Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Her yıl bir kere öldürülüyordu

O kent yılda bir sefer Nuri Amcalar tarafından ölerek, öldürülerek kurtarılırdı. O kentin bir daha işgal edilmeyeceğini bilen ahali bütün bir yıl mutlu ve mesut yaşardı.

Kısa boylu, zayıf ve bir o kadar da sessiz bir adamdı. Kısa boylu, zayıf ve bir o kadar da sessiz olan Nuri Amca, şehrin orta yerinde her yıl bir kere bütün ahalinin gözleri önünde devlet töreniyle öldürülüyordu.

Rüzgârın hiç uğramadığı dingin bir iç deniz gibiydi Nuri Amca’nın yüzü. Gözleri o iç denizin yanıp sönen feneriydi sanki. İnsana güven veren tanrısal bir suskunluktu onun sessizliği. Hep doğuya gitseniz de ona varırdınız, hep batıya gitseniz de ilk ayak basacağınız kara parçası yine o olurdu. Nuri Amca kendince bir dünyaydı ama bizim dünyamızda her yıl bir kere öldürülüyordu. Nuri amca bir seferinde öldürüldüğünde cunta iktidara el koymuştu.

Bir yıl önce içinde öldürüldüğü elbiselerini karısı akşamdan sandıktan çıkarır ütüler, sabah giyilecek hale getirirdi. Nuri Amca öldürüleceği günün sabahında naftalin kokan ütülenmiş elbiselerini giyer o sabah işe değil, öldürülmeye giderdi. Ölümden kurtulma ya da yaralı kurtulma şansı yoktu Nuri Amca’nın. Başkasını öldürmesi de mümkün değildi. Öldürülmüş bir adam olarak ne cenaze namazı kılınır, ne de bir mezarlığa gömülürdü. Öldürüldüğü ile kalırdı Nuri Amca.

Nuri Amca öldürüleceği biline biline evden uğurlanırdı. Karısı onu her gün işe uğurlar gibi o saban aynı saatte ölüme uğurlardı. Evden öldürülmeye giderken kimseyle vedalaşmazdı Nuri Amca. Öldürüldüğünde karısı ve çocukları dahil kimse onun üstüne kapanıp ağlamazdı.

Nuri Amca ilk öldürüldüğünde karısı ürpermiş, gözlerindeki kırlangıçlar bir bir yanağına dökülmüştü. O gece tek odalı evlerinde çocukları uyuduktan sonra karısı yanında uzandığı çocuğunun yanından kalkarak Nuri Amca’nın yanına uzanmıştı. Sessizce ağlayarak sevmişti kocasını. Nuri Amca da yaşar gibi bağrına basmıştı karısını. Üç çocuktan sonra karı ve kocayı bir araya getiren sebep ölüm olmuştu.

Nuri Amca’nın onu öldüren adamlardan bir farkı yoktu, aynı iş yerinde çalışıyorlardı. O güne kadar onu öldürenlerle aralarında herhangi bir husumet de olmamıştı. Hepsi de bir günü diğerine bağlamak için çalışıp duranlardı. Birbirleriyle ilgiliydiler, birinin hastası olsa sorar, şifa diler, birbirlerinin ziyaretine giderlerdi. Bu yakınlıklarına rağmen, Nuri Amca’yı yılda bir sefer öldürenler izleyenler tarafından hep çılgınca alkışlanıyordu. Yerde toz toprak içinde can çekişen Nuri Amca’ya üzülen, kurtarmaya çalışan tek bir kişi bile olmazdı. Aslında Nuri Amca her yıl ‘kim vurduya’ giderdi. Karıncayı bile incitmemiş bir adam elbette öldüren değil, olsa olsa öldürülen olabilirdi. Ölenin kaybettiği, elini kana bulayarak öldürenin kazandığı bir savaş da değildi.  O kent ne Roma ne de Atina’ydı. Nuri Amca bir fiskelik canıyla gladyatör de değildi.

Nuri Amca’nın ilk öldürülmeye gittiğini duyan konu komşu merak edip seyre gitmişlerdi. Bu merak sonraki yıllar yerini öldürülmesine ilgisizliğe bırakmıştı. Nuri Amca her yılın aynı sabahı erkenden evden çıkıp öldürüleceğini bile bile olay yerine gider, öldürülmesini beklerdi. O sabah ölüme giden oydu, öldürülen oydu, gömülmeyip öldürülmüş bir adam olarak evine dönen ve hiçbir şey olmamış gibi ertesi gün işine giden yine oydu...

Hep susardı, içinden ölüm geçmiş adamlar gibi susardı Nuri amca. Sarıkamış Harbinde arkadaşlarının cesetleri altında kalarak donmaktan kurtulan Mehmet Onbaşı’nın o günden sonra ağzını bıçak açmaması gibi susardı. Nuri Amcanın öldürüldüğü gün düğün dernek evlenenler de olmuştu...

Nuri Amca’nın üç erkek çocuğu vardı. Nevzat en büyükleriydi ve arkadaşımdı. Nevzat işe gider gibi her sabah evden çıkar, devrimci arkadaşlarıyla buluşur, gece geç saatlerde tekrar eve dönerdi. Yaptığı işi soran, evde ondan maaş bekleyen olmazdı. Nuri Amca’nın ortanca çocuğu bir kuyumcuda çırak olarak çalışan sessiz biriydi. Küçük oğlu evde elinden ekmek düşürmeyen, sesi ve gülüşü babası Nuri Amca’ya benzeyen, sürekli hareket halinde olan evin tek canlısıydı. Nuri Amca ne kadar zayıfsa, karısı onun tersine o kadar şişmandı. Mahallede gayri resmi ebelik yapıyordu. Evine yılda bir sefer öldürülmüş olarak dönse de çocukları yetim kalmazdı Nuri Amcanın.

Nuri Amca’nın her öldürüldüğü günün akşamı ‘Bir gün de vurulduğun yerde ölsen, orada kalsan, yerde debelenmesen, tek kurşunla ölsen olmaz mı? Bu elbiseleri sen değil ben yıkıyorum. Bir dahakine ilk kurşunla yıkıl ve kal orada!’ diye karısından fırça yerdi. Karısı söylense de leğende elbiseleri yıkar, bahçede ipe sererek kurutur, kurumuş elbiseleri naftalinleyip yine sandığa kaldırırdı.

Her yıl aynı kentte, aynı tarihte öldürülmek için giydiği elbiseleri devlet Nuri Amca’ya zimmetle teslim etmişti. Elbiseler ona teslim edildiğinde, o elbiselere değil elbiseler ona bol gelmişti. Karısı o bol elbiseyi ona uydurmak için az çaba harcamamıştı, yaşamın olduğu gibi ölümün de bir boyu posu olmadığını o gün daha iyi anlamıştı.

O kent yılda bir sefer Nuri Amcalar tarafından ölerek, öldürülerek kurtarılırdı. O kentin bir daha işgal edilmeyeceğini bilen ahali bütün bir yıl mutlu ve mesut yaşardı. Doğudaki o kentin kahramanı değildi Nuri Amca ama yılda bir evinden o kent için öldürülmeye gideniydi. Nevzat arkadaşımın babası Nuri Amca ölümle oynanan bir oyuna memur olmuştu. Başkaları adına ölmek ne kimsenin ömrünü uzatıyor ne de kimseyi ölüme alıştırıyordu. Öldürülmek alışkanlık yapmazdı.

Hınıs’ın Alevi köylerinden Erzurum’un Dağ Mahallesi’ne göçmüş bir Kürt’tü Nuri Amca. Öldürüleceği gün çöpler toplanmazdı. Ahali onun o gün öldürüleceğini bildiği için çöplerini ertesi gün bırakırdı. Bütün bir ahalinin bildiği bir günde öldürülen Nuri Amca Erzurum Belediyesi’nde çöpçü olarak çalışıyordu. O gün öldürülse bile maaşında bir kesinti yapılmadan otuz gün üzerinden tam maaş alırdı.

Yer, Türkiye Cumhuriyeti’nin Erzurum kentiydi. Nuri Amca bir Kürt olarak her yıl 12 Mart’ta, Erzurum’un kurtuluş gününde temsili bir Rus askeri olarak, bütün resmi erkanın önünde törenle öldürülürdü. O kentin çöplerini toplamak gibi, o kenti kurtarmak da ona kalmıştı. Maaşını Rus ordusundan değil, çöpçü olarak çalıştığı Erzurum Belediyesinden alıyordu. Belediye yıllardır bir gün öldürülecek ‘işgalciyi’ besliyordu.

Nuri Amca gün geldi işe de, yılda bir sefer öldürülmeye de gitmedi. Kendi elbiseleri içinde kendisi için ölmüştü. Belediye kendisine zimmetle teslim edilmiş Rus ordusu üniformasını karısından geri istedi. Naftalin kokan elbiseler sandıktan çıkarılıp belediye yetkililere o gün teslim edildi, o gün 12 Mart değildi. Erzurum’un kurtuluş günü için her yıl bir kere öldürülmekten ömrünü doldurarak kurtuldu Nuri Amca.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi