Ermeni yazar Estukyan: Kiliseyi yıkan da aynı devlet

Ermeni yazar Estukyan: Kiliseyi yıkan da aynı devlet
Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin bakanlıkça restore edilip ibadete açılmasını ‘samimiyetsiz’ bulan Ermeni yazar Pakrat Estukyan, ‘Yıkan da aynı devlet’ dedi.

Yıkılmasına göz yumulan ve yıllarca onarılmasına izin verilmeyen 350 yıllık Ortadoğu'nun en büyük Ermeni Kilisesi Surp Giragos, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) dönemindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ile Ermeni cemaatinin ortaklaşa katkılarıyla onarılarak, 2012 yılında ibadete açıldı. Ancak Sur ilçesinde 2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde hasar gören kilisenin bazı objeleri de devlet tarafından bölgeye girilmesine izin verilmemesine rağmen çalındı. Asker ve polislerin karargah olarak kullandığı ve daha sonra çatışmalarda tankları kullanarak yıktırdığı Ermeni Kilisesi, 7 yılın ardından sonra 7 Mayıs’ta yeniden ibadete açıldı.

Kiliseyi yıkanların onarımını üstlenmesi gerektiğine işaret eden Ermeni yazar Pakrat Estukyan,"Tahrip olmasında onların sorumluluğu var. Onarımını da onlar üstlendi. Bunların doğal sonucu olarak da bu açılış töreninde tabi boy gösterecekler. Burada Ermeniler olarak başka anlamlar görüyoruz. Ama devlet kendi açısında başka anlamlar başka mesajlar görüyor. Buradaki görüntü devlet tarafından ‘Bakın biz ne kadar hoş görülüyüz. Bakın insanlara nasıl ortamlar sağlayabiliyoruz. Devletin bu hareketini samimi bulmuyorum. Çünkü yıkan da aynı devlet" dedi.

 Ermeni aydınlar Dara Günal ve Pakrat Estukyan ile Surlu yurttaşlar, kilisenin yıkım ve onarım sürecine dair Mezopotamya Ajansı’na konuştu.

‘KİLİSENİN İNŞA TARİHİ 14’ÜNCÜ YÜZYIL’

Kurşunlu Cami olarak bilinen yerin aslında Surp Teodoros Ermeni Kilisesi olduğunu belirten antropolog Dara Günal, kilisenin Kanuni Sultan Süleyman devrinde yıkıldığını ve yerine cami inşa edildiğini söyledi. Kilisenin yıkımından sonra Hançepek'e yönlendirilen Ermeni cemaatinin bu kez burada Surp Giragos Kilisesi’ni inşa ettiğini aktaran Günal, "Kilisenin inşa tarihi 14’üncü yüzyıl. O yüzyıldan bugüne kısa aralıklarla farklı amaçlarla kullanılmasına rağmen kilise özelliğini hiç kaybetmedi. İçerisinde çeşitli yapılar mevcut. Şapel, dini ve Ermenice eğitim verilen medrese, patrikhane ve ana kilise mevcut. Bunun dışında papaz evi ve müştemilat bölümlerinden oluşan kompleks bir yapı burası. Ama bu yapı her zaman kilise olarak kullanılmadı. Özellikle 2. Dünya Savaşı’nda Alman askerlerinin karargah olarak, bir dönem silah deposu, bir dönem de Sümerbank’ın burayı depo olarak kullandığını biliyoruz. Daha sonra tekrar 1950’li yıllarda cemaat ele aldı ama 1915 sonrası cemaatin sayısında büyük bir azalma mevcut" diye belirtti.

‘İLK RESTORASYON SIRASINDA ÇATISI TAMAMEN YIKIKTI’

Cemaat sayısının azalmasından sonra kilisenin bakımsız kaldığını dile getiren Günal, daha sonra tamamen terk edildiğini bunun sonucunda da kilisenin epey zarar gördüğünü belirtti. Günal, "İlk restorasyon sırasında çatısı tamamen yıkıktı. İçerisi de tamamen zarar görmüş durumdaydı. Ancak küçük kilise hala kullanılabilir haldeydi. Ancak büyük bir restorasyonla büyük bir bütçe gerekiyordu. Dönemin Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir ve eski Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’la birlikte yine Ermeni cemaatinin girişimiyle büyük bir proje başlatıldı. Büyükşehir ve Sur Belediyesi’nin de katkılarıyla tekrar yenilendi ve yıllar sonra ibadet edilebilir hale geldi" dedi.

‘BİZ O RUHU MUHTEMELEN 7 YIL ÖNCESİNDE BIRAKTIK’

 Bu restorasyonun kiliseye fiziki olarak çok şey kattığını söyleyen Günal, "Ama ruh derseniz biz o ruhu muhtemelen 7 yıl öncesinde bıraktık. Kaybedilen şey kilise değil, aslında kaybedilen şey Hançepek idi. Gavur Mahallesi’ni kaybettik. Şimdi kapıdan girerken de çıkarken de sağıma soluma bakamıyorum. Çünkü artık kilisenin geçmişi yok. Elimizde kalan tek şey bu yapılar bütünü. Artık o kilisenin cemaati de burada yok. Hançepek yok artık. Ruh derseniz 7 yıl önce dondu" ifadelerini kullandı.

‘KİLİSE UZUN YILLAR SÜMERBANK DEPOSU OLARAK KULLANILDI’

 Ermeni yazar Pakrat Estukyan da, tarihi bir yapı olan Surp Giragos Kilisesi'nin Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi olduğunu hatırlatarak, kentteki Ermeni nüfusunun azalmasından kaynaklı sahipsiz kaldığını söyledi. Kilisenin Cumhuriyetin ilk yıllarında Ermeni toplumunun elinden alındığını belirten Estukyan, buna dair şunları aktardı:

"Kilise uzun yıllar Sümerbank deposu olarak kullanıldı. Sonrasında Ermenilere iade edildi ama Diyarbakır’daki Ermeni nüfusu azaldıktan sonra kilisenin öncelikle damı çürüdü. Sadece iç duvarları kaldı. O halini de gördüm. Sonra bir onarım geçirdi. 2012’de açıldı. Akabinde de 7 yıl önce Sur bölgesindeki çatışmalara bağlı olarak kilise bir kez daha tahrip oldu. Çatışmalardan ötürü tahrip olmaktan ziyade kilisede özel harekat polisleri karargah kurdu. O dönemde kilise tahrip oldu. Sonrasında yenilendi ve bugün açılışı için buradayız. Bu çok anlamlı. Diyarbakır’da Ermeni kalmadı. Kanaati yaygınken, 2012 yılındaki açılışta ciddi bir Ermeni varlığına tanık olduk. Aslen nüfus cüzdanlarında İslam olarak tanımlanan birçok insan kökenlerinin Ermeni olduğu bilinciyle kiliseye gelmeye başladı. Bu da kiliseyi bir kez daha yaşayan bir organizma haline getirdi."

‘OLANLARA ŞAŞIRMIYORUZ, AMA KABULLENMEKTE DE ZORLANIYORUZ’

 Sokağa çıkma yasakları döneminde kiliseyle bütünleşen Sur ilçesinin tarihi dokusunun kaybedildiğini ifade eden Estukyan, sokakların, avlulu evlerin yıkıldığını ve yerine TOKİ’lerin inşa edildiğini bundan dolayı da kiliseye yabancılaştığını söyledi. Sur’un UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer aldığını ancak şu an eski özelliklerinden iz kalmadığını üzüntüyle dile getirdiğini kaydeden Estukyan, "Diyarbakır şehri genel olarak ve özellikle de Gavur Mahallesi, Sur Mahallesi sadece tanım olmasının ötesinde birçok yaşanmışlıklar, belgeler barındıran bir yapıydı ve bunların o Türkiye Cumhuriyeti devleti için çok fazla bir kıymeti yoktu. Buradan götüren savaş hoyratça bir savaştı. Zaten sivil savaşlar bütünüyle hoyratça savaşlardır. O daracık sokaklarda tankların, topların dolaştığına tanık olduk ve bir sürü yapı tank atışlarıyla, top atışlarıyla yıkıldı, tahrip edildi. Bütün bunlar çok ağır şeyler. Bu olanlara şaşırmıyoruz, ama kabullenmekte de zorlanıyoruz" dedi.

‘YIKAN DA AYNI DEVLET’

Kiliseyi yıkanların onarımını üstlenmesi gerektiğine işaret eden Estukyan,"Tahrip olmasında onların sorumluluğu var. Onarımını da onlar üstlendi. Bunların doğal sonucu olarak da bu açılış töreninde tabi boy gösterecekler. Burada Ermeniler olarak başka anlamlar görüyoruz. Ama devlet kendi açısında başka anlamlar başka mesajlar görüyor. Buradaki görüntü devlet tarafından ‘Bakın biz ne kadar hoş görülüyüz. Bakın insanlara nasıl ortamlar sağlayabiliyoruz. Devletin bu hareketini samimi bulmuyorum. Çünkü yıkan da aynı devlet."

'KİM TOLEDO İSTEDİ SİZDEN?'

 Estukyan, devamında şunları söyledi: "Buranın insanının, Diyarbakır Belediyesi’nin UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmek için nasıl yoğun çaba sarf ettiğinin tanığıyım. Osman Baydemirlerin, Abdullah Demirbaşların nasıl çabalar sarf ettiklerini biliyorum. Ama o çabalar devlet nezdinde hiçbir anlam ifade etmiyor. O yüzden de burayı bu hale getirdiler. Dönemin Başbakanı teselli olacakmış gibi ‘Burayı Toledo yapacağım’ dedi. Bu, ruhu anlamamanın bir göstergesi. Gerçekliği anlamamanın, şehri anlamamanın, şehrin insanlarının psikolojisini anlamamanın göstergesi. Kim Toledo istedi sizden? Kime lazım Toledo? Biz o kuçelerde, o elverişsiz, o sağlıksız kuçelerde bir tarihin tanıklığını da saklıyorduk. Bu şehrin nitekim modern semtleri var. Diclekent’i var, Ofis’i var. Sur’un özelliği buydu. Bunu tahrip etmek kabul edilebilir gibi bir şey değildi."

KİLİSENİN RUHUNA DA ZARAR VERİLDİ’

 Sur ilçesinin sakinlerinden Tarık Hanazay, yasak esnasında kilisenin de Sur’un mahalleleri gibi tahrip edildiğini belirterek, "Kilisenin taşları kaldırıldı ve restorasyon için yeni taşlar getirildi. Yani kilisenin ruhuna da zarar verildi. Restorasyona dikkat ettiğimiz zaman eski rengini de kaybetmiş. Diyarbakır'da binalar siyah taşla yapılır" diye belirtti.

'DEVLET TARİHİ BOZDU'

Binaların şimdilerde yeni bazalt taşlarıyla inşa edildiğini kaydeden Hanazay önceleri Ermenilerle komşu olduklarını ama şimdilerde her şeyin bozulduğunu ve komşuluğun kalmadığını söyledi. "Avlulu eski evler genişti ve korunmaları gerekiyordu çünkü bu yerler bin yıllık bir tarihe sahipti. Hiçbir yerde bu kadar zengin bir çeşitlilik yoktu" diyen Hanazay, devletin Kürtlerin ve Ermenilerin tarihini bozduğunu "restorasyon" adı altında da her şeyi değiştirerek, kötüleştirdiklerini vurguladı. Hanazay, hükümetin kilise hakkında propaganda yaparak kendisini diğer devletlere demokrat olarak göstermek istediğini ama gerçekte böyle bir şeyin olmadığını sözlerine ekledi.

‘BARIŞIN UMUDUNU DA KORUYORUZ’

Kilisenin tarihinin 14'üncü yüzyıla dayandığını ve definecilere, yıkıma, savaşa rağmen hala ayakta kalabildiğini ifade eden Seyfi Demir ise, şunları söyledi: "En son Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın girişimleri ile Ermenilerin de katkılarıyla bir restorasyon yapıldı ve 2012-13 yıllarında görkemli bir açılış yapıldı. Tabi 2015’ten sonraki çatışmalı süreçte bölgede ve doğal olarak inanç alanlarında istemediğimiz durumlar ve yıkımlar oldu. Buralar bir sürü keder ve acının yaşandığı alanlara döndü. İnsanlık tarihi barışın değil savaşın bir tarihidir. Bu anlamda burası da savaştan nasibini aldı. Burası turizm merkezinden ziyada inanç ve kültürel bir buluşma yeridir. Savaşta insanlar, yapılar, kültürler zarar gördü ama artık bir parça taşımızın bile zarar görmesini istemiyoruz. Savaşın acımasız gerçekliğini hiçbir zaman göz ardı etmeyiz, ama barışın umudunu da koruyoruz."

Öne Çıkanlar