Elektrik faturalarıyla yurttaşın sırtına yüklenen aylık 24 milyar liranın belgesi

Uygulanan enerji politikalarının ekonomik, ekolojik, toplumsal ve sosyal bedelleri var ve mutlu bir küçük azınlığın dışında bu bedelleri 85 milyon hep birlikte ödüyoruz.

1 Ocak 2022 tarihinde yürürlüğe giren fahiş elektrik zamları ve hükümetin eleştiri politikalarına eleştiri ve itirazlar artarak sürüyor. 

Uygulanan enerji politikalarının ekonomik, ekolojik, toplumsal ve sosyal bedelleri var ve mutlu bir küçük azınlığın dışında bu bedelleri 85 milyon hep birlikte ödüyoruz.

Enerji üretim ve dağıtımında 2000’lerden bu yana uygulanan özelleştirme politikaları ile hem ulusal kaynaklar büyük oranda sermaye gruplarına aktarıldı, hem Türkiye enerji alanında artan bir şekilde dışa bağımlı hale getirildi, hem de iklim krizinin öncelikli gündem olması gereken bir dönemde fosil yakıtlara bağımlılık artarak devam etti.

Enerjideki bu olumsuz tablo elbette çevre ve ekoloji örgütlerinin de gündeminde.

Ege Çevre ve Kültür Platformu (EGEÇEP), hem elektrik zamlarını hem de enerji üzerinden yurttaşın halkın sırtına yüklenen aylık 24 milyar TL’lik ek yükü somut belgeleriyle açıkladı.

EGEÇEP, hesaplamasında EPDK’nın yayınladığı Ekim 2021 sektör raporundaki elektrik tüketimi verilerini baz aldı. 

Ekimde 19,7 milyar TL olan fatura, aynı elektrik tüketimi karşılığında Ocak 2022’de 42,3 milyar TL’ye yükseldi. 

Bu tüketim, EİAŞ’ın Ocak 2022 fiyatı ile faturanlansaydı sadece 8,1 milyar TL ödenecek ve her ay aradaki fark olan 34,2 milyar TL tasarruf edilmiş olacaktı.

EGEÇEP açıklamasında şu tespitlere yer verdi:

"Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Enerji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2020 yılı Türkiye birincil enerji arzında ithalatın payı yüzde 70,2, fosil yakıtların payı ise yüzde 83,3.

2020 yılı elektrik enerjisi üretiminde ise Elektrik Üretim AŞ (EÜAŞ) verilerine göre, fosil yakıtların payı yüzde 57,7, ithal yakıt oranı ise yüzde 43,5.

Kömür özelinden bakıldığında, 2000’lerin başından itibaren yerli linyit kömürünü işlemeye yönelik tüm teşvik, alım garantisi ve özelleştirmeler sonrası uygulanan yanlış politikalar, Türkiye’yi ithal kömüre bağımlı hale getirdi, özelleştirmenin gerekçesi olarak açıklanan rekabet ortamı yaratılamadı, fiyat istikrarı sağlanamadı, sanayinin ihtiyacı olan ucuz elektrik temin edilemedi, yatırım ve istihdam artırılamadı.

Enerji politikaları, gerek kömürlü santrallere uygulanan teşvik ve alım garantileri, gerekse yenilenebilir enerji kaynaklarına uygulanan destekleme mekanizması (YEKDEM) olsun kamu kaynaklarının özel sektöre aktarımı üzerine kuruludur. 

Yapılan zamlardan açıkça anlaşılıyor ki, kazançlarını düşürmemeye odaklanan özel şirketler, işletme verimliliğini öncelik olarak görmüyorlar ve maliyetlerini elektrik fiyatlarına yansıtmaları önünde bir engel bulunmuyor. 

Enerji Piyasaları İşletme AŞ (EPİAŞ) bünyesinde oluşan ve piyasa takas fiyatı olarak tanımlanan elektrik satış fiyatları, halen kWh için en fazla 100 kuruş düzeyinde. EPİAŞ ocak ayında teklif edilebilecek en yüksek fiyatın 134,5 kuruş/kWh olduğunu açıklamışken, EPDK’nın elektrik fiyat tarifelerinde yer alan enerji bedellerini, bu rakamlardan çok daha yüksek düzeyde tutması, özel elektrik şirketlerinin açık seçik biçimde kollanması anlamına geliyor.

Ayrıca, elektrik üretimi ve dağıtımının bu denli piyasalaşmış olması elektrikte arz güvenliğini sağlamadığı gibi bu konuda sakıncalar da doğuruyor. 

Birkaç yıl önce tüm ülkenin elektriğinin 10 saat boyunca kesilmesi, karları yeterli gelmeyen özel şirketlerin sisteme elektrik vermemelerinden kaynaklanmıştı. Arz güvenliği ancak kamucu bir yönetimle sağlanabilir. Bir ülke için en stratejik alanlardan biri olan elektrik üretim ve dağıtımını piyasalaşarak, sömürü alanı haline gelmesinin, insanca yaşama imkanlarını, üretimi ve istihdamı kısıtlayacağı aşikardır.

Elektrik fiyatlarına yapılan son zamlara da bu çerçeveden bakmak uygun olacaktır:

Konutlara uygulanan zam, 150 kWh’e kadar olan tüketimde yüzde 50, 150 kWh’ın üstünde ise yüzde 125 olarak gerçekleşti. Bir evin aylık elektrik sarfiyatının 230 kWh olması gerektiğinden yola çıkarak, Aralık 2021’de 210 TL olan fatura, zamla birlikte 371 TL’ye yükseliyor. Yani halka yansıyan ortalama zam oranı yüzde 77. 

En yüksek zam oranı yüzde 129,2 ile iletim sistemine abone olmayan, dolayısıyla elektriğini dağıtım şirketlerinden almayan sanayi abonelerine yapıldı. Bu sanayi grubu elektriğe 1,75 TL/kWh verecek. Zamlar sonrası en pahalı elektriği ise ticarethane grubu 2,74 TL/kWh olarak ödeyecek.

Elektrik üretiminin yüzde 17’sini gerçekleştiren Elektrik Üretim AŞ’den 31,86 krş/kWh’e alınan elektriğin dağıtım şirketleri tarafından KDV ve BTV dahil konutlara 150 kWh’ın üzerinde tüketim için 2,06 TL/kWh’ye, alçak gerilim alan sanayiye 2,28 TL/kWh’ye, ticarethanelere 2,74 TL/kWh’ye ve tarım sektörüne 2,06 TL/kWh’ye satılacak. 

Elektrik fiyatı oluşumunda KDV, hem dağıtım şirketlerinin elektriği satışında hem de nihai fatura bedelinde olmak üzere iki kere alınıyor. Hiçbir katma değer eklenmeden getirilen bu artışlar, doğrudan dağıtım şirketlerinin kazanç hanesine yazılıyor.

Öte yandan, halka ve ekonominin tüm sektörlerine ciddi maliyet artışları getiriyor. Bu maliyet artışlarının yıkıcı etkileri olacak, enflasyonu ve işsizliği arttıracak, işletmelerin kapanmasına yol açacak. 

AKP Hükümeti tarafından yapılan özelleştirmelere gerekçe olarak, "kamu işletmeciliğinin hantal olduğu, yüksek maliyetlerden dolayı kamusal zarar oluştuğu, özelleştirme yapıldığı takdirde maliyetlerdeki düşme nedeni ile fiyatların da düşeceği, teknolojik yenilemeler ve özel sektör işletmeciliğinin yaratacağı verimlilik nedeni ile üretimin artacağı, sonuçta tüketiciler ve çalışanlar için bu özelleştirmelerin gerekli ve faydalı olduğu" anlatıldı.

Bu söylemlere rağmen EPDK, EÜAŞ’nin tedarik şirketlerine düşük fiyatla elektrik satışını ve diğer taraftan özel şirketlerin elektriği tüketicilere 4-6 katına satmasını uygun buluyor. 

Özelleştirmeler sonrası dağıtım şebekesinde yeterli iyileştirmelerin yapılmadığı ve plansız kesintilerde Türkiye’nin AB ülkelerine kıyasla çok yüksek oranlara sahip olduğu biliniyor.

Özelleştirmelerden beklenen verim artışı, teknolojik yenilemeler ve bunların sonucu olarak maliyet düşüşü elde edilemediği ortadayken hala bu politikada ısrar etmek toplumun menfaatleri ile uyuşmuyor.

Zamların zamanlaması da dikkat çekici.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), mevzuat gereği elektrik fiyatlarını, üçer aylık periyodlarla yılda dört kez düzenliyor. Ekim 2021’de fiyatlarda düzenleme yapılmayarak, fiyat artışı yılın son gününe bırakıldı. 

Bu şekilde, fahiş elektrik fiyatları 2021 sonu enflasyonuna yansımadığı gibi kamu çalışanları ile emeklilerin maaş artışlarında yer almadı. Kamu çalışanları ve emeklilerin yeni yıla girerken, maaş zamları büyük oranda eridi.

Mevcut enerji politikaları, halkın sırtından özel şirketlere kaynak aktarma aracına dönüşmüştür. Sonuçta refah değil, yoksulluk üretmektedir ve bu haliyle sürdürülemez durumdadır." 

EGEÇEP, tüm bu temel tespitler çerçevesinde şunları talep etti:

  • Mevcut enerji politikaları lağvedilmeli, arz güvenliğini sağlamak ve enerji fiyatlarını piyasanın insafına bırakmamak için tüm özelleştirmeler durdurulmalı, enerji üretimi ve dağıtımı kamulaştırılmalıdır. 
  • Tüm elektrik hizmetleri, güçlü devlet kurumları tarafından, halkın menfaatlerini koruyacak şekilde merkezi bir planlama ile yapılmalıdır.
  • Elektrik fiyatlarındaki fahiş artışın meşru bir gerekçesi yoktur, bu nedenle kabul edilemez, geri alınmalıdır.
  • Konutlar için devreye alınacak çift tarife uygulamasında fiyat artış sınır değeri 230 kWh olmalıdır.
  • Elektrik faturalarına yansıtılan KDV adil değildir, yoksulluğu derinleştirmektedir. Faturalardan KDV tamamen kaldırılmalıdır.
  • Yoksul kesimlerin elektrik masrafları devlet tarafından karşılanmalıdır. Enerji adaleti ancak bu tür sosyal politikalarla sağlanabilir.
  • Türkiye, izlenen yanlış politikalarla birincil enerji kaynaklarında ve elektrik üretiminde ithal kömüre ve fosil yakıtlara tamamen bağımlı duruma gelmiştir ve hükümet, halka ödettiği vergilerle iklim krizini finanse etmektedir. İklim krizinin baş sorumlusu olan ve özel sektöre önemli kaynak aktarımı yoluyla elektrik maliyetlerini de arttıran kömürlü termik santrallerin 2030 yılına kadar kapatılmasına yönelik eylem planı acilen devreye alınmalıdır.

Bu kapsamda; 

  • Yeni maden sahaları araştırma, yeni rezerv açma ve mevcut maden sahalarında genişletme çalışmaları durdurulmalıdır
  • Mevcut kömürlü santrallerde kapasite arttırımına gidilmemelidir
  • İthal kömür santrallerine yeni lisans verilmemeli, yürütülen projeler durdurulmalıdır
  • Kömür madenlerine ve kömürlü santrallere uygulanan tüm teşvik ve destekler derhal kaldırılmalı, buna ayrılan bütçe kömür sektöründe istihdam edilen emekçilerin refahı için kullanılmalıdır,
  • Karbon vergisi uygulamasına derhal geçilmeli ve her sene bu vergi miktarı arttırılmalıdır. Bu vergiyle toplanacak önemli miktardaki gelir de kömür madenlerinde, kömürlü santrallerde çalışan kesime öncelikle yenilenebilir enerji sektörlerinde istihdam sağlamakta kullanılmalıdır.
  • İşletmedeki termik santrallerin katı, sıvı ve gaz atıkları sıkı bir denetlemeye tabi tutulmalı, sınır değerlerini aşan işletmeler kapatılarak, uygun duruma gelmeden tekrar işletmeye alınmamalı, kirlilik ölçüm değerleri "bilgiye erişim ve şeffaflık " kapsamında kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
  • Yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimini destekleme mekanizması(YEKDEM), esas olarak zor sahalarda yer alan düşük kapasiteli ama verimli kaynakların değerlendirilmesi amacıyla başlatılmıştır. Ancak zaman içinde yatırımcılara sağlanan yüksek teşvikler ve dolar bazlı, uzun süreli alım garantileri nedeniyle baştaki amacından sapmış ve özel şirketlere kaynak aktarım aracına dönüşmüştür. YEKDEM uygulaması kaldırılmalı, yenilenebilir enerji yatırımları kamu eliyle finanse edilmeli, enerji üretimi ve dağıtımı kamu tarafından yapılmalıdır. Buna ek olarak, halkın enerji bağımsızlığını desteklemek için kamu kaynaklarıyla yerelde enerji kooperatifleri ve bireysel olarak lisanssız yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye alınması teşvik edilmelidir.
  • Her türlü yenilenebilir enerji kaynağı için tesis alanı seçiminde ve işletiminde yerel halkın rızası mutlaka alınmalı, bu tesislerin ekosisteme zarar vermesine izin verilmemeli, ormanlar, tarım alanları ve sulak alanlarda ne türden olursa olsun yenilenebilir enerji santrali kurulmamalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Cengiz Arşivi