Fakir bir kahvede seni beklerken...

Birazdan sen geleceksin ve dilsiz kalacak dünya… Herkes bildiği bütün dilleri unutacak…

Seni fakir bir kahvede bekliyorum. Fakirler beni tanımaz, ama aşka karşı saygılıdırlar.

Aşkta söz yoktur; fakirler, içinde sözün geçmediği varlıkları ve olayları severler…

Fakirler, düştükleri acımasız ve sefil durumun farkındadırlar. Ama kanıtları sevmezler. Dramı başkalarına bırakırlar. Bırakırlar kendilerini hayatın dibine…

Çünkü ne kadar uzaksan sözden, kültürden, yeniliklerden, o kadar sahibisindir dünyanın.

Bütün bedenin ısınır özlemekten, beklemekten…

Ellerin, karnın, gözlerin, dizlerin ateşten yanar. Dokunduğun her şey ısınır. Sokaklardaki kirli ve yalnız ağaçlar, unutulmuş lambaların eğri direkleri, çamur birikintileri, kullanılmayan bisikletler dokunduğun anda sımsıcak olur, beklemekten ve özlemekten…

Kirli gömleğin, uçları sökük çorapların, yorgun ayakkabıların bile büyülü bir sırla parıldar…

Benim seni sevmem gibidir her şey, olması gerektiği gibidir.

Seni, hiç tanımadığım insanların geldiği fakir bir semtteki, fakir bir kahvede beklemem gibidir.

Kahvenin ocağına bakarım. Ocağın mavi alevine… Mavi alevde senin bu dünyaya gelmeden önceki halini düşünürüm.

Bu dünyanın kurallarını, yasalarını öğrenmeden önceki halini.

Sözü bilmeden, henüz hiçbir dili konuşmadan önceki… Babanın topluma uyum sağlayasın ve artık sınırları bilesin diye; seni annenden, annendeki yeryüzünden ve yeryüzünün en saf, en koruyucu imgelerinden koparmasından önceki halini…

Kabul ettikçe, içine girdikçe hayatın; kurguladıkça varlığını giderek derinleşen düş kırıklıklarından önceki… Başardıkça artan eksikliğini, güçlendikçe çoğalan yetersizliğini, çalışı çabaladıkça, eşinden koştukça he geç kaldığın zamanlardan önceki halini…

Seni sevmem, seni bu hayattan soymamdır. Seni sözden, dillerden, yasalardan, vaatlerden, modellerden, kurgulardan, kıyaslardan, beklentilerden, saatlerden soymamdır…

Seni sevmem, bu hatta aşk adına söylenmiş ve söylenecek her şeyi silip atmamdır belleğimden…

Seni fakir bir semtte, fakir bir kahvede, bilinen bütün beklentilerden uzak beklemem gibidir…

Böyle zamanlarda beni herkes unutabilir. Önemsemeyi hiç beklemem. Hiçbir vaat, hiçbir gelecek umudu beni peşinden sürükleyemez.

Birileri bana kötülük yapabilirler, asla karşılık vermem.

Onlara karşı bir kötülük yapmayacağımı hissettikleri için üzerime daha çok geleceklerdir, biliyorum. Olsun, böyle zamanlarda itilip kakılmak hoşuma bile gider diyebilirim. Kötülüğe karşılık veremeyen bir kişilik sergilediğim için çevremde saygınlık uyandırmıyor oluşum beni hiç yaralamaz.

Kim beni defterine aldıysa, oradan silebilir.

Seni bekliyorum…

Önümde bir şiir kitabı, yanında eski bir harita metot defteri ve seni, yeryüzü güneşten kopmadan önceki halinle düşünürken, dört kişi benim oturduğum masada okey oynayacaklarını, arkadaki bir masaya geçmemi söylüyorlar.

Hiç alınmıyorum; kalkıp arka masaya geçerken, senin o geçmişteki kutsal bilinmezliğin, bu bilinmezliğinin içinden sızan ışıltılı sevgin, garip bir merhamet duymama neden oluyor masamı kaplayan okeyci adamlara…

Kahvenin penceresinden dışarı, sokaktan geçen insanlara bakıyorum. İnsanların yüzlerinde ağırbaşlılık ve bilgelik görüyorum. Sanki onları hiç tanımadan, buna gerek kalmadan, yüzlerini bile görmeden konuşuyorum gibi geliyor bana… Çünkü onlara baktığımda seni; senin, dünyamda gizlediğim bütün sırları bildiklerini ve bunu içten içe düşündüklerini hissediyorum…

Seni fakir bir semtte, fakir bir kahvede beklerken, gördüğüm her şeyin ve herkesin birbiriyle bizi ve sevgimizi konuştuklarını hissediyorum.

Ağaçlar, çocuklara; lambalar, üzüntülerle; yaşlılık, gökkuşağıyla bizi konuşuyor…

Sevgimiz, koptuğu yerden birleştiriyor hayatın bu sonsuz yakınlığını… Bu yakınlık, dünyanın çok dışındaki bir yerle birleşiyor. Bu yer, şu an pencereden gördüğüm herkesin içinden, içindeki bir arzudan başlıyor…

Birazdan sen geleceksin… Hayatın sonsuz yakınlığının önce koptuğu, sonra da sımsıkı bağlandığı yerden…

Birazdan sen geleceksin ve dilsiz kalacak dünya… Herkes bildiği bütün dilleri unutacak… Dünyanın güneşten kopmadan önceki halindeki sessizlik kaplayacak her yeri…

Birazdan sen geleceksin; yaşanan sevinç dünyadaki her şeyi o kadar yetersiz bırakacak ki, ölümü özleyecek herkes. Dünyayla tanışmadan, sözle taşınmadan önce, herkese vaat edilen mükemmel ölümü…

Bütün sevgilerin, bütün sevişmelerin en ilkel, en sahici kışkırtıcısı olan ölümü…

Birazdan sen geleceksin ve ben seni beklerken düşündüğüm, hissettiğim bütün bunları bir anda unutup bir başkası olacağım…

Sen geleceksin ve aramıza söz girecek… Sevgime hep yabancı, hep uzak olan bir dil girecek…

Bugüne dek aşk üzerine söylenmiş ve söylenecek her şey girecek…

Yasalar, kurallar, beklentiler, vaatler, modeller, kıyaslar, sayılar, saatler girecek…

Sanki çok inanıyormuşum gibi, aslında gururuma aşırı düşkün olduğumu; çevremde çok önemsendiğimi, saygınlık uyandırdığımı, bana kötülük yapanlara mutlaka misillemede bulunacağımı; kimsenin beni defterden silmeyi göze alamayacağını; beni itip kakamayacağını anlatırım… Bana sunulan vaatlerden, gelecek umutlardan söz ederim… Sen gelmeden biraz önce, okey oynamak isteyenlerin beni masamdan kaldıklarını; benim buna hiç hayır demeden, arka masaya geçtiğimi bile bir anda unuturum…

Ben bunları konuşurken kahvenin ocağındaki mavi aleve takılacak gözün…

Mavi alevde benim bu dünyaya gelemden önceki halimi düşüneceksin… Bu dünyanın kurallarını, yasalarını, simgelerini öğrenmeden önceki halimi…

Sözü bilmeden, henüz hiçbir dili konuşmadan; babamın topluma uyum sağlayayım, kurallara boyun eğeyim ve artık sınırlarımı bileyim diye beni annemden, annemdeki yeryüzünden, yeryüzündeki en saf, en koruyucu imgelerimden koparmasından…

Kabul ettikçe, içine girdikçe, ciddiye aldıkça hayatı; varlığımı kurguladıkça, giderek derinleşen düş kırıklarımdan önceki…

Başardıkça artan eksikliğimi; güçlendikçe çoğalan yetersizliklerimi; çalışıp çabaladıkça, peşinden koştukça, bir kere yeryüzünden kopartıldığım için, artık her şeye hep geç kalacağım zamanlardan önceki halimi düşüneceksin… Sen geleceksin ve toplumsal kişiliklerimize bürüneceğiz. Bin yıllık erkeklik ve kadınlık kültürü esir alacak bizi…

Aramıza söz girecek… Aramıza dil girecek… Bize ait olmayan kurallar girecek…

İşte o zaman, ben seni fakir bir semtte, fakir bir kahvede beklediğim anları özleyeceğim…

Seni en çok sevdiğimi hissettiğim anları…

İşte o zaman, sen benimle fakir bir semtte, fakir bir kahvede buluşmaya gelirken yaşadıklarını özleyeceksin…

Beni en çok sevdiğini hissettiğin anları…

Sen geleceksin ve ben seni, en çok seni beklerken sevdiğimi hissedeceğim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cezmi Ersoz Arşivi