Erkek egemenliği sorun, kadınlar değil

Erkek egemenliği sorun, kadınlar değil
Güce dayalı tehlike bulaşıcı bir hastalık gibidir.

Hikmet KESERCİ*


Hayatı kadından kopuk bir şekilde ele alırsak kadın etrafında örülen erkek egemen düşüncenin yıkıcılığıyla baş başa kalırız. Hayatlarıyla ilgili kararlarda kadın gerçeği ve iradesi yok sayılamaz.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu açık verilerine göre 2018 yılında 440, 2019 yılında 474 kadın, erkek cinayetine kurban gitti. 2020 yılının ilk dört ayında öldürülen kadın sayısı 98 olduğu elde edilen veri sonuçlarından öğreniyoruz.

Kadın cinayetleri boşanmak ve ayrılmak istemeleri gibi hayatlarıyla ilgili kararları vermek istemelerine erkeklerin öldürerek cevap vermesinden kaynaklanıyor. Bu da yaşadığımız erkek egemen toplumda kadın gerçeği ve iradesinin yok sayıldığının en büyük göstergesi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu açık verilerine göre 2020 yılının ilk dört ayında işlenen kadın cinayetleri  ocak ayında 27, şubat ayı 22, mart ayı 29, nisan ayı 20 olmak üzere 98 kadın vahşeti yaşandı.

Olmayan bayram sevincimizin üstüne genç bir kadının Z. Ş. 25 katledilmesiyle daha da keyifsiz bir hale geldi. Aslında geride bıraktığımız diğer günlerimizin sevinçleri de böylesi haberler yüzünden yarım kalmıyor mu? Yıllar önce, bir kaç ay önce, iki gün önce ve dün, gün geçtikçe kadın üzerinde artan; ezici yönü ağır basan cinsiyetçi söylemler, istismar, tecavüz, ölümle sonuçlanan kadın vahşetleri, toplumda sürekli kadın erkek arasında eşitsiz bir bölünme sürecinin gittikçe hakim olmasına neden oluyor. Bir genç kadının öldürülmesinden sonra ''özgürlüğe düşkün'' demek terbiyenin mükemmelliğinden değil, berbatlığından.

Zayıflamış zihniyetlerin, hayatlarımız üzerindeki yıkıcı etkilerini yaşıyoruz

Z.Ş. 25 katledilmesinden sonra sosyal medya platformlarında; ''Ne işi var bir erkekle aynı evde, dizini kırıp otursun evinde'' gibi hayatının baharında öldürülen bir kadının arkasından böylesi yorumlarda bulunan zihniyete şunu söylemek isterim. Zayıflamış zihniyetlerin, hayatlarımız üzerindeki yıkıcı etkilerini yaşıyoruz. 

Toplumun gerçeğiymiş gibi inşa edilmeye çalışılan bu düşünce yapısı kadın üzerinde hakimiyet düşüncesi kurmaktan başka bir şey değildir.

‘Kadının adı var’

Yaşamın vazgeçilmez bir parçası olan kadına karşı her türlü ayrılıkçı söylem gösteriyor ki yaşamda maalesef kadın hakları gölgede kalıyor. Kadının adı var demekle yetiniyoruz. Hayatı kadından kopuk bir şekilde ele alırsak kadın etrafında örülen erkek egemen düşüncenin yıkıcılığıyla baş başa kalırız. Erkek kadar kadının da değerlerine, isteklerine bağlı bir yaşam kadın erkek eşitliğinde daha çözümcü bir anlayışı getirecektir.

Erkek egemen zihniyetinden kaynaklı yaklaşım aynı zamanda ayrılıkçı bir toplumun yarattığı ideolojinin olumsuz sonuçları olarak sürekli şiddet olayları karşımıza çıkacaktır. Ortak bir yaşamın içerisinde kadın iradesi ve kişiliğinde gündeme getirilmelidir. Kadının iradesini ( Sus, sen kadınsın!) diyerek engelleyen, sorun olarak gören zihniyette, erkek sorun olmaya başlar, kadın değil.

Gönül ilişkilerinde kadın rızası önemlidir

Doğumla başlayıp, ölümle son bulan sancılı yolculuk diye tanımladığımız yaşam iki cinsin birlikteliği ile birleşmesiyle olur. Karşıt cinsler arasındaki gönül ilişkileri kadının rızası dışında erkeğin gücüne dayandırılarak yaşanamaz.

Güce dayalı tehlike bulaşıcı bir hastalık gibidir. Her erkeği katil adayı haline getirirken kadının da kendisini tehlikede görmesine neden olur. Korku içerisinde her an aynı talihsiz sonun başına gelebileceği kaygısıyla yaşamına devam eder.

Erkeğin gücüyle zorbalıkla yaşatılmaya çalışılan, kadın iradesinden yoksun gönül ilişkilerini kabullenemeyiz. Aşk gerçekliğimizden, insani ilişkilerimizden uzak bu anlayış benlik yapımıza ters düşer.

Kadın cinayetlerinden anlaşılan; erkek egemen bir toplumda kadınları kendi gerçekliğine uygun olarak değil, kendisinde gördüğü güç ve üstünlük imajıyla şekillendirmeye çalışmak istemenin sonucu. Bu biçimde yani istediği gibi görmek istemesiyle birlikte erkeğin zihniyetine göre hareket etmesini beklemektedir. Bütün bunlar yaşanılmak istenen ilişkiye yıkıcı birer unsur olmaktadır.

Kadına karşı geleneksel yaklaşımın korkunç boyutları

Bütün bu yaşananlar kişisel meseleler değil, içinde bulunduğumuz toplumdan kaynaklıdır. Şiddete başvurarak kendini erkek gibi hissetmeye çalışan kaba kuvvet ile aynı zamanda ezilen kadın profili toplumda oluşturulmaktadır.

Kadını erkek karşısında değersiz görmekle beraber erkeği üstün cinsiyet olarak görmemize neden olan geleneksel yaklaşımın korkunç sonuçlarından kurtulmamız lazım. Bütün bunları yazarken her kelimesiyle kendi yanlış düşüncelerime de savaş açtım. 

Şiddet olaylarının son bulması adına caydırıcı önlemler almakta tabi ki devletin anayasal sorumluluğudur. Bir daha yaşanmaması ümidiyle.

*Gazetecilik Bölümü öğrencisi

Öne Çıkanlar