Hiçbir hedefin olmadı senin...

Öyle iyiydin ki bütün oyunlar bozuluyordu sende. Senin saflığın bütün tarifleri bozuyordu. Hayattan bir sonuç almak isteyenlerin ezberini bozuyordun.

İçindeki canlılığın gözüne girmeye uğraşırdın en çok. Öyle ki çok inanırdın kendine, hayata aldanmak kutsal bir şölendi senin için.

Yaşanmış her şeyi unutarak yani bütün hedeflerini yakarak gözünün içindeki melekle bakardın insanların o kederli gözüne.

Kuşkulandığın her şeyin üzerine bir sevgi yağmuru gibi yağarak... Kuşkuna lanet okuyan ve bu dünyanın diliyle, ahmak bir sevgi yağmuru gibi yağarak bakardın insanların kederli göğüne.

Tarifsiz biriydin yakından bakıldığında çünkü bir işine yaramıyordun kimsenin. Öyle iyiydin ki bütün oyunlar bozuluyordu sende. Senin saflığın bütün tarifleri bozuyordu. Hayattan bir sonuç almak isteyenlerin ezberini bozuyordun. Oysa sen de tutarsızdın. Hayatın dokusundaki o silinmez laneti görüp de sustuğun için. Bütün felaketlerden kendini sorumlu tutup varlığını siper ettiğin için o başı ve sonu belli olmayan kötülüğe... Üstelik alabildiğine bencildin, içindeki inanışın aydınlattığı sevgi yağmurunu yaşarken kimse bu laneti ve sonsuz kötülüğü görüp taşlamasın diye canını vermek isteyecek kadar bencildin…

Ve ihanet gündelik yaşam biçimindi senin. Çünkü sevgiyi planlamıyordun sen. Sevgiye karar veremiyordun bir türlü. Gözünde kameran, yanında cetvelin, açı ölçerinle dolaşmıyordun. Elinde değildi, hep sevgiye maruz kalıyordun sen.

Sevgi hiç beklemediğin bir yerde, hiç düşünmediğin bir zaman gelip seni bulurdu.

Ve maruz kaldığın her sevgi içindeki her sevgiyi tek tek yeniden özlenen bir sabaha uyandırıyordu.

Beklenen, gururlu ve aslında kimsesiz sabaha böyle sabahlara, doğurgan bir sevgi anası olmana rağmen şaşıp kalıyordun sevgiler arasındaki bu büyülü kardeşliğe. Teslim alıyordu seni sevgiler arasındaki zulmün olgunlaştırdığı ve cesur kıldığı kutsal fısıldaşmalar…

Meydan okuyan karşılaşmalar içinde taşıdığın ve yollarını hazırladığın her şey seni büyülüyordu. Kimi kez elinde olmadan kendi derinliğine vuruyordun. Bunu düşünmek bile tepeden tırnağa mahcup kılıyordu seni. Oysa mahcup olmaktan çok çekinirdin. Çünkü bilirdin ki mahcubiyet bir yorgunluktur...

Sevgiler değil asla değil ama enerjinin neredeyse tamamı içindeki ümitsizliğe gidiyordu. Ona yardıma, susturmaya belki biraz olsun dinginleştirmeye... Böyle böyle bir soytarıya çevirdin ümitsizliğini. Ona gülümseyen, umutlu bir maske taktın, ona sevecen sözler öğrettin. Kimsenin kalbi kırılmasın diye bu dünyada o kabına sığmayan ümitsizliğe vakitsiz bahar giysileri giydirdin. Eksik yaşanmış ve hep eksik yaşanacak bahar giysileri.

Kendin için değil aşkların için değil sana güvenen insanlar için gizledin ümitsizliğini... Sanki yazgı değişecekmiş gibi hiç durmadan seviştin bu ümitsizlikle... Zehirlenmesin diye incelik, küçük düşmesin diye şiir hep acıyla seviştin…

Kimseye bulaşmasın diye gördüğün ve yaşadığın cinnet. Kimseyi onulmaz bir kötü yapmasın diye bu dünyanın dokusuna kazınmış lanet. Oysa masken ve bir hedefin olmadığı için asıl bütün dengeleri bozan sendin. Herkese ait gibi görünüyordun ama hiçbir yere ait değildin. Yürüyüşlere katılıyordun, isyanını haykırıyordun, ama sonra birden kayboluyordun. Her şey kendiliğinden olsun diyordun, aşk gibi, isyan gibi, hüznün o güzel yüzlü perisi gibi... İçinden geldiği gibi hareket ettiğin için istikrarı bozuyordun. Kimse seni elde var bir diye düşünemiyordu.

Sayıları sayan kafaları karıştırıyordun.

Aileler, gelinler, damatlar, evin büyükleri, idealleri olanlar, hayattan hep bir sonuç bekleyenler, yararlı olmak isteyenler hep bir birlerine düşüyordu senin yüzünden...

Oysa sen cesur bile bulamazdın kendini, yaşamın kıyısında yolculuk eden bir kimsenin cesareti acımaktır çünkü en çok. Kendi gibi olan ruh kardeşlerine acımak.

İçindeki derin merhamet, seni gövdene düşman kılan öfkeyi bile durmaksızın küçük düşürüyordu. Acının da ötesi vardı çünkü... Hayatta kalan içindi intihar. Bu derin acıyı yüklenecek olan birisi içindi. Sana hep bu acının ötesinde ve intiharlardan sonra bu acıyı yüklenecek birisi olmak kaldı. Omuzlarında bunca yük varken unutulmak istedin. Unutturulmak...

Zaten doğuştan kanayan içini bir kez daha kanattın... Bir kez daha yakışmak için lanetli dünyanın lanetli insanlarına ve göze batmamak için acıyı talihsiz bir hastalık gibi yaşayanlara... Ne kadar içini kanatsan da ne kadar yüklensen de başkalarının talihsizliğini sen bir yabancıydın dünyaya... Çekici idi yüzündeki ışık ama ancak uzaktayken özlenirdin. Yakınlaştıkça tutuşurdu maskeler, karışırdı hesaplar…

Ruhlardaki mezarlıkta kargaşa başlardı...

Kemikleşmiş korkular ayaklanırdı.

Kıyamazdın yine de geçip giden zamana, aldanırdın içindeki inanışa. Ne olursa olsun deyip girerdin insanların içine...

Girerdin olduğun gibi, öyle korkusuz, maskesiz, içindeki inanışın o saf karmaşası ve akıl dışı telaşıyla. Sonra, sonra öyle bir an gelirdi ki ne kadar istesen de kendine bile geri dönemezdin...

Gün gelirdi lekesiz bir inanışla kaderini birleştirmek istediklerin, seni lanetlemekten yorulup sıkılırlardı...

Yorulup sıkılırlardı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi