Her şey daha iyi olacak ama hepimiz hayvanız!

Her şey daha iyi olacak ama hepimiz hayvanız!
Gorki Bozkırda adlı öyküsünü 1897’de yazdı, en azından bu kısa öykünün altında yazılan tarih bu. Henüz Sineklerin Tanrısı ve yazarı doğmuş değil, aynı şekilde Körlük romanı ve yazarı da...

Sedat SEZGİN


"Şey… Yani bir şey hissediyor musunuz?"

"Ne hissedebilirim? Siz nasıl benim başıma gelen şeyden sorumlu değilseniz, ben de onun başına gelenden sorumlu değilim. Hiç kimse hiçbir şeyden sorumlu değil, çünkü hepimiz aynıyız, hayvanız."

Ne şekilde etrafımıza bakarsak bakalım bir tıkanma, bir boğulma hissiyle karşı karşıya kalırız, ama bunun en büyük nedeni belki de yaşadığımız coğrafyadır. Ya da Sapiens'ten çıkardığım sonuç: O  kadar da gelişmiş bir tür değiliz. Çıkarımız için gerekirse babamızı bile yeriz ve bundan sorumlu olan mutlaka bir başkasıdır ya da iktidardır, ama asla kimse masum değildir. Kendimi bildim bileli, doğal yaşamı anlatan bir belgeseli izler gibi etrafıma bakıyorum: Kabalık, hukuksuzluk, merhametsizlik, yağmacılık, sürünün çokluğundan ya da koltuğun gücünden gelen acımasızlık... Ama buradaki sorun, bu belgeselin içinde bir yaşayan da benim ve ne kadar çabalasam da bu vahşi yaşamın dışına çıkaramıyorum kendimi.

Gorki'nin öyküsüne dönelim yine:        

Üç arkadaş; bir asker, bir öğrenci ve onlardan daha iyi olmayan başka biri, anlatıcı. Yolları kesişen bu insanların ortak özelliği parasızlık, açlık ve bozkır. "Ne gece, değil mi? Gökyüzü değil de yorgan sanki. Dostum, bu başıboş hayatı seviyorum ben. Soğukla, açlıkla, başbaşasın; ama özgürsün… Karışanın, görüşenin yok… İstersen boynunu dişleyip kendi kafanı kopar, kimse ne yapıyorsun demez. Çok açlık çektim şu günlerde. Aklımdan çok kötü şeyler geçti… Ama şimdi yatmış, gökyüzüne bakıyorum… Yıldızlar göz kırpıyor bana… ‘Lakutin,’ diyorlar; ‘dünyayı dolaş, kimseye kulak asma… Her şey daha iyi olacak…’ Hey Marangoz! Ya sen, senden ne haber? Bana kızma, gönlünü ferah tut… Ekmeğini yediysek ne olmuş yani… Hani sen de az yabanilerden değilsin ha!"

"Soğukla, açlıkla, başbaşasın; ama özgürsün…" İşte olan bu, vahşi doğanın bir parçasıyız, doğru, ama ne biz ne de bu doğada yaşayan hayvanlar artık özgür. Üstelik karışanımız da çok. Ekonomik sorunlar, yaşam alanımızla ilgili kısıtlamalar o denli kaygı yaratıyor ki istesek de gökyüzüne bakamıyoruz, sonsuz maviliğini fark edemiyoruz. Hele gökyüzü hiç de yorgan gibi gözükmüyor bize.

Gorki Bozkırda adlı öyküsünü 1897’de yazdı, en azından bu kısa öykünün altında yazılan tarih bu. Henüz Sineklerin Tanrısı ve yazarı doğmuş değil, aynı şekilde Körlük romanı ve yazarı da öyle. Ne de "Hepimiz vahşiyiz" diyen Iñárritu da…

"Ben lokmamı ağzıma attım; taşı bile öğütmeye hazır olan çenemin sıtmalı bir çabuklukla hareket etmesine engel olarak, ağır ağır çiğnemeye koyuldum. Lokmalar gırtlağımdan aşağı indikçe büyük bir zevk duyuyor, bu zevki uzatmak için her parçayı ağır ağır, sindire sindire çiğniyordum. Sıcacık lokmalar anlatılmaz bir zevkle birbiri arkasına mideme iniyor, hemen o anda kan ve ilik oluyordu sanki. Midem doldukça yüreğim de tuhaf, sessiz, canlandırıcı bir sevinçle ısınıyordu. Umutsuz açlık günlerini, arkadaşlarımı unutmuş; kendimi bütün benliğimle yaşadığım dakikaların zevkine kaptırmıştım."

İki gün yürüyüş ve açlıktan sonra bu üç arkadaş bozkırda marangoza rastlarlar. Marangoz da en az onlar kadar vahşidir aslında, fakat hastadır ve çok uzak bir diyarda yolunu bekleyen iki kız çocuğu ile karısı da vardır. Bu üç arkadaş marangozun tüm ekmeğini elinden alırlar ve yukarıda alıntıladığım gibi zevkle midelerine indirirler. Ama onlara bu da yetmez, marangozu uykusunda boğup parasını da çalarlar.

Sonuç olarak Gılgameş'te okuduğumuz vahşilik bitmiş ya da bizim coğrafyamızda azalmış değil (bunun için şöyle bir etrafımıza bakmak yeterli olacaktır), sadece ona kılıf uydurmuş olabiliriz. Bize de düşen bu vahşi doğada yara almadan yaşamaya çalışmak ya da hayatta kalmak, ki bu da imkânsız olanıdır.       

Maksim Gorki, Yaşanmış Hikâyeler, Çev: Ataol Behramoğlu, +1 kitap

Öne Çıkanlar