Hamzaoğlu: 2. Dünya Savaşı'nı andıran koşullar vardı

Hamzaoğlu: 2. Dünya Savaşı'nı andıran koşullar vardı
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, tutulduğu nezarethaneleri ve cezaevini anlattı.

"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "terör propagandası" suçlamalarıyla yargılanan, 5 buçuk ayın ardından geçen hafta görülen davada tahliye edilen Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, nezarethanelerde ve cezaevininde yaşadıklarını paylaştı.

Hamzaoğlu, "Toplama merkezi gibi yerlerdi. Diş fırçası yasak, diş fırçalamak yasak. duşa girenler için su bir anda yükseliyor. Sözlü ve fiziki şiddet çok yoğun. 2. Dünya Savaşı’nı anımsatan koşullar vardı" dedi. 

Sibel Bahçetepe'nin sorularını yanıtlayan Hamzaoğlu'nun Cumhuriyet'te yer alan söyleşisinin bir bölümü şöyle:  

Gözaltına alınmayı ve tutuklanmayı bekliyor muydunuz?

3-4 Şubat’ta Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 2 günlük süren konferansı vardı. 3 Şubat’takine katıldım, 4’ündekine katılamamıştım. Burada bir basın açıklaması yapılacağı, savaş karşıtlığı, barış talebi içereceğini konuşmuştuk. 9 Şubat Cuma günü sabah 6 gibi Salacak’taki evimde, apartmanda bir bağırış çağırışla, kapının vurulmasıyla uyandım. Vatan’daki Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüm. İki gün burada kaldım. Sonra Ankara’ya Söğütözü’nde Spor Salonu’nda, toplama merkezi gibi bir yere götürüldüm. Gözaltı sürecinde hiçbir ulusal, uluslararası mevzuatlarda yeri olmayan, insan sağlığı için çok büyük riskleri barındıran çok kötü bir yerde tutuldum.

"DUŞA GİRENLER İÇİN SU BİR ANDA YÜKSELİYOR" 

Ne muayene koşulları, ne avukatla görüşme koşulları vardı. Buranın Terörle Mücadele’nin Gölbaşı’ndaki alanı bombalandığı için kullanılan bir yer olduğunu öğrendim. Bu spor salonunun bir ucunda yataklar, battaniyeler ve yastıklar yığılmış durumdaydı. Akşamları içinden bir tane seçiyorsunuz, 2 yıllık battaniye, yastık ve yataktan bahsediyorum. Sabah bırakıyorsunuz, akşama başka yastık, battaniye alıyorsunuz.

Diş fırçası yasak, diş fırçalamak yasak. 50 kişi tuvalet bölgesine geçmek için sıra bekliyor. İçeri girildiğinde duşların hiçbirinde kapı yok, birkaçına çöp torbaları asılmış mahremiyetleri için. Her yerde insan saçı, kılı var. Duşa girenler için su bir anda yükseliyor ve heryer su altında kalıyor. 24 saat aydınlık bir alandasınız, günün hangi saatindeyiz, bunu bilmiyorsunuz. Tam bir kimliksizleştirme yeri. Sözlü ve fiziki şiddet çok yoğun. Hekimler muayeneye geliyor, hekimlik mahremiyetine dair hiçbir şey yok.

"2. DÜNYA SAVAŞI'NI ANDIRAN KOŞULLAR"

Size de kötü muamele oldu mu?

Ben her gelen hekim arkadaşa yalnızca darp muayenesi değil, yaşam koşullarımızı değerlendirmeleri gerektiğini anımsatıp rapora yazdırdığımda hep gerilim yaşadım. Benden kısa süre sonra Halkevleri üyesi gençleri de gözaltına aldıklarında orada ayaklarından kelepçe uygulaması ile karşılaştıklarını ve darp edildiklerini öğrendik. Burada gerçekten 2. Dünya Savaşı’nı anımsatan koşullar vardı.

Mahkeme günü bahsettiğiniz nezarethanede ‘insan dışkıları vardı’ dediğiniz yer spor salonu muydu?

Hayır... 19 Temmuz sabahı Ankara Adliyesi’ne getirildiğimde yaşadığım şeylerdi. Orada bir nezarethaneye tek başıma konulmuştum. Yerde iki öbek gaita (dışkı) vardı. Uyardım, genç jandarma erler kısa sürede ilgilendiler. Bir de sabah yaşadığım kravat meselesi oldu.

Normalde 35 yıldır mesai saatlerinde hep kravatlı oldum. Mahkeme günü koğuşa kravatımı takıp, ceketimi giyinip çıktım. Hapishane çıkışı sırasında bir yetkili kravatla mahkemeye çıkamayacağımı, bunun iyi hal göstergesi olduğu için Ankara Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yasaklandığını söyledi. Eşini öldürenler kravatıyla mahkemeye çıkabilir ama siyasi alanda iktidarın kendi doğrularını ‘bunlar hakikati yansıtmıyor’ diye deşifre ediyorsanız sanıyorum sorun oluyor.

Ben Vatan’daki Emniyet Müdürlüğünü, spor salonunundaki nezareti, Sincan ve annemin cenazesi için iki gece kaldığım İzmir Buca’daki F Tipi Cezaevini gördüm. Bu kurumları art arda izlediğimde kamuoyundaki genel kanıdan farklı olarak şunu söylemek isterim. Halen yüreğindeki insan sıcaklığını kaybetmemiş insanlar var. Bunu ben en azından kendime çok moral ve motivasyon kaynağı olarak görüyorum. Bu bana umut verdi.

"MEKTUP YAZMAMI İSTEDİLER"

Cezaevinde koğuşta tek mi kalıyordunuz?

3 kişilik koğuşta 4 kişi kaldık. Biri Türkiye vatandaşı, 2’si Arap kökenli Suriyeli göçmen. Gençlerden bir tanesi beni yaşlı gördüğü için yatağını boşalttı. Yer yatağında yattı. Koğuşumdaki iki arkadaşın bir tanesi Türkçe biliyordu ama dil olarak Arapçaydı. Arapçada Türkçe ö’ler, o’lar çok karışır. Onunla konuşma çalışması yapıyorduk. Bir diğerinin okuma- yazması yoktu. Onunla da okuma yazma çalışıyorduk. tahliye olunca da onları unutmamamı ve mektup yazmamı istediler.

Cezaevine ilk girdiğinizde günler nasıl geçti peki?

Cezaevindeki günlerin kurgusu birbirinden kopuk. Her sabah yeni bir güne başlıyorsunuz, ertesi güne devredeceğiniz hiçbir şey yok. Onun üzerine dışarıdaki hayatıma devam etmenin zihinsel olarak, nasıl gerçekleşeceğini düşündüm. Avukat arkadaşlarımın aracılığıyla özellikle TTB’deki arkadaşlarıma ‘Ben burada Toplum Hekimliği Dergisi editörlüğüne devam edeceğim’ notumu ilettim. Cezaevindeyken de hummalı bir çalışma oldu. Onun yazılarını yazdım. Çalışmalarıma normal hayattaki gibi devam ettim, yalnızca mekân farklılığı yaşamış oldum.

Cezaevinde annenizi kaybettiniz...

Evet. (Gözleri doldu) Her insanın hayatında annesi önemlidir. Konuşacağınız, soracağınız pek çok şey olabilir. Ama en azından benim istediğim anneme teşekkür etmekti. Bir zamanlar düşünmüştüm, ‘annem hastayken ne yaparım, ölüm döşeğindeyken ne derim’ diye. Ona teşekkür etmek isterdim. Annemin 80. yaşını kardeşlerimle birlikte 15 Ocak’ta kutlamıştık. İyi ki onu yapabilmişiz. Sonra benim tutukluluğum oldu ve yoğun strese ve üzüntüye bağlı bir hastalık başladı:

Zona. Bu hastalık üzüntüden oluyor biliyorsunuz. Ölüm nedeni o değil ama aracılık ediyor. Dolayısıyla benim yaşadıklarımın üzüntüsüyle başladı. 85 günlük hastanede yoğun bakım sürecinde, ne hazırlık savcısı ne de Ankara 6 ve 7 No’lu Sulh Ceza hâkimleri bu insani durumu görmek istemedi. Bir basın açıklamasında propaganda suçlamasında tutuklu bir kişinin hayatıyla iligli karar verirken bunu yarattılar.

Eğer tanıdıklarım olmasaydı, hem Adalet, hem İçişleri Bakanlığı’na ulaşmasaydı annemin cenazesine de gidemeyecektim. Benimle beraber gitmesi gerektiğini ifade ettikleri 9 tane görevlinin yol masraflarını karşılayamasaydım gidemeyecektim.

Yani cezaevindeyken bile bir hak var ve bu hakkı kullanabilmeniz için tanıdıklar ve para gerekiyor. Beni en çok üzen kısım budur. Hak ve huhuklar yine sınıfsal farka göre değişiyor. Başta savcı reddetmişti. Disiplin heyeti ‘terör örgütü üyesi olduğum ve terör örgütüyle ilişkim devam ettiği’ gerekçesiyle cenazeye gitmemin uygun olmadığı raporu vermişti. Evet bütün bunlar yaşandı. 

Cezaevindeyken annenizle hiç görüşebildiniz mi?

Telefonda görüşeceğiniz kişinin Sincan’a kadar gelerek evrakları elden teslim etmesi gerekiyor. Avukatları bile kabul etmiyorlar. 80 yaşındaydı ve tutuklandığımda hiç gelemedi. Hiç görüşmedik. Hiç haber alamadım. Bu acı bile bir ibret. Hukuktan söz edemeyiz. İdddianamenin ne hukuki bir içeriği, ne de adli bir içeriği var. Çünkü imzası bununan 9 kurum var, eş başkanlarıyla birlikte 16 kişi ancak 12 kişi ile ilgili işlem yapıyorsunuz. Nasıl buna karar verdiniz? İki kişi neden tutuklu? Bir gerekçesi yok. Suç aleti bir bıçak, tabanca olsa alınır el konulur ama Hamzaoğlu’nun dahil olduğu suç aleti halen dolaşımda aynı web sayfasında.

Öne Çıkanlar