Diyarbakırlılar, referandum ve Kürtlerin ‘evet’i

Referandumda ortaya çıkan tablo çok karmaşık bir sonuçtur en nihayetinde. Kürtler ne yönde oy kullanmış olurlarsa olsunlar, bu kararlarının siyasal, sosyal, ekonomik pek çok nedeni var.

Geçen hafta kuzenimin kına gecesi ve düğününe iştirak etmek için Diyarbakır’daydım. Bazı gazetecilerin yaptığı gibi hazır gitmişken Ulucami önünde birkaç xalo* ile görüşüp şehrin nabzını tutmaya çalışmadım ama mevzubahis Diyarbakır olunca kına gecesi, düğün, meyhane, park falan fark etmeden her yerde bir şekilde siyaset konuşulur. Kuzenimin bir düğün salonunda düzenlenen kına gecesinde de canlı müziğe yalnızca beş dakika ara verildiğinde masada hemen referandum sonrası Türkiye ve ne olacak Kürtlerin hali sohbeti başladı. O beş dakika içinde kına gecesinin orta yerine iç savaş korkusu, gelecek kaygısı ve her şeye rağmen barış hayali düşüverdi. ‘Allah belamızı vermiş’ diye düşündüm o anda. Biz eğlenirken de hep başımıza neler geleceğini düşünmek zorunda olan bir toplum olduğumuz ve bunu gayet ‘normal’ sandığımız için. Sonraki gün, düğünde de durum farklı değildi. Sigara içmek için salonun dışında toplanmış olan kalabalığın arasına karıştığımda gündemin aynı olduğunu gördüm. Bütün bu kalabalık içinde ‘Evet’ diyen kimseye rastlamadım maalesef. Maalesef diyorum, çünkü yalnızca Diyarbakır’da değil, ülkenin her köşesinde insanların neden ‘evet’ dediğini merak ediyor, bu kararlarının arkasındaki dinamikleri öğrenmek gerekir diye düşünüyorum.

Görüştüğüm bütün akrabalara ve aralarında avukat, akademisyen, sivil toplum örgütü üyesi, yazar ve aktivistlerin de olduğu arkadaşlara referandumun sonucu ve Kürtlerin ‘evet’ demekle ‘suçlanması’ konularında ne düşündüklerini sordum fırsat buldukça. Bu kişilerin hepsinin referandumda ‘hayır’ dediğini,dolayısıyla gözlemlerimin ‘hayır’ diyen bir grup insanla sınırlı olduğunun altını çizmem gerekiyor.

Kürtler ‘evet’ dediği için referandumun sonucunun böyle olduğu iddiası konusunda günlerce yazılıp çizildi. Bazı kişiler ve kesimler daha referandumun ertesi günü faturayı Kürtlere çıkardılar. Kürtleri suçlayanlara, ‘el insaf’ diyen makaleler de yazıldı bir müddet sonra. Görüştüğüm kişiler de özetle ‘el insaf’ diyorlardı tabii. Normalde ‘hayır’ demesi beklenen dikkate değer sayıda Kürdün ‘evet’ dediğini düşünmüyorlardı. En nihayetinde eşitsiz bir yarış olduğunun, binlerce kişinin oy kullanamadığının, HDP’nin kampanya yürütemediğinin, birçok yerde sandıklara sahip çıkılamadığının, mühürsüz oy pusulalarının çoğunun bölgeden çıkmış olmasının, OHAL koşullarının vs. altını çiziyorlardı. Birtakım sayısal veriler de zaten artık ‘Referandumda Kürtler yüzünden evet çıktı’ iddiasının safsatadan ibaret olduğunu gösteriyor. Ülkenin en güvenilir kamuoyu araştırma şirketlerinden KONDA’nın başındaki Bekir Ağırdır’ın da vurguladığı üzere, bölgede beklenenden fazla çıkan, yani bir bakıma AKP’ye kaydı diye yorumlanan oylar ülkede kullanılan toplam oyların ancak binde 8’ini oluşturuyor. Dolayısıyla bu ‘evet’çi Kürtler de ‘hayır’ demiş olsalar da referandumun sonucu değişmeyecekti. Görüştüğüm Diyarbakırlılar da ellerinde sayısal veri olmadan, kendi deneyimlerine, çevrelerinde yaşananlara bakarak bunu söyleyebiliyorlardı.

Görüştüğüm kişiler genel olarak, ‘evet’ diyen Kürtler ya da referandumun sonucu konusunda ‘batıda’ olduğu gibi ‘ne yapacağız şimdi’ diye derin krizler yaşamıyorlardı; serinkanlılardı. Referandumun sonucu konusunda üç farklı yaklaşımla karşılaştığımı söyleyebilirim. Birinci gruptaki kişilerin devletten ve Erdoğan’dan beklentisi neredeyse sıfıra inmiş durumdaydı ve bu nedenle her iki sonucun da büyük bir değişiklik yaratmayacağını, ‘hayır’ çıkması halinde Erdoğan’ın biraz kendine ‘çekidüzen’ vermek zorunda kalacağını; ‘evet’ çıkmasının ise en azından kısa vadede bölge açısından pek farklılık yaratmayacağını, Kürtlerin öyle ya da böyle mücadele etmeye devam edeceğini düşünüyorlardı. İkinci gruptaki kişiler referandumdan ‘evet’ çıktığı için ülkedeki ve bölgedeki hak ihlallerinin daha da artacağı, ülkenin daha da yaşanmaz bir hale geleceği konusunda ciddi endişe içindelerdi. Üçüncü grupta yer alan az sayıda kişi ise biraz daha iyimserdi; ‘hayır’ demiş olmalarına rağmen kıl payı farkla da olsa ‘evet’ çıkmasının belki de Kürtlerin hayrına olabileceğini, Erdoğan’ın elinin güçlendiğini ve hem içeride hem de dışarıda bu kadar sıkışmış bir liderin ‘mantıken’ Kürtlere ihtiyaç duyacağını, hemen olmasa da bir müddet sonra çözüm sürecine dönülebilme ihtimali olduğunu düşünüyor ya da düşünmek istiyordu. Bu düşüncenin Erdoğan’a güven olarak okunmaması gerekir tabi. En nihayetinde oy verdikleri belediye başkanları ve siyasetçileri tutuklu olan, her gün kayyım atanmış bir belediyenin önünden geçen insanlar bunlar. Bu yönde düşünmenin bir nedeni her çatışmanın bir gün öyle ya da böyle diyalog yoluyla çözüleceğine olan inançken, diğer nedeni insanların yitirmemeye çalıştıkları barış umudu. Her sonuçtan bir umut çıkarmaya gayret etmek sanırım savaşın bedelini en çok ödeyen insanların sahip olduğu bir özellik.

Oy kullanmamış veya ‘evet’ demiş olan bazı Kürtler konusunda benim görüşüm de Kürtleri yargılayan çevrelerden epey farklı. Maruz kaldığı bu kadar ağır insan hakları ihlalleri ve seçtikleri siyasetçilerin tutuklu olması gibi sebeplerle siyasetten artık bir şey beklemediği için sandık başına gitmeyen ya da geçersiz oy kullanan Kürtleri suçlamak büyük haksızlık olur, zira insanlar siyasetten umudunu kesmişse bunun sorumluluğunu siyasetçilerde, ülkeyi bu hale getirenlerde ve yaşananlara sessiz kalanlarda aramak lazım diye düşünüyorum. ‘Evet’ demiş olan Kürtlerin en azından bir kısmının ise çözüm sürecine dönülebileceği umuduyla bu yönde oy kullandıklarını tahmin ediyorum ve bu konuda vebalin esas olarak muhalefet partilerinde olduğunu düşünüyorum. Sonuçta hangi sebeple, hangi niyetle ve hangi yeterlilikte olursa olsun Kürt sorununa birkaç kere diyalog yoluyla çözüm aramış bir iktidar, daha doğrusu lider var karşılarında. Bu lider iktidarını ya da gücünü kaybettiğinde ne olacağı bilinmiyor; hatta daha kötüsünün yaşanmasından korkuluyor, zira yıllardır, hatta referandum kampanyası sırasında da her fırsatta, Oslo ve İmralı süreçleri nedeniyle Erdoğan’ı eleştiren, Kürt sorununu diyalog yoluyla çözmek konusunda bir iradeyi ortaya koymayan CHP gibi bir ana muhalefet partisi var insanların karşısında.  İnsanlar Kürt sorunun ancak diyalog ve müzakere ile çözülebileceğinin farkındalar. Dolayısıyla diyalogu iyi kötü denemiş olan bir siyasi hareketi, diyaloga karşı çıkan, elle tutulur hiçbir çözüm önerisinde bulunmayan muhalefet partilerine ‘mecburen’ tercih ediyor olabilirler.

Referandumda ortaya çıkan tablo pek çok karmaşık nedene dayanan bir sonuçtur en nihayetinde. Kürtler ne yönde oy kullanmış olurlarsa olsunlar, bu kararlarının siyasal, sosyal, ekonomik pek çok nedeni var. Bu nedenleri dikkate alarak durum değerlendirmesi yapmak mümkünken, hepsini yadsıyarak Kürtleri yargılamak, kötü niyetli, hatta ırkçı bir yaklaşım bana kalırsa. 7 Haziran 2015 genel seçimi döneminde mütemadiyen HDP’yi ‘iyi niyeti’ni ispatlamaya mecbur bırakan, ‘Kürtler bizi sattı mı?’ sorusunu üstelik hiç hakkı olmadığı halde soran, Kürtlerin onlarca yıl maruz kaldığı hak ihlallerine ve verdiği hak mücadelesine kulağını tıkayıp tek bir seçimde HDP’ye oy verdi diye ‘Bak sana oy verdim ama sen de kıymetini bil, şöyle davran!’ deyip parmak sallayan, bütün muhalefet partileri AKP ile koalisyon yapsın ama HDP yapmayacağının garantisini versin diye bekleyen birtakım çevreler referandumdan sonra da ilk fırsatta Kürtlere saldırdılar. 2015’te olan oldu. Umarım bundan sonraki seçimlerde Kürtler bu kesimlerin gönlüne su serpmek ya da desteklerini almak için kendilerini siyasi olarak sınırlamaya ya da pozisyonlarını bu kaygılarla belirlemeye devam etmezler.

  • Xalo: Kürtçe ‘dayı’ demek.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi