Gazeteci Müyesser Yıldız tahliye edildi

Gazeteci Müyesser Yıldız tahliye edildi
Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız, tutukluluğunun 155. gününde ilk defa mahkemeye çıkarılmıştı.

Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız bugün ilk kez hakim karşısına çıktığı duruşmada tahliye edildi. Yıldız bugünkü duruşmada, mahkemeye 'hukukunuzu tanımıyorum, o yüzden savunma yapmayacağım' diye seslenerek, "Baştan itibaren kanun, hukuk ve ahlâk tanımadan oynanan bu kirli oyunu, şimdi sizlerin huzurunda savunma yaparak, sanki hukuk varmış, adalet tecelli edecekmiş gibi sürdürmek ve legalleştirmek istemiyorum" beyanında bulunmuştu.

Mahkeme, Yıldız için adli kontrol şartıyla tahliye kararı veriken aynı davada tutuksuz yargılanan Tele1 Ankara Temsilcisi İsmail Düken'in adli kontrol tedbirini kaldırdı. Ancak Düken'in yurt dışına çıkma yasağı hala sürüyor. Üçüncü sanık astsubay Erdal Baran'ın ise tutukluluğunun devamına karar verildi.

8 Haziran’da gözaltına alınmasının ardından tutuklanan Odatv Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız, aradan geçen 155 günün ardından ilk kez hakim karşısına çıkmıştı.

24 Aralık 2019 tarihli "Kim bu Hafter'le görüşen Türk komutanlar" ve 20 Ocak 2020 tarihli "Libya'ya hangi komutan gitti... Yerine kim geldi" başlıklı yazıları nedeniyle suçlanan Yıldız’ın duruşması Ankara 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü.

Yıldız’ın duruşmasını meslektaşları, CHP’li vekiller ve Odatv yöneticileri ile KUMPASDER, Kırmızı Kedi Yayınevi ve TGS takip etti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında, Oda TV Ankara Haber Müdürü Yıldız ve Baran 11 Haziran'da tutuklandı, TELE1 Ankara Temsilcisi İsmail Zeki Dükel ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Yıldız ve Dükel ile bu isimlere "bilgi temin ettiği" iddia edilen Baran hakkında, "devletin güvenliği veya yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri açıklama" suçunu zincirleme işledikleri gerekçesiyle 6 yıl 3'er aydan 17 yıl 6'şar aya kadar hapis istemiyle dava açıldı.

Duruşmada ilk olarak tutuklu bulunan astsubay Erdal Baran savunma yaptı. Baran savunmasında suçlamaları kabul etmediğini, belirterek "1. Harp Tabur Komutanı İkmal Astsubayıyım. Taburun lojistiğini sağlarım" dedi. Baran, Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel'le 2015 yılından beri tanıştığını ileri sürdü. 

‘KATILMADIĞIM TOPLANTILARA KATILMIŞIM GİBİ GÖRMEDİĞİM ŞEYLERİ GÖRMÜŞÜM GİBİ ANLATIYORUM’

Baran, "O dönem yaşadığım hukuki sorunlar nedeniyle birçok kuruma gittim. Müyesser Yıldız'ı o sayede görüştüğümde tanıdım. İsmail Dükel'le Uludere olayında tanıştım. Olayı bilen biri olarak ona bunun F tipi işi olduğunu anlattım. O dönemden sonra bir daha görüşmedik. Sadece telefonla görüştük." dedi.

Erdal Baran, "İkmal subayı olarak İdlib ve Afrin operasyonuna katıldım. Döndükten sonra hiçbir toplantıya katılmadım" dedi. 

Baran, "Bipolar ve şizofreni hastalarının kullandığı ilaçları kullanıyorum. Bu nedenle katılmadığım toplantılara katılmışım gibi görmediğim şeyleri görmüşüm gibi anlatıyorum" ifadelerini kullandı.

Erdal Baran, iddianamede yer alan telefon kayıtları için, telefonda konuşulanların tamamının basında çıktığını söyledi.

Baran, hakimin "Diğer sanıklar sizden evrak istedi mi" sorusuna "Müyesser Yıldız istedi 3 tane" diye yanıt verdi. Baran, evrakları vermediğini belirtti.

‘PEK ÇOK KONUŞMADA YALAN SÖYLEDİM’

Erdal Baran, "Olay oluyor basına düşmüş, İsmail Dükel'i arıyordum, anlatıyordum 'haberim yok' diyordu. Basına düşmüş konuları anlatıyordum. Kendimi önemli biri gibi göstermek için pek çok konuşmada yalan söyledim" dedi.

Baran, "İstihbarat raporlarını görecek bir mevkide görev yapmıyorum, hiçbir istihbarat raporu görmeden süsleyip püsleyip anlatıyorum" ifadelerini kullandı.

"Kafamda kurduğum tahmin ettiğim senaryoları anlatıyordum" diyen Baran verdiği tugay bilgilerinin de yanlış olduğunu söyledi.

‘MÜYESSER YILDIZ DIŞINDA BAŞKALARINA DA ANLATIYOR MUSUNUZ?’

Hakim, Erdal Baran'a "Müyesser Yıldız dışında başkalarına da anlatıyor musunuz" diye sordu. Baran bu soruya "Evet, eşime dostuma anlatıyorum" diye yanıt verdi.

Hakimin, Baran'a "Müyesser Yıldız Libya'ya gidecek korgenerali neden merak ediyormuş" sorusuna salondan tepkiler yükseldi. Mahkeme başkanı izleyicileri uyardı. 

Baran, "Libya'ya hiçbir tugay seviyesinde asker gitmedi benim yalanım. İHA'nın düşürüldüğünü Sputnik'ten okudum. NTV, CNN'deki gibi yorum yapıyordum. Libya'ya gidecek birliği tahmin ederek söyledim" dedi.

Bir tapede Baran’ın İsmail Dükel’den bilgi almaya çalışması sorulunca "Ben de ondan bilgi sızdırmaya çalışıyorum" dedi. Baran’ın sözlerinin ardından salonda gülüşmeler yaşandı.

Hakim, Erdal Baran'a "Odatv'ye Müyesser ile yazıyorum" sözlerini hatırlattı. Baran, "Müyesser'in yazılarının beğenilmesi nedeniyle kendime alan açmaya, hava atmaya çalışıyorum. Onları yazacak kapasite yok bende" ifadelerini kullandı.

Duruşma savcısı sorguya başladı. Savcı, Baran'ın telefon konuşmalarında TSK'nın faaliyetlerini küçümser ifadeler kullanmasını hatırlattı ve neden böyle konuştuğunu sordu. 

Baran ise, yanlışlar yapıldığı için böyle konuştuğunu söyledi.

Müyesser Yıldız'ın avukatı Erhan Tokatlı, Erdal Baran'a ihbar mektubunu yazan Durmuş Özkan'ı sordu. Erdal Baran, "Öyle biri yok uydurma" diye yanıt verdi. 

Tokatlı, bipolar hastalığını sordu, Baran kurumdan sakladığını bunun açığa çıkması durumunda emekli edileceğini söyledi.

Erdal Baran'ın avukatı, müvekkilinin yaptığı konuşmaların gizli bilgi olmadığını, Baran'ın katılmadığı toplantıları bile katılmış gibi anlatacak kadar hasta olduğunu söyledi.

Baran’ın ifadelerinin ardından Müyesser Yıldız ve tutuksuz yargılanan TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel salona geldi.

Mahkeme heyeti, Erdal Baran için bipolar hastalığı nedeniyle hastanelere yazılan yazıları okudu ve yazılara henüz yanıt gelmediği belirtildi.

Mahkeme heyeti Hanefi Avcı'nın uzman görüşünün sunulduğunu belirtti ve kimlik tespitine geçildi.

‘İDDİANAME DEĞİL, BİR İNTİKAMNAME’

Yıldız, mahkeme başkanına hitaben, "Sorularınızla öyle bir hava çizdiniz ki gazeteci sanki öcü, sanki hiçbir dostu olamazmış gibi. E.B. ile sohbetimizin buralara gelmiş olması üzücü" dedi.

"Huzurunuza gelmeme sebep olan, bir iddianame değil, bir intikamnamedir. O yüzden sözlerimin başında bu intikamnameye karşı herhangi bir savunma yapmayacağımı belirtmek istiyorum" diyen Müyesser Yıldız, şunları kaydetti:

‘HUKUKUNUZU TANIMIYORUM, O YÜZDEN SAVUNMA YAPMAYACAĞIM’

"Ancak öncelikle benimle birlikte bedel ödettirilen, ailem başta olmak üzere ilk günden itibaren kurulan bu tezgâha inanmayıp, bana sahip çıkan insanlar için ve elbette tarihe not düşme adına söyleyeceklerim var.

Dokuz yıl önce Oda TV kumpasında topluca tutuklandık ve yine bu ayda hâkim huzuruna çıktık. Orada ne söyledim? Sayın Erdoğan 10 ay hapis cezasına çarptırıldığında, ‘Bu karar kanuni olabilir, ama hukuki değil. Hukukunuzu tanımıyorum’ demişti. İşte bu sözleri hatırlatıp, ‘Bize yapılanlar kanuni bile değil. Ben de hukukunuzu tanımıyorum. O yüzden savunma yapmayacağım’ dedim.

Ne yazık ki, bugün de aynı sözü tekrarlamak durumundayım. Baştan itibaren kanun, hukuk ve ahlâk tanımadan oynanan bu kirli oyunu, şimdi sizlerin huzurunda savunma yaparak, sanki hukuk varmış, adalet tecelli edecekmiş gibi sürdürmek ve legalleştirmek istemiyorum.

Bu intikamname önünüze geldiğinde lâyık olduğu yere, tarihin çöplüğüne göndermenizi dilerdim, ama yapmadınız. Oysa bunu kabul ettiğiniz gün, tensipte aldığınız kararlarla, o kağıt yığınının ne kadar pervasızca derlendiğini tespit edip ortaya koyan sizlerdiniz. Ancak hâlâ bir fırsat var. Bizi yargılamakla zaman geçirmek yerine, 'Seni hiçbir delil, belge olmadan, hukuku ayaklar altına alarak hapse attık. Sebebi de bazı büyüklerimizi rahatsız etmen' mesajının verildiği bu intikamnameyi hazırlatanların peşine düşülmesi.

‘HASTALIĞI OLAN GARİBAN BİR ASTSUBAYDAN NE İSTERSİNİZ?’

Burada ne var? Hedef belli: ben... İyi de yıllardır görmediğim değerli gazeteci İsmail Dükel’den, hastalığı olan gariban bir astsubaydan ne istersiniz? Doğrudan, 'Seni alıp içeri atıyoruz' dense daha insani ve mertçe olur, hukuk da böyle iğfal edilmezdi.

Erdal Baran izlenmiş mi? Hayır. Ne yapılmış? Telefon dinleme kararı alınmış. Neden? Çünkü telefonun ucunda beni bulacaklarından eminlerdi. Nereden biliyorlar? Çünkü illegal dinlenmiştim. Yıllarca aradılar, taradılar; bu astsubay üzerinden işi legalleştirdiler. TEM müdürünün yazısında bir cümle var, ‘Yapılan çalışmalar sonucunda şüpheli Erdal Baran ile olan irtibatı dikkat çekici bulunmuş ve bu yönde soruşturma başlatılmıştır’ diyor. İşte önce benim takip edildiğimin itirafı ve delili.

‘15 TEMMUZ BAŞARILI OLSA BEN DE ORTADAN KALDIRILACAKTIM’

Suriye’deki operasyonları yöneten Zekai Aksakallı, İsmail Metin Temel’in adını 5 yaşındaki bebeler bile ezberlemişken, geçenlerde, üstelik kritik olan Somali’deki görev gücümüzün başındaki komutanın adı yazılmış çizilmişken, koca Korgeneral nasıl gizli olabilir? Söz konusu Müyesser’i yemekse, olur!.. Hele de sorulan adres Müyesser’e, Oda TV’ye husumet içinde olan bir yerse!..

İtibar etmedim, etmiyorum; ama birileri sık sık, ‘15 Temmuz’da hazırlanan ölüm listesinde adım vardı’ diye nasıl bir tehlike atlattığını anlatıyor ya, o listede benim de adım vardı. Yani doğruysa, 15 Temmuz başarılı olsa ben de ortadan kaldırılacaktım. Çok şükür, 15 Temmuz başarılı olmadı, yaşıyorum; ama 15 Temmuz’u sorguladığım için hapisteyim. Eğer o listeler ciddi ise dikkat çekici bir kesişme, değil mi?

‘BEN TUTUKLUYUM, AMA DEVLETİN GÜVENLİĞİNİ TEHDİT ETTİĞİM YAZILAR ÖZGÜR’

Ben tutukluyum, ama "devletin güvenliğini" tehdit ettiğim yazılar özgür!.. Şu gerçek bile suç unsurunun o yazılar değil, bizzat ben olduğumu ispatlıyor. 2011’deki Odatv kumpası, İzmir casusluk kumpası vs... Tüm bu benzerlikleri niye anlattığıma gelince; diyorum ki, bu intikamnameyi hazırlayanlar veya hazırlatanlar ya da her ikisi birden "FETÖ’cü" olmalı!..

Aslında Necati Doğru’nun, Emin Çölaşan’ın, Sözcü gazetesinin "FETÖ’cülükle" suçlandığı bir yerde "FETÖ" demenin de inandırıcılığı kalmadı. Zaten, "FETÖ" demek, ülkemizin karşı karşıya olduğu tehlikeyi küçültmektir. Bence bunun tam adı Gladyo’dur, Sevr Örgütü’dür."

‘GAZETECİLİĞİ ANLATSAM SİZLER DAHİL BİRÇOK KİMSEYE ÜTOPYADAN SÖZ EDİYORUM GİBİ GELİR’

Sanıyorum herkes gazeteciliğin ne olduğunu anlatmamı bekliyor. Hayır, bunu yapmayacağım. Çünkü, birincisi, ülkemizde artık uzunca bir süredir başka bir cins gazetecilik var. Gazetecilik şöyledir, böyledir, habere şöyle ulaşılır diye anlatsam, sizler dahil birçok kimseye ütopyadan söz ediyorum gibi gelir. İkincisi, bu intikamnamenin mantığından, vermek istediği mesajdan anlıyoruz ki, sadece devletin açıkladığı yazılabilir, onun dışındakiler "casusluk, gizli bilgi, devlet sırrı" sayılır!..

‘NE DEMEK GAZETECİ KİMLİĞİNİ KULLANARAK?’

Yine de birkaç şey söylemek istiyorum.O polis müdürünün fezlekesinde, "Gazeteci kimliğini kullanarak, birçok şahıs ile irtibatlıdır." diye yazılmış.

Ne demek gazeteci kimliğini kullanarak? Gazeteciyim yahu, işim bu. İşimin birinci gereği de insanlarla görüşmek. Sanki gazetecilik kimliğimi kullanarak dolandırıcılık yapmışım!..

Yine bir kumpas davasına müracaat edeceğim. Ergenekon’da yıllarca hapis yatan gazeteci-yazar Mustafa Balbay, mahkemede şöyle demişti:

"Bizde belge bulunması, şoförde ehliyet bulunmasıyla eşdeğerdir. Şoföre, ‘Neden ehliyetin var?’ diye sorar mısınız? Poliste jop, çobanda kaval, gazetecide belge olur. Bu kadar doğal; ama bizi yemeyi kafalarına koymuşlar."

Koca 10 yıl geçti. Durum ne? Duyma, görme, sorma, yazma... Ve bu intikamname ile yeni bir aşama: konuşma!..

10 yıl önce kitaplar bombadan daha tehlikeli sayılıyor, basılmamış kitaplar toplatılıyordu. Şimdi tek tek yazılar bombadan daha tehlikeli gösteriliyor, yazılma ihtimali olan kitaplardan korkulup operasyon yapılıyor.

Bu intikamname çıkınca, ismi lazım değil, gazetenin biri benimle ilgili, "Astsubayın anlattıklarını tek tek not almış." diye başlık attı. Tabii arkadaşlar yeni sistem gazetecilik yaptığı, plazalarda oturup önüne gelen hazır metinleri yayımladığı için gerçek bir gazetecinin nasıl çalıştığını bilmiyor. Elbette ki, gazeteci en önce not alır. Ama nereden bilsinler!..

Geçenlerde Danimarka’da bizim açımızdan rüya gibi bir olay yaşandı. Devletin televizyonu, Askeri İstihbarat Başkanı’nın, vatandaşların kişisel verilerini ABD istihbaratı ile paylaştığına dair bir haber yayınladı. Bizde böyle bir haber yapılsa ne olur? En önce yayınlanamaz da, velev ki yayınlandı; kesilir, o televizyon basılır, kapatılır, haberi yapan ve yayınlayanlar da anında tutuklanır, değil mi? Orada ne oldu? Olaya bizzat Başbakan el koydu ve Askeri İstihbarat Başkanı ile 2 yardımcısını derhal görevden alıp, haklarında soruşturma başlattı. Ne garip ülke, değil mi?

Biliyorsunuz, Yunanistan’la Meis krizi yaşadık. Anadolu Ajansı’ndan arkadaşlar oraya gidince, ırkçı bazı siteler onları hedef gösterdi. Bunun üzerine devletimizin bir yetkilisi, "O gazeteci arkadaşlarımızın saçının teline zarar gelirse, bunun bedelini ödersiniz... Basın özgürlüğü dersi vermeye kalktıkları Türkiye’de Yunan gazeteciler istediği gibi çalışırken; bir AB üyesinin mafya devleti gibi davranabilmesi düşündürücüdür." diye tepki gösterdi.

Evet, ülkemizde Yunan gazeteciler istediği gibi çalışabiliyor. Ya bu ülkenin evladı olan gazeteciler?! Cevap: işte buradayım!

Aynı konuda iktidar partisinin bir yetkilisi de şu açıklamayı yaptı:

"Yunanistan'da faşistlerin Anadolu Ajansı çalışanlarını hedef göstermesi tam bir barbarlık. Yunan makamlarının bu konuyu geçiştirmesi kabul edilemez. Yunan makamları faşistlerden mi basın özgürlüğünden mi yana olduklarını netleştirmeliler. Yunan makamları bu faşistleri bulmalı ve gereğini yapmalıdır. Yunanistan için bu olayın açığa çıkarılması ve tekrarının önlenmesi bir zorunluluktur."

Çok doğru da, keşke ülkemizde her gün birileri hedef gösterilmese, "Tutukla, tutukla" diye tempo tutulmasa!.. Son olarak Odatv davasında Barış’ları, Murat Ağırel’i ve nihayetinde beni hedef gösteren Yunan faşistleri miydi? Neyse ki, bizde gereği yapıldı. Şöyle yapıldı; hedef gösterenler değil, gösterilenler tutuklandı. (4)Can güvenliğimizi sağlamak için olsa gerek!..

Son bir örnek: Çok yakın zamanda Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Lübnan’da bir haberden dolayı bir gazeteci ile tartıştı. Fransa’ya döndüklerinde o gazeteci tutuklanmadı, hakkında soruşturma falan açılmadı. Herkes Macron’u kınadı. Bir kınama da ülkemizden geldi. Bir yetkili aynen şunları söyledi:

"Macron'un, Lübnan'da gazeteciye yönelik saygısızca tepkisinden ve hakaretlerinden derin endişe duyduk. Fransız polisinin geçtiğimiz aylarda sokak gösterileri sırasında gazetecilere yönelik şiddetiyle birlikte düşünüldüğünde, Fransa'nın gazeteciler için giderek daha tehlikeli bir yer haline geldiği ortadadır. Sayın Macron kendisinin eleştirilmediği, gerçeklerden kopuk bir dünya hayal ediyor. Gazetecilerin, kendisinin keyfini kaçıran haberler yapmadığı bir düzen istiyor."

Ne diyeceğimi bilemiyorum; "İyi ki Fransa’da gazetecilik yapmıyoruz." diye şükredelim bari.

‘ÇÖLE DÖNMÜŞ KOCA BİR ÜLKEDE BİR VAHA, BİR SERAP GİBİ GAZETECİLİK YAPMAYA ÇALIŞAN BİR AVUÇ İNSAN KALDI’

Gazetecilikle ilgili son söyleyeceğim şudur:

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, "Basın milletin ortak sesidir." demiştir. O yüzden Sivas’ta yayımlanan gazetenin adı İrade-i Milliye, Ankara’ya gelir gelmez çıkardığı gazetenin adı Hakimiyet-i Milliye olmuştur; İrade-i Kemal veya Hakimiyet-i Kemal değil.

Gazeteciliğin hal-i pür melali ortada. Çok kurban verdik. Bugün artık öldürülmüyoruz diyeceğim; ama bence son olarak Bekir Coşkun, kurşunla veya bombayla olmasa da, köyden köye sürülerek, kahrından öldürüldü. Ona ve diğer tüm üstatlarıma rahmet diliyorum.

Çöle dönmüş koca bir ülkede bir vaha, bir serap gibi gazetecilik yapmaya çalışan bir avuç insan kaldı. Onlar da baskıyla, tehditle, hapisle yıldırılmak isteniyor. Bitirilmek istenen sadece bizler, basın özgürlüğü değil, doğrudan düşünce özgürlüğüdür.

Vatan şairimiz Namık Kemal 150 yıl önce, "Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imha-yı hürriyet! Çalış, idraki kaldır muktedirsen âdemiyetten." diye haykırmıştı.

Evet, Namık Kemal’in imkansız gördüğü şey yapılmak; basın susturularak, insanların bilgi ve fikir sahibi olması, yani düşünmesi ortadan kaldırılmak isteniyor.

Bunu hedefleyenlere, kendilerine yakın bir ismin, Sezai Karakoç’un, "Onlar sanıyor ki, biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak." sözlerini hatırlatmamın, bilmem, bir anlamı olur mu?

Bu meslekte işsizlikle de açlıkla da hapisle de sınandım. Sınanmadığım bir canım kaldı. Onunla da sınayabilirler, umurumda değil. Ama bırakın dirimi, benim ölümü bile haksızlık, hukuksuzluk, yanlışlık, ihanet karşısında susmaya, yani mesleğime, milletime, ülkeme ihanete kimse razı edemez.

Ata’mızın izinde, "Bağımsızlık benim karakterimdir." dedim, demeye devam edeceğim.

Yaklaşık 40 yıllık gazeteciyim. Bunun 10 yılında devlette görev yaptım. Önümden çok gizli bilgi-belge geçti. Devletin güvenliğinin ne olduğunu ve ne olmadığını iyi bilirim.

Devletin güvenliğini;

Düne kadar Fetullah Gülen’in önünde el pençe divan duranlardan,

İmralı’daki teröristbaşıyla görüşen ve görüşmek için sıraya girenlerden,

Askere, polise silah bıraktırıp teröristlere resmi geçit yaptıranlardan,

Bir başka ülkeye hizmet için yemin etmiş olanları büyükelçi atayanlardan,

Milli mücadeleden beri düşmanın hedefinde olan Türk ordusunu binbir kumpas, hile ve desise ile tasfiye edenlerden öğrenecek değilim.

Hele de dün, ülkemizin kırmızı çizgilerini hatırlattığımız için, bizleri "ırkçı, faşist, kandan beslenenler, Ergenekoncular" diye suçlamışken, bugün bizden daha vatansever kesilip, bizleri bir kez daha hedef alanlardan öğrenecek hiçbir şeyim olamaz.

"Onlar geçmişte kaldı." denirse;

Devletin güvenliğini bu denli düşünenler, keşke daha dün İmralı’daki teröristbaşının seçim mektubunu yayınlayanlardan, bir diğer teröristbaşını devletin televizyonuna çıkaranlardan hesap sorsa, ondan sonra benim yakama yapışsa, kabulümdü!..

Milyonlarca Suriyelinin içimize girmesinde sakınca görülmedi. Günlerdir izliyoruz; Yozgat’ta, Kırşehir’de, Konya’da, Samsun’da IŞİD emirleri yakalanıyor. Irak’tan, Suriye’den yasadışı yollarla girmişler. Neredeydi bu devletin güvenliğini düşünenler?

Ben ve benim gibileri takiple meşguldü. Yeri geldi, siyasetimizin renkli simalarından, merhum Osman Bölükbaşı’nın yaşadığı bir olayı anlatayım.

Genel seçimde Anadolu illerimizdeki bir mitingde yine sert konuşmalar yapmaktadır. Yanındakiler, kürsünün arkasında bir sivil polisin olduğu uyarısında bulunur. Bölükbaşı, muhabirlerden onun fotoğrafını çekmelerini ister. Polis de yüzünü saklamaya çalışır. Bunun üzerine Bölükbaşı, "Neden saklıyorsun, ayıpsa yapma, değilse aç yüzünü." der.

Polis, "Beyefendi, güvenliğiniz için buradayım." karşılığını verince Bölükbaşı, şöyle tepki gösterir:

"Güvenlik o kadar bozuldu mu ki muhalefet liderinin ensesinde karakol kuruyorlar?!"

Evet, şimdi ben de soruyorum; devletin güvenliği bu kadar mı bozuldu ki buradayım?!

En baştan belirttim; bu kesinlikle bir savunma değildir.

Bu, sadece bizler değil, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz bırakılan tüm insanlar adına atılan bir çığlıktır.

Bu, en az 3 neslini istihbarat örgütlerinin oyuncağı olan tarikatlara, cemaatlere kurban veren, vermeye devam eden, sonra da dönüp bunun bedelini müsebbiplerine değil, kurbanlara ödeten sisteme bir isyandır.

Bu, bağımsız, özgür, vatansever Türk basınına yapılan zulümlere bir itirazdır.

Bu, hukuk devletinin derebeyliklere dönüştürülüp,canını, hak ve hukukunu korumakla yükümlü olduğu vatandaşlarına tuzak kurulmasına bir başkaldırıdır.

Son sözüm, yine 9 yıl önceki Odatv kumpas davasından olsun:

"Bu siyasi bir davadır. Ne kadar yatacağımıza, ne zaman çıkacağımıza bizi aldıran irade en baştan karar verdiği için sizden herhangi bir talebim yoktur." demiştim. Bunu aynen tekrarlıyor, sadece şunu eklemek istiyorum:

Elbette bir gün savunma yapacağım. Ama burada değil; bu intikamnameyi hazırlatan ve hazırlayanlar bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerinde yargılandıkları gün, en olmadı tarih önünde hesaba çekildikleri zaman, benim de bir çift sözüm olacaktır.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim."

'BİR ÜLKE GAZETECİSİ KADAR ÖZGÜRDÜR'

Tele 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel ise savunmasında, "Bir ülke gazetecisi kadar özgürdür. Dün akşam bir bakan istifa etti. Söyleyemeyen, yazamayan medya ortada. Bir gazetecinin neden yargılandığına buradan başlamak gerekiyor." dedi.

Dükeli "40 yıllık gazeteciyim. Bir haberle ilgili en az iki teyit alırım. Bir gazeteci olarak bilgi almak zorundayım. Bu suçlama konusu yapılacak bir konu değil.

Benden vatan haini çıkmaz. Ancak vatanperver çıkar."

Dükel, "Babam astsubay küçümsemiyorum ancak rütbesi itibariyle bilgisi sınırlı olan birinin peşinden neden koşturayım? Ama beni arayan birini dinlerim. Teyid edersem haber yaparım" dedi.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar