ortak özelliği; görüş, düşünce ve ifade ne olursa olsun "farklıysa, bizi rahatsız edecekse ifade edilmesin" yani "karşıtlık" noktasında.

Bugün gelinen noktada, iktidara eklemlenen ya da kendini iktidarın parçası olarak algılayan kanaat önderleri, köşe yazarı, dini kurum, cemaat ve tarikatlar verdikleri bu tepkilerle, iktidarla ideolojik bir ilişki kurmaktadırlar. Bu ilişki, olması gerektiği gibi bir "bağımsızlık" ilişkisi değil, bir "korunma" ilişkisidir. Bu ilişkinin görünürlüğü ise gönüllü itaatkârlıktır. İktidarın parçası olma duygusu, devletin de parçası olmayı içerir. Bu, özgürlükten ve dinin çoğulluğundan vazgeçip, özgürlüğün ve dini yorumun devletin/iktidarın inisiyatifine bırakmak olur.

O yüzden gerek Öztürk’e, gerekse Taşgetiren’e verilen tepkiler "tartışma" üzerinden değil "karşıtlık", "ötekileştirme" üzerinden olmaktadır.

Bunun için geldiğimiz noktada herkese sorumluluk düşüyor. Kuşkusuz en büyük sorumluluk, sıradan muhafazakârlara yani dindarlara düşüyor. Çünkü dinin çoğulculuğunu korumak, aynı zamanda kendi özgürlüklerini de korumak anlamına geliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi