Ellerinde kalan son bombanın da pimini çektiler

'Atatürk sevdası’nı eriyen oylara bağlamak çok sığ bir çıkarsama olur. Mesele Atatürkçü laiklerin oyunu değil onayını alma ihtiyacının doğmuş oluşu.

Emirle Atatürk sevdalısı kesilen AKP’liler neye uğradıklarını bilemez haldeler. Eski yazılarını, eski tvitlerini, eski manşetlerini nereye sokacaklarını, hangi manevrayla döneceklerini şaşırdılar.

Buradan bakınca durum gerçekten komik. Ama sadece buradan bakınca…

Durum komik olmadığı gibi tersine tüyler ürpertici, alarm verici.

En azından ‘muhaliflerin’ farkına varması gereken en kritik dönemeç aşılmak üzere.

10 Kasım’dan beri muhalefetin neredeyse tüm parçaları, AKP’nin ‘Atatürk aşkını’ oy oranının düşmesine bağlıyor.

İktidar bir kez daha ortalığa bir sis bombası attı ve bir kez daha kafa karıştırmayı başardı.

Oysa Haziran 2015 seçimleri ve başkanlık referandumu sonrası; sandığın, demokrasi göstergesi olmaktan tümüyle çıktığı, ‘atı çalanın Üsküdar’ı geçtiği’ konusunda neredeyse herkes hemfikirdi.

2019’da yapılacağı iddia edilen seçimler için ise kazanmayı garantilemek üzere çeşitli modeller üzerinde harıl harıl çalışıyorlar. Buna ilişkin her gün yeni bir haber çıkıyor. Yüzde 10 barajının düşürülmesi teklifinin de Bahçeli’nin cin fikri olmadığı açık. Konuyu ‘barajı düşürmeye’ odaklayıp, sonucu garantileyecek bir seçim sistemi getirecekleri belli.

Yani öyle ya da böyle o sandıktan ne isteniyorsa o çıkacak.

Anayasayı rafa kaldırmış, hukuku en tepe mahkemeden başlayarak tanımadığını ilan etmiş, cumhuriyeti parantez olarak nitelemiş, bütün uygulamalarıyla ve dönüştürdüğü kurumlarla meşruluğu zerre kadar dert etmemiş bir yönetimin şimdi dert edeceğini düşünen yoktur herhalde.

AKP’ye yakın araştırma şirketlerinin de bu kanaati güçlendirecek veriler açıklaması kimsenin tuhafına gitmiyor mu? Örneğin AKP’ye yakınlığı ile bilinen MAK, Erdoğan’ın Atatürk’e övgüler dizdiği tam da 10 Kasım’da AKP’nin oy oranının yüzde 40’a düştüğünü açıkladı. Özellikle oy oranları Erdoğan’ın istediği gibi çıkmayınca sır gibi saklayan şirketler hangi cesaretle açıklamaya başladı?

Erdoğan’ın keskin Atatürk dönüşüne makul bir açıklama olsun diye ortalığa salınmış olabilir mi?

Nereden bakarsanız bakın, ‘Atatürk sevdası’nı eriyen oylara bağlamak çok sığ bir çıkarsama olur. Temel mesele Atatürkçü laiklerin oyunu değil onayını alma ihtiyacının doğmuş oluşu.

Çünkü;

1-FETÖ sonrası koalisyon ortağı olan eski devlet aklının temsilcileriyle çizilen yeni bir rota var. Batı değerlerini tamamen terk ederek, Avrasya kampına uygun tek adam yönetimiyle, çıkar ve güç ilişkilerini kalıcı kılmanın yolunu bulmak zorundalar.

2-Zarrab davası, henüz Türkiye kamuoyunun gündemine gelmemiş ama en az Zarrab kadar önemli Amerika’daki iki ayrı dava, ortalığa saçılan "Paradise" belgeleri ve daha bilmediklerimiz, çığ gibi büyüyerek üstlerine geliyor. Altında kalmamak için "Anti-emperyalizm" söylemi ile Atatürk’ü kalkan etmeyi deniyorlar.

3-Sınır dışındaki gelişmeler de iktidar için endişe verici. Orta Doğu’da işlevini yitirmiş Türkiye’nin hiçbir talebi karşılık bulmuyor. Buna karşılık Kürtler, en önemli aktör olarak uluslararası alanda meşruiyetini koruyor.

4-16 yıldır tek başına iktidar olan Erdoğan yönetimi, imam hatiplere, kurslara, cemaatlere, medya tekeline ve tüm kurumlarına rağmen, istediği ideolojik ve kültürel hegemonyayı kuramadı. Özellikle FETÖ ile yaşanan kavgalı boşanma ve yarattığı KHK mağdurları sonrası dindar-muhafazakar tabanda ciddi yarılmalar oluştu.

5-Hedefe ulaşmalarının önünde kitlesel bir muhalefet var. Kürtler, Aleviler, kentli, okumuş, yaşam biçimine müdahale edilmesinden rahatsız farklı inanç ve ideolojiye sahip kesimler, Atatürkçü laikler.

Hedef ne?

Öncelikli hedef sahip oldukları gücü ve çıkar ilişkilerini korumak olsa da, Taner Akçam’ın Artı Gerçek’te Burhan Ekinci’ye verdiği röportajdaki "Varlığının tehdit altında olduğunu düşünen topluluklar büyük cinayetler işlemeye yatkındırlar… Kürtlerin de Ermeniler gibi imha edilme tehlikesi var" sözleri, hedefe ilişkin çok önemli bir saptamayı taşıyor.

Erdoğan’ın Ermenilerden özür dilermiş gibi yaparken yerden yere vurduğu Atatürk’e sahip çıkmasını bir de buradan okumak gerekir.

Bütün anti-demokratik uygulamalarını Atatürk dönemini yerden yere vurarak meşrulaştırmaya çalışan Erdoğan, bundan sonra yapmak istediklerini de bu kez Atatürk sevgisiyle meşrulaştırmaya hazırlanıyor.

"Atatürk aşkı"yla aynı zaman diliminde, "PKK ayrı Kürt kardeşlerimiz ayrı" söyleminden "Örgüt mensuplarının 5-10 çocuğu var" sözleriyle bütün Kürtleri kriminalize etme aşamasına geçmesi asla tesadüf değil.

"Bölünme korkusu" gibi kullanışlı bir saplantıyı provoke ederek sınır dışındaki Kürtlere karşı ülkeyi savaşa iteklerken, içerde de Kürtlere, Alevilere, solculara yönelik sindirme-susturma operasyonunu ağırlaştırarak, göstermelik bir hukuk çerçevesine bile ihtiyaç duyulmayacak koşullar yaratılmak isteniyor.

Bu koşulları yaratmanın kolay olmadığı görüldüğünden ellerindeki son kozu oynadılar. Zaten parçalı olan muhalefetin en geniş bölümü olan Atatürkçü laik kitleyi, bütün dincileştirme ve tek tipleştirme dayatmalarına rağmen, ‘bölünme’ ve Atatürk sevdasıyla yedeklerine alabilirlerse, bir taşla pek çok kuş vurmuş olacaklar.

Şu sorunun sıklıkla muhatabı oluyorum. Erdoğan’ın FETÖ sonrası iktidarı paylaştığı eski devlet yani "Atatürkçü" ve "laik" kimliği ile bilinen güçler, Siyasal İslam’ın toplum mühendisliğine nasıl izin veriyor?

İktidarın sağladığı rant bir yana, en önemli nedeni ‘derin/eski/Ergenekoncu /Avrasyacı’ güçlerle Erdoğan’ın, Alevisiz, Kürtsüz, solcusuz, muhalifsiz, tek tip toplum yaratma hedefinde ortaklaşmaları.

Kuşkusuz kimsenin ötekine güvenmesinin mümkün olmadığı iktidar ilişkilerinde, koalisyon ortakları bir sonraki adım için de hazırlık yapıyor. Erdoğan cihatçı bir kitle oluşturarak olası bir ‘boşanmaya’ karşı tahkimat yaparken, diğerleri de itaatkâr bir kitleyi kolayca kontrol edebileceklerini düşünüyor olabilir.

Ne de olsa yakın geçmişimizde İslamcılara maddi-manevi kol kanat geren ‘Atatürkçü Evren’ örneği var. Uğur Mumcu’nun "Rabıta" adlı kitabı askeri yönetimle İslamcıların ilişkilerini anlatır. Bu Atatürkçü güruhun, solculara, Kürtlere, demokratlara yaptıklarını ise hatırlatmaya gerek yok.

Bütün bu olup-bitenlere bakınca, CHP’nin niye yüzeysel bir muhalefetten öteye geçmediği de herhalde anlaşılmış oluyor. İktidarın sağına bakıp Siyasal İslam’ı görünce şahlanıyor, soluna bakınca ‘derin’ ağabeylerinin ‘bölünme’ uyarısıyla susup oturuyor. İki arada bir derede sıkışmış, saplanıp kaldığı ideolojik açmaz içinde debelenip duruyor.

Güç odaklarının ellerinde kalan son tahkimat olan ‘Atatürkçülük’ bombasının pimini çekip ortalığı dumana boğmuş olmaları, bütün muhalefeti CHP gibi körleştirebilecekleri anlamına gelmiyor.

Bundan sonrası işçilerin, öğrencilerin, kadınların, laiklerin, muhafazakârların ve tüm ötekileştirilenlerin; insan hakları, demokrasi ve hukuk ekseninde buluşmanın yolunu bulmalarına bağlı.

16 yıldır başaramadıklarını bundan sonra başarabilmeleri çok zor ama "imkansız" hale gelmediği sürece bedel ödetmeye devam edecekler.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi