Doğandı Erdoğan oldu

Doğan medya grubunun tamamen iktidar safına geçmesi sıradan bir ticari işlem değil. Mesleği, ekonomiyi, siyasi-ideolojik ortamı çok etkileyen bir girişim.

Doğan medya grubunun Demirören grubuna devri, Türkiye medya manzarasında az üç düzlemde tayin edici bir kırılma, tarihi bir dönüm noktası olarak kayıtlara geçti: Bu devir işleminin mesleki, iktisadi, siyasi-ideolojik alanlardaki etki ve sonuçlarını önümüzdeki dönemde daha açık bir şekilde görebileceğiz.

Bu konuda yazı yazmayan neredeyse kalmadı. Murat Belge bile bir makale kaleme aldı. Yazarlar, yorumcular kendi ideolojik konumlarından, kendi perspektif ve çıkarlarından meseleyi ele aldı.

Ben de olayın hemen ertesinde 22 Mart günü sabahı radyoda Zafer Arapkirli'nin programında konuya ilişkin değerlendirmelerimi sunmaya çalıştım.
Bkz: Gazeteci Duran: Eski Türkiye’de Aydın Doğan’ın yeri vardı, şimdikinde yok

İşin önce mesleki yanına bakalım: Doğan grubundaki bu mülkiyet değişikliğinin yeni işten çıkarmalara neden olacağı kesin. Geçmişte benzer bir devir, Milliyet ve Vatan gazetelerinin başına gelmişti. Bu iki gazete kimlik değiştirince, hem çok sayıda meslekdaşımız işşiz kalmış hem de büyük ölçüde tiraj kaybına uğramıştı. Şimdi Hürriyet ve Posta gazetelerini de aynı kader (keder?) bekliyor. Özellikle Hürriyet gibi köklü bir gazetenin geleneksel sadık okurunun (310 bin) yeni dönemde, yani havuza düşmüş Hürriyet'e eskiden olduğu gibi sahip çıkmayacağı belli. Okur, bir gazeteyi satın alarak ya da almayarak kimliğini, tutumunu sergiler. Sahibi değişen gazetelerde çalışanların bir kısmı ise, aslında eskiden beri karakter yoksulu ve etik zaafı nedeniyle, kararsızlık ve çaresizlik içinde. Kimi "Gelen ağam, giden paşam" manevrasına şimdiden başlamışken bazıları da yeni patron hakkında eskiden yazdıkları mesajları silmekle meşgul. CNN Türk'deki bir programda Doğan grubunun mensupları, musalla taşı başında gibi konuşuyorlardı.

İşin ekonomik-mali yanı henüz yeteri kadar net değil. Çünkü bu devrin bütün boyutları bilinmiyor. Ekonomi uzmanlarının, piyasayı yakından izleyenlerin iki önemli tespiti var: Doğan medya grubuna biçilen 1.2 milyar dolar holdingin gerçek değerinin çok altında. Zaten kulis haberlerine göre, Aydın Doğan'ın satış müzakereleri sırasında talep ettiği fiyat 5 milyar dolar. İkinci olarak, yandaş kalemler dahil, herkes Demirören grubunun 1.2 milyar doları ödeyecek kapasiteye sahip olmadığını saptıyor. Dolayısıyla Doğan grubunun yeni sahibi ya da bu bedeli ödeyen (ödeyenler) kesin olarak şimdilik belli değil. Aralarında Ziraat Bankası'nın da bulunduğu yerli ve yabancı bankalar ile Katarlı bir medya grubunun konsorsiyum kurarak bu satışı gerçekleştirdiği sanılıyor.

Bu devrin, sıradan, normal, yasal, meşru bir alış-veriş olmadığı konusunda yaygın bir kanaat var. Siyasi iktidarın daha önce Atv-Sabah/Çalık holding operasyonunda yaptığına benzer bir durum hatta daha karmaşık, daha büyük bir operasyon var ortada. Aydın Doğan'ın açıklamalarında geçen "Pes ettim", "Daha fazla dayanamadım" ibareleri ile Doğan'ın Beştepe ile temasları da bu zorlamayı teyid ediyor. Hele Erdoğan'ın ve yandaş medyanın Aydın Doğan aleyhine sürdürdüğü uzun erimli kampanyayı hesaba katacak olursak, devir ya da alış-veriş sözcüklerinden çok, el koyma, mülksüzleştirme hatta belki de gasp kelimeleri olayı daha iyi betimliyor. İktidarın kendi dışındaki medya ile ilişkilerindeki sabıkası da işin cabası. Böyle durumlarda bugünün Türkiye'sinde şeffaflık beklemek biraz safdillik olsa gerek.

Gelelim işin püf noktasına yani siyasi-ideolojik-kültürel boyutuna. Erdoğan, 2019 seçimlerine kilitlenmiş durumda. Ayrıca galiba Azerbaycan ile Katar dışında dünyadaki bütün devletlerle kavgalı. BM'den AB'ye, Avrupa Konseyi'nden Avrupa Parlamentosu'na kadar tüm büyük uluslararası kuruluşlarla ihtilaf halinde. Suriye'de savaşı devam ettirmek istiyor. Global medyada Erdoğan'ı savunabilen bir tek adem yok. Başkanlık seçimleri için MHP'yle ittifak kuran BBP'yi de yanına almaya çalışan Erdoğan, Saadet Partisi'ni kendi safına çekemedi. AKP'nin eriyen oylarının yanısıra altı boş MHP ile BBP'den beklediği oy desteğini de alamamışa benzer. Meclis'deki çoğunluğuna güvenerek seçim yasasında yaptığı değişiklikler Erdoğan'ın bir açığını daha faş etti: Saray şimdiden ikinci tur için hazırlıklar yapıyor. Tercümesi, birinci turda kazanamayacağız.

Bu ortamda, memlekette en küçük aykırı, muhalif hatta farklı ses çıkmaması gerekiyor. Saray'ın içeride güçlü bir medyatik tahkimata ihtiyacı var. Ne var ki bugüne kadar A Haber ya da Yeni Şafak'ın yapamadığını, Hürriyet'ten ya da CNN Türk'den beklemek de siyaset-medya ilişkilerinde ham hayaller peşinde koşmaktan farksız. Sanal Gerçek, Hakiki Gerçeği sadece bir grup yurttaş için o da sadece belirli bir süre için değiştirebilir ya da bozabilir. Medyanın siyaset ve toplum üzerindeki etkisi kalıcı ve sürdürülebilir olamaz, olmamıştır, olamayacaktır.

Milli birlik ve beraberliğe en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, Boğaziçili öğrenciler büyük bir engel oluşturuyor.

Tek Adam'a Tek Medya yakışır. Ne var ki, bu Doğan medya hamlesi aslında, her zaman olduğu gibi, hiç de rasyonel ve Beştepe'yi güçlendirecek bir hamle değil. Doğan grubu aslında uzun zamandır büyük ölçüde zaten teslim olmuştu. Üstelik çoğu AKP seçmeni olmayan geniş okur kitlesinin desteğini belirli ölçüde hala sürdürebiliyordu. Ortada duruyormuş gibi bir görünümü vardı Hürriyet'in. Yüzde yüz yandaş medya kategorisinde sayılmayacak bir yapıda yayın politikasını yürütüyordu.

Ne var ki, "Muhtar bile olamaz", "Siyasi hayatı sona erdi", "Kaosa kalkan 411 el" gibi manşetler dindar ve kindar Erdoğan'ın unutabileceği başlıklar değildi.

Evet doğru, Hürriyet devlet gazetesiydi. Ama kadim devletin gazetesiydi. Evet doğru Aydın Doğan, medyada sendikacılığı yıkan patrondu. Ama bugünkü sorun sendikacılık değil ki...

Türkiye medya manzarası son dönemde 3 kanatlı idi: Yandaş medya, bağımsız medya, merkez medya. Artık iki kanatlı, çünkü eğrisi ile doğrusu ile artık merkez medya diye nitelendirebileceğimiz bir küme kalmadı.

Bir çok meslekdaş haklı olarak bu mülkiyet değişikliğinin Doğan grubu ile sınırlı kalmadığını saptıyor. Çünkü bu devirle küçük ve orta çaplı gazetelerle dergileri dağıtan Yaysat'ın da iktidarın denetimine girdiğini hatırlatıyor. Cumhuriyet, Evrensel, Birgün, Özgürlükçü Demokrasi hatta Yurt belki de Karar gibi gazetelerin dağıtımı da mali ya da doğrudan siyasi bahanelerle engellenirse işte o zaman Tek Medyanın günlük yaşamda da vücut bulması sözkonusu.

Saray hamlesi olarak değerlendirilen bu girişim bir başka açıdan bakıldığında Erdoğan'ın ne kadar zorda olduğunu, ne kadar sıkıştığını da gösteriyor. Mesela Ahmet Hakan'dan bile çekinecek aşamaya gelmişlerse iktidarın içine düştüğü fobi kuyusunu düşünün... Değerli yalnızlık mı diyorlardı buna?

Önümüzdeki dönem açısından da önlem alınması gereken bir aşamaya geldik. İnternet sitelerine getirilen RTÜK denetimini de düşünürsek muhalefetin sesini tamamen kısmaya yönelik bu yeni saldırı karşısında bağımsız gazetecilikten yana olan kurum ve kişilerin, bencil tutkularından vazgeçip habercilikte, gazetecilikte, yayıncılıkta ortaklaşamanın yollarını arayıp bir an önce pratiğe geçmeleri beklenir.

İspanya iç savaşı sırasında Fransa'ya sığınmak zorunda kalan Franko karşıtı İspanyolların, sosyalist, komünist, liberal, demokrat ayrımı yapmaksızın birlikte siyasi ve yayıncılık faaliyetlerini sürdürmesi olumlu bir örnek. Keza, Fransa'da, Nazi işgali sırasında, karargahını Londra'ya kuran De Gaulle'cü anti faşistlerle içeride Direnişi örgütleyen komünistlerin işbirliği de takdire değer.

Erdoğan, bundan sonra telefon başında daha çok ağlayacağa benzer. Demirören'den bahsediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi