Eskil bir rüyanın büyüklüğünün farkına varma zamanı

Eskil bir rüyanın büyüklüğünün farkına varma zamanı
Türkiye sosyal gerçekliği oysaki Sol’a geniş bir siyaset yapma alanı sunuyor. Fakat Sol, siyasetin ne gündemini belirleyebiliyor ne de devinim alanını çizebiliyor.

Josef H. KILÇIKSIZ


CHP’nin, sırf İYİ Parti ile olan ilkesiz ilişkiyi korumak adına ve herhangi bir siyasî içerik olmaksızın, Sol'un sınıfsal siyasi alanını daraltarak Sağ ile aynı hat üzerinde konumlanması anlaşılır bir şey değil.

Denilecek ki, "Kürt meselesi, Demirtaş’ın tutukluluğu, mesela dış siyasette ABD karşıtlığı, mesela ulusal birlik, mesela emekçilerin örgütlülük hakları, mesela laiklik ve işkence gibi meseleler, Millet İttifakı’nın enerjisini emen hassas siyasi alanlar. Bu nedenle bu çatışmalı alanlardan uzak durmak gerekir." Bunu yaparsanız o zaman da solculuğunuzdan geriye bir şey kalmaz, iyipartileşirsiniz.

Bunu yaparsanız, kendi geçmişleriyle zaten hesaplaşmak gibi bir kaygıları olmayan ve Türkiye’nin şimdiki durumunun baş müsebbipleri olan Sağ’a ve siyasal İslam’a "temiz siyasi biyografileri" kendi elinizle tepside sunmuş olursunuz, onları siyaseten aklamış olursunuz.

Bunu yaparsanız, Sağ’ın her tonunun (hem de en radikalinin, en ırkçısının) siyasal etkinlik alanının sınırını keyfi ve başına buyruk bir şekilde tek başına çizmesine dolaylı katkı sağlamış olursunuz, onlar gündemi belirler siz de o katara, Hindistan’daki gibi, sadece yandan asılarak yolculuk edersiniz.

Türkiye sosyal gerçekliği oysaki Sol’a geniş bir siyaset yapma alanı sunuyor. Fakat Sol, tüm bu sınıfsal ve içtimaî malzeme zenginliğine rağmen, siyasetin ne gündemini belirleyebiliyor ne de devinim alanını çizebiliyor.

Sol’un siyaset yapma alanını daraltan olgular sadece Sağ’ın ve siyasal İslam’ın şark kurnazlığı değildir.

İktidarla aynı hat üzerinde seyretmenin dayanılmaz konforu, İYİ Parti’yi ürkütmeme hassasiyeti, kadim devlet partisi olmanın sözde "vakurluğu" ve devlete her anlamda sahip çıkma alışkanlığı, siyasete matematiksel bakma saplantısı, sosyal demokrasiyi Marksist paradigmalardan tümden soyma kaygısı, Kılıçdaroğlu’nun 'Alevi' kökeninin toplumda (kim bilir belki de CHP içinde bile) bir kambur olarak görülmesi, dış siyasette iktidarın hatalı politikalarına "yerli ve milli duruş" adına sahip çıkılması, anti USA’lığın anti-emperyalist bir tutum olarak algılanması, hayat pahalılığının ya da kısacası ekonominin siyaset yapmayı belirleyici etkisi, eşya ve tüketim düşkünü cahil Homo economicus’a göre siyaset belirleme, aşırı Sol örgütler ile yan yana görünmeme kaygısı, tüm izm’lerin artık bir değerinin kalmadığı şeklindeki ahmakça sav (yok efendim Sağ ve Sol diye bir ayrım kalmamışmış.) CHP’yi siyaseten işlevsiz kılan ve Sol’un siyaset yapma alanını daraltan nedenler arasında sayılabilir.

İktidarın 'sokağı' halka kapatan tutumunun dolaylı destekçileri kimler? İnsanların gece yataklarından agresifçe alınmasında, laikliğin kıyısından köşesinden  kemirilmesinde (tabii bu arada laiklik zaten siyasi mevta olmuş, kimin umurunda), işkencenin ve güpegündüz adam kaçırmanın sürmesinde, ülkede işsizlik diz boyuyken üç milyona yakın yabancı işgücü arzının işçi ücretlerini aşağı çekmesi ile iktidarın dış siyaset hatalarına göz yumulması arasındaki habis diyalektiğe göz yumulmasında, iktidarın otoriterleşme ivmesinin artmasında, siyasetten dışlanması gereken karanlık odakların ortalıkta külhanbeyi gibi dolaşıp anayasa yapmaya kalkışmasında  CHP solculuğunun payı nedir?

Laiklik meselesi için kısa bir parantez açarsak, bir de, yoksul ailelerden gıda paketi sayesinde oy alanlara da oy verenlere de "makarnacı tayfa" deyip ötekileştiren, o 'tayfa' ile hiç münazaraya girmeyen, o kesimden oy almaya çalışmayan bir seçkinci sekülerler kategorisi var ki, her şeyin üzerine tuz biber ekiyor. Kurumsal laiklik ilkesi bunların umurunda değildir. Bunların laikliği kendi kapalı devre yaşam alanlarına dokunulmadığı kadardır.

Tanrı aşkına siz söyleyin, yeni anayasada laiklik olmasın diyenler ve öğrencileri ölümle tehdit edenler sıcak yataklarında uyurken, öğrencinin kapısını kırıp, gecenin karanlığında uykusunu bölerek odasına giren polisin tutumunu, toplanma yasağının üniversitenin önünde bağıran köktendinciler için değil de sadece muhalifler için uygulanmasını, uzun tutukluluk ilkesinin mesela Kavala, Demirtaş, Altan ve bir çok muhalif için değil de sadece Zirve katliamını yapan faşist radikaller ve Selçuk Özdağ’a saldıranlar için dikkate alınmasını, her türlü muhalife "güvercin tedirginliği" yaşatılırken, mafyacılık oynayan katillerin düşünce ve fikir özgürlüğünden gani gani faydalanması gerçeklerini muhalefet sorgulayamayacaksa bu CHP ne işe yarar ?

Bu enkaz yığınından dönüp dolaşıp neden ya Atatürk dönemini ya da CHP’yi sorumlu tutuyorlar?

Deseniz ki, bir teneke ayçiçek yağı şu kadar olmuş alacağınız yanıt "ama Kılıçdaroğlu SSK’yı batırdı" olur. Deseniz ki, Bulu istifa etsin, alacağınız yanıt muhtemelen "neden Kılıçdaroğlu zamanında istifa etmedi?" olur.

"Kılıçdaroğlu SSK’yı batırdı." artık gerçekten kabak tadı veren, "İnsanlar maymundan geldiyse neden hâlâ maymunlar var?", "Alevilik Hz. Ali’yi sevmekse ben de Aleviyim." ayarında saçma bir cümle.

Kısacası siyasal İslamcıların başarılı olmuş ve adama yapışmış bir çamur operasyonu.

Üstelik SSK ticari bir kurum değil ki kâr amacı gütsün. SSK sadece hizmet sunan bir kamu kurumu. Örneğin Fransa’da muadili olan Sécurité Social ya da CAF denen kurumlar her zaman açık verirler; bu da onların ne kadar kamu hizmeti sunduklarını gösterir. Devlet emekli aylıkları ve sağlık giderleri için, toplanan primlere ek katkı sağlıyorsa, yani az prim toplayıp çok emekli aylığı / sağlık gideri sağlıyorsa buna "sosyal devlet" (état de providence) denir.

Batı'da adamlar bununla övünürken bizde siyasal İslamcılar bunu Kılıçdaroğlu’nun siyasi hayatını mahvetmek için kullanırlar. Sevgili halkım da bu kara propaganda zokasını zaten yutmaya eğilimlidir.

Sevgili halkım mesela ayakkabı kutularındaki paraları hiç sorgulamaz, mesela kur spekülasyonları ile bir gecede zengin edilenlerin hesabını sormaz, mesela yolcu garantili köprü ve tünelleri, doları baskılamak adına çarçur edilen kamu parasını, saraydaki altın varaklı bardakları, mesela yandaşlara verilen ihaleleri sormaz. Cahil, cahilliğinin farkında değildir ki utansın.

Bir yandan sen taşı sıksa suyunu çıkaracak insanları 35-40 yaşlarında emekli et, ülkende kayıt dışı %40'ları geçsin sonra "vurun abalıya!"

Türk sosyal güvenlik sisteminin ölümcül yarası kayıt dışılıktır. Bir ülkede kayıt dışı çoksa o ülkede dolaylı vergi de çok olur. Dolaylı vergi oldukça adaletsiz bir vergilendirme biçimidir. Gelirine bakmadan herkesten aynı oranda alınır.

Ülkemizde dolaylı vergilerin alkole ve sigaraya boca edilmesi kanımca ideolojik bir tavırdır.

Toplum siyaseten ya yeni bir yola yürümek ya da karmaşık bir geçmişle hesaplaşmak gibi ‘Bir Başkadır’cı bir ikilemle karşı karşıya bulunmuyor, çünkü geçmişle hesaplaşmak yeni bir yola yürümeye koyulmanın ilk koşulu sayılır.

Fabrika işçisi önlüğü, namaz, takke, başörtüsü, cami, vinç, kask (kurye ve polis kaskları), telsiz konuşmaları, sokakta teneke ateşleri etrafında çocuklar, maltada volta, koğuşta menemen, balıkçı botu, (muhtemelen dükkanı basan suyu tahliye etmek için), açık oturumlarda "mavi ekran", buruşuk kağıtlarda intihar notları ve TRT’de penguen belgeseli, Afrin zeytinyağı ve PTT ayçiçek yağı tenekesi, Laçin ve Nahcivan koridorları, yıkık kilise duvarları, ela gözlü kayıp Gülistan ve reisin, "köprüdeki kızınız değildi" bilgece tespiti, ceset araması için suyu boşaltılan santral göletleri ve su çekildiğimde kısa bir süreliğine uyanışa geçen tarih, Çakarlı araba konvoyları, omurilik sarımsak, depolarda soğan çürüğü, tel örgülere takılan patik, gecede köpek havlamaları, kırmızı akan dereler, hangarda hurdalık füzeler, komutanın boynunda kemer izleri, kim milyoner olacakta, Rabia (dört mü yoksa bir kadın adı mı?) sorusu, pazarın orta yerinde yerdeki çürük domateslere üşüşmüş ak peştamal kadınlar, seyyar ekmek büfeleri, yerlere dağılmış simit tepsisi, çocuk bezinde kapı kilidi, kadınların sırtlarında menekşe lekeler, pos ve badem bıyık, etil-metil ikilemi ve erkenci körlük, X, Y, Z kuşağı ve sonsuz Pi vb. sıkı yerçekimi nedeniyle havalanamayan astronot ile çöp bidonları etrafına üşüşmüş kadınlı erkekli insan halleri arasında salınan Guernicavari toplumsal panoramanın temel sembolizmleri ve izlekleri olarak işlev görüyor.

Ülkenin kolektif bilinçaltı sorunlu ve sıkıntılı maraz siyasi bir topografya sunuyor. Ülkede yaşayanların çoğunluğu muhafazakâr, mutaassıp, taşra insanı. Tam bir kuzu-dindarlık durumu olgusu ile karşı karşıya bulunuyoruz.

Türkiye’nin, ne yazık ki, benlikleri, aidiyetleri ve alt kimlikleri ile örtüşmeyenden kaçmaya çalışan, bir şeyi paylaşmak bir yana, karşıt görüşlü ile iletişim kurmak dahi istemeyen, karşıdakini dinlemeyen ve anlamaya çalışmayan, inandıklarına körü körüne bağlı, dogma ve önyargılarıyla sonsuza kadar barışık, sadece zorunlu olduğu ölçüde yeniliklere ve farklılıklara açık, evleri sevgi değil eşya ve çığlık dolu, ‘Bir Başkadır’daki Meryem karakteri kadar iç çatışmaları derin ve bunalımlı, rövanşist bir hınç ideolojisi ile zihinleri zehirlenmiş vb. gibi anti demokratik bir anayasa için gerekli insan malzemesini bolca sunan bir sosyalliği bulunuyor.

Bu açıdan bakıldığında yeni anayasa projesi, laiklik-hukuk devleti ve temsili demokrasi denen üç sütunlu sistem için bir stres sınavı anlamına geliyor ve sosyal sözleşmenin ince dengesini, dayanışma, sosyal ortaklık ve kişisel sorumluluğu uyumlu hale getirme konusunda insanlara demir atması gereken iradeyi yansıtmıyor.

Bu durumda toplumsal sınıflar arası inanç ve kabullerdeki farklılıklardan doğan gerilimi nasıl yöneteceksiniz? Yoksa bu gerilim mi sizi yönetip politikalarınıza yön veriyor?

On sekiz yıl boyunca siyasal İslamcıların siyaseti tökezlemelere rağmen adım adım yürüdü. Boğaziçi direnişi aracılığıyla kıvılcımı çakılan karşı sav ve çelişki ruhu nihayet geri dönüyor.

Üstelik bu gençler Erdoğan dönemi dışında başka bir siyasi dönem de tanımıyorlar. Kısacası bu insanlar Erdoğan dönemi hayal ve umut kırıklığının ete kemiğe bürünmüş halini temsil ediyorlar.

Boğaziçi direnişi Türkiye'deki rövanşist hınç ideolojisini besleyen siyasal İslamcı çetenin gençlere yeni bir anlatı sunma kaygısının kalmadığını gösteriyor.

İnsanların «uçmayı», bir kuş kadar özgür olmayı neden bu denli şiddetli bir şekilde özledikleri apaçık ortada değil mi? Çünkü özgürlük hayali, zor yere inen ve sürekli kanatlanmaya meftun bir şeydir.

Özgürlük kuşunun ineceği olası havaalanı, Corona-19 kriziyle birlikte batık bir kültür alanı haline geldi.

Ülkede muktedirler kendilerini gizlenmemiş bir diktatörlüğe dönüştürürken, Biden yönetiminin hükümeti eleştirmesini muhalefet, ülke içişlerine karışmak olarak anlayıp tepki gösterdi. Böyle tutum almakla reis ile aynı hat üzerinde konumlandı.

Bir kere insan hakları, topyekûn arkasında durulması gereken bir iç mesele değildir.

Bir öğrencinin atanmış bir rektöre karşı, anasının ak sütü gibi helal olan, direnme ve gösteri yapma hakkına karşı polisin ölçüsüz güç gösterisi, bir insan hakları meselesidir ve bu durum evrensel bir olgudur ve buna tepki göstermek uygar dünyanın temel sorumluluğu alanına giren bir şeydir.

Örneğin ABD, Myanmar darbecilerine karşı ekonomik yaptırım kararı alıp onları insan hakları konusunda uyarırken insan hakları ve özgürlükler meselesinin Myanmar içişlerini ilgilendiren bir şey olmadığını gösterdi.

Ülkenin muhalefeti zayıf, ancak Boğaziçi en azından bir şeyi açığa çıkardı: AKP rejiminin barışçıl göstericilerin iddialarına karşı şiddet dışında verecek bir yanıtı kalmamıştır. Rejimin gençlere işsizlik, polis copu, demir parmaklıklar, zorunlu bekarlık, kredi borçları, can sıkıntısı, bunalım ve intiharlar dışında gelecek için bir perspektif sunamadığı ortaya çıktı.

Şu ifade General Francisco Franco'ya atfedilir: "Tek başına sadece gözdağıyla iktidarda kalınmaz. Korkunun yanına mutlaka yalanı da almak zorundasınız." Doksan yıl sonra Vladimir Putin, bu iktidar reçetesini tersine çevirirken, ülkemizde ise rejim şimdiye kadar propaganda yalanları ile yetiniyordu, ancak şimdi ayakta kalmak için korku salmayı da kendine müttefik edinmek zorundadır.

Eskiden kralların tebaası ve kuklaları olurdu. Bugün durum tam tersidir, şimdi tebaa kralı çağırıyor. İnsanlar neden kendi içlerinden biri tarafından yönetilmeyi istemekten ziyade, büyük bir kapitalist tarafından yönetilmeyi tercih ediyor?

Mesela Donald Trump'ın başkanlığı kurumsal bir kabustu: Ancak buna rağmen yönetilenlerin fikirleri, değerleri ve davranışları iktidardakilerin görünüm ve tavırlarına taşındı.

Tam egemen olması gereken halk, neden iktidarını, mesela, Trump, Bolsonaro, Xi Jinping, Putin, ya da Modi gibi otoriter şovmenlerin imajına göre şekillendirmektedir?

Erdoğan fenomenine uyan "öfke ve hamaset" sloganına göre bakarsanız, siyasal İslamcıların uzun iktidar yürüyüşünün ana hatlarını ortaya çıkaran ve uzun bir tarihsel gelişim çizgisine eklemlenen bir diyalektikle karşılaşırsınız.

Öne Çıkanlar